CHP açısından milli dış politika nedir?
- GİRİŞ23.10.2025 09:06
- GÜNCELLEME23.10.2025 09:06
Türkiye Cumhuriyeti’nin ilanından itibaren, egemenlik ve bağımsızlık, devletin diplomatik ve stratejik hamlelerinin temelini oluşturmuştur. Son yıllarda ana muhalefet kanadından gelen açıklamalar ve Avrupa temasları, milli dış politikanın önemini yeniden gündeme taşımıştır.
Özgür Özel’in Hollanda ziyareti sırasında dile getirdiği “Erdoğan’la al-ver pazarlığı yapılmasın” ifadesi ve “Batı’ya kurtarın bizi” iması, Türkiye’nin egemenliğini ve bağımsız karar alma kapasitesini daraltmaya, sınırlamaya yönelik girişimler olarak görülmelidir.
Oysaki milli dış politika bir tercih değil, Türkiye’nin güvenliğini, geleceğini, bağımsızlığını, egemenliğini, devletin sürekliliğini ve uluslararası itibarını koruyan bir zorunluluktur…
Lozan Antlaşması’ndan günümüze diplomatik zaferler, devlet aklının ve milli çıkar bilincinin sürekliliği sayesinde elde edilmiştir. 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı, salt askeri bir müdahale değil, aynı zamanda egemen bir devletin milli çıkarlarını koruma kararlılığı neticesinde yapılmıştır. Irak ve Suriye sahalarında icra edilen harekâtlar da keza Türkiye’nin ali menfaatleri ve bekası üzerinden icra edilmiştir. Tüm bunlar da Batı’ya rağmen gerçekleştirilmiştir.
Ana muhalefet partisinin Batı’dan “yardım talebi” veya “kurtarın bizi” gibi söylemlere yönelmesi, egemenlik ve bağımsızlık konularına yaklaşımlarının nasıl olduğuna da işaret etmektedir…
Uluslararası ilişkilerde realist perspektif, devletlerin anarşik bir sistemde yalnızca kendi çıkarlarını gözettiğini ve başka bir devletin iç meselelerini çözmek için değil, bu tür durumları fırsat bilip kendi menfaatlerini gerçekleştirmek amacıyla müdahil olduklarını; çıkarları yoksa müdahale etmediklerini, bulaşmadıklarını ortaya koyar.
Hatırlanırsa, geçmişte Batı, demokrasi ve insan hakları söylemlerini kullanarak Türkiye üzerinde yönlendirici, belirleyici bir rol oynamaya çalışmıştır. Özellikle bu tarz müdahale içeren yaklaşımlar ile, Türkiye’nin egemenliğini ve ulusal iradesini baskılama yoluna gitmek istemişlerdir.
Bu nedenledir ki, Türkiye milli iradeye yaslanmış; içerde ve dışarda birlik ve beraberlik için öncelikle iç cephenin güçlendirilmesi, teröre karşı tavizsiz mücadele, yolsuzluk ve yozlaşmaya karşı sıfır tolerans, hukuk devletinin gereği için tüm yapısal ve siyasal reformların gerçekleştirilmesi gibi hususlara ehemmiyet vermiştir…
Çünkü Türkiye’nin bağımsız bir aktör olarak hareket kabiliyeti, milli irade ile, kendi kararlılığı ve güçlü kurumları ile mümkündür. Milli egemenliği ve bağımsızlığı korumanın yolu da, devlet aklını rehber olarak kullanmaktan ve ülkenin kendi menfaatlerinin farkında, peşinde ve sahibi olmasından geçer…
Türkiye’nin diplomasisi ve hassaten güvenlik politikaları, kendi çıkarlarını ve caydırıcı kapasitesini ön plana çıkarırken; tercih edilecek iş birliği modelleri, AB ve ABD ile dengeli ilişkilerin tesisinde yol gösterici olacaktır. Hibrit diplomasi ve caydırıcılık, milli bir dış politikanın uygulanabilirliğini artıran temel araçlardır. Bu araçlar, Türkiye’nin egemen ve bağımsız bir aktör olarak diplomatik oyun kurucu rolünü pekiştirir.
Yine Özgür Özel’in “Avrupa Birliği’nin güvenlik kaygılarını anlama” söylemi, diplomatik nezaket çerçevesinde anlaşılabilir olsa da Türkiye’nin egemenliği ve milli çıkarları açısından ikinci plana atmaktadır. Türkiye’nin güvenlik kaygılarını anlamak, saygı duymak, destek vermek durumunda olan Avrupa’dır. Türkiye AB’nin göçmen deposu değildir, Antalya körfezine sıkıştıracağı bir kara ülkesi hiç değildir. Terörle terbiye edeceği bir devlet asla değildir.
AB, çoğunlukla göç ve enerji politikaları ekseninde Türkiye’yi tampon bölge olarak değerlendirmek istemektedir; bu yaklaşım, Türkiye’nin stratejik üstünlüğünü ve bağımsız karar alma kapasitesini tehdit etmektedir.
Milli bir dış politika, dış beklentiler karşısında eşit ortaklık ve çıkar temelli diplomasiyi esas almalıdır. Türkiye’nin güvenliği ve diplomatik prestiji, yalnızca kendi kararlılığı ve caydırıcı kapasitesi ile korunabilir; pasif veya reaktif bir yaklaşım, ülkeyi hem stratejik hem ekonomik açıdan savunmasız bırakır.
Keza, milli dış politika, devletin varlık ve güvenlik stratejisinin temel direği olarak işlev görür. Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin deniz yetki alanları ve enerji kaynakları ekseninde gerçekleştirdiği diplomatik ve askeri hamleler, egemen bir devletin milli çıkarlarını koruma kararlılığının yansımasıdır. Dolayısıyla Türkiye’nin enerji güvenliği, Doğu Akdeniz’deki hakları, transit koridorlar ve enerji projeleri, egemenlik ve bağımsız karar alma kapasitesi çerçevesinde korunmaktadır. Bu tür stratejik hamleler, Türkiye’nin hem bölgesel hem küresel aktör olarak konumunu güçlendirmekte ve ülkenin egemenliğini güvence altına almaktadır.
AB ve Batı ile ilişkilerde eşitlik ve çıkar temelli yaklaşım, Türkiye’nin masadaki ağırlığını korumasını sağlar ve dış müdahaleye karşı caydırıcı bir etki oluşturur.
İç politikadaki sorunların, gelişmelerin, konuların, tartışmaların dış politikayı gölgelemesine izin verilmemeli; milli çıkar ve egemenlik daima öncelikli tutulmalıdır.
Türkiye’nin diplomatik ve güvenlik kapasitesini sürekli güçlendirmesi, hem bölgesel hem küresel aktör olarak etkinliğini artıracaktır.
Milli dış politika, diplomasi ve güvenlik alanında olduğu gibi, ekonomik ve jeopolitik karar alma süreçlerinde de hayati öneme sahiptir. Türkiye’nin uluslararası diplomaside oynadığı rol, askeri güç veya ekonomik kapasitenin yanısıra; egemen karar alma refleksi, stratejik öngörü ve devlet aklı ile de belirlenir. Ukrayna-Rusya gerilimi, Doğu Akdeniz enerji krizleri Türkiye’nin hem bölgesel istikrarı sağlama hem de egemenliğini koruma konusundaki kapasitesini açıkça göstermektedir.
Sonuç olarak, milli bir dış politika, Türkiye’nin egemenliğini, güvenliğini ve diplomatik prestijini korumanın temel aracıdır. İçerden güç üreten, milli çıkarlarını öncelikli tutan ve devlet aklını rehber alan bir yaklaşım, Türkiye’yi hem bölgesel hem de küresel anlamda güçlü bir aktör olarak konumlandırır. Milli dış politika, dış güçlerden medet ummak yerine egemenliğe ve bağımsızlığa dayalı kararlarla inşa edilmelidir. Bu yaklaşım, Türkiye’nin güvenliği, stratejik üstünlüğü ve uluslararası saygınlığı açısından sürdürülebilirliğin temelidir hayati öneme sahiptir.
Prof. Dr. Zakir Avşar / Haber7
Yorumlar21