Terörsüz Türkiye’ye doğru yeni dönemin yol haritası

  • GİRİŞ27.10.2025 08:58
  • GÜNCELLEME27.10.2025 08:58

Türkiye, uzun yıllar boyunca milli birliğini hedef alan terör tehdidiyle mücadele ederken, 2010’lu yılların ikinci yarısından itibaren köklü bir paradigma değişikliğine gitti. Terörle mücadelede artık reaktif değil proaktif, yani önleyici ve sürekli baskı kuran bir güvenlik anlayışı benimsendi.

Bu dönüşümün temel taşlarını; sınır ötesi kalıcı üs bölgeleri, ileri teknolojiye dayalı istihbarat ağları, askerî operasyonların eşgüdüm içinde yürütülmesi, terör finansmanına ve propaganda kanallarına yönelik eş zamanlı müdahale süreçleri oluşturdu.

Bu sayede devlet, terör tehdidini sadece ülke içinde değil, tehdit kaynağında bertaraf edebilen bir kapasiteye ulaştı. “Pençe” operasyonları zinciriyle oluşturulan güvenlik kuşağı, Türkiye’nin sınır ötesi güvenlik mimarisinin en önemli dayanağı haline geldi.

Bugün gelinen aşama, terör örgütünün Türkiye içindeki fiziki varlığını sonlandırmak zorunda kalmasıyla sonuçlanmıştır. Bu, herhangi bir müzakere ya da siyasi süreç değil; devletin kararlılığı, güvenlik güçlerinin fedakârlığı ve milletin bütünleşmesiyle kazanılmış bir zaferdir.

Türkiye’nin elde ettiği bu kazanım, sadece bir askeri üstünlük değil; toplumsal bilinç ve milli birlik zaferidir. Ancak her stratejik dönüm noktasında olduğu gibi, bu aşamanın da dikkatle yönetilmesi gereken hassas yönleri vardır.

Sivil uzantılar ve siyaset dilinin sorumluluğu: Terör örgütünün eylem kabiliyetini kaybetmesi, onun propaganda ve siyasi manipülasyon araçlarını ortadan kaldırmamıştır. Bu noktada en kritik mesele, örgütün geçmişte etki kurduğu sivil çevrelerin ve siyasi yapılarının dili, söylemi ve tutumudur.

Bu çevrelerin, maksimalist taleplerden, bölücü söylemlerden, karşılıklı “taraf” algısı oluşturmaktan uzak durmaları, devletin birliğini hedef alan uluslararası manipülasyonlara alet olmamaları, terör örgütünü dolaylı biçimde meşrulaştırabilecek her türlü üsluptan kaçınmaları gerekmektedir.

Artık Türkiye’nin yeni döneminde siyaset, güvenlik tehdidi üzerinden değil, demokrasi, adalet, kalkınma ve toplumsal refah üzerinden şekillenmelidir. Bu, hem devletin otoritesini pekiştirecek hem de vatandaş-devlet bütünleşmesini kalıcı hale getirecektir.

Kamuoyu ve medya bilinci: Terör örgütleri için “zayıf nokta” artık cephe değil, algıdır. Bu nedenle medya, akademi ve sivil toplum alanında devletin güvenlik başarısını gölgeleyen, “iki taraflılık” izlenimi veren söylemlerden kaçınılmalıdır. Türkiye’de terörle mücadelede bir “taraflar arası çatışma” değil, devletin hukuk devleti olarak kendi vatandaşını teröre karşı koruma mücadelesi söz konusudur.

Dış müdahalelere karşı teyakkuz: Türkiye’nin bölgesinde artan etkisi ve güvenlik kapasitesi, bazı dış odakların stratejik dengelerini değiştirmiştir. Bu aktörler, zaman zaman terör örgütünü vekil unsur olarak kullanarak Türkiye’yi sınırlandırmaya çalışmıştır. Bugün de aynı çevrelerin, sahadaki kayıplarını diplomatik, ekonomik veya medya kanallarından telafi etme arayışına girmesi beklenebilir.

Bu nedenle devletin istihbarat ve diplomasi birimleri kadar, toplumun da milli bilinci yüksek, dezenformasyona karşı dayanıklı olması gerekmektedir.

Türkiye, artık terör tehdidini minimize etmiş bir ülke olarak, bölgesel kalkınma ve toplumsal refahın merkezine güvenliği yerleştiren bir döneme girmektedir. Devletin önündeki temel hedef, bu güvenlik başarısını ekonomik, sosyal ve kültürel kazanımlarla kalıcı hale getirmektir.

Bölgesel kalkınma ve yatırım hamlesi: Terörden arındırılmış bölgelerde devlet, altyapı, sanayi ve enerji yatırımlarını hızla artırmaktadır. Tarım, turizm ve ulaştırma gibi stratejik alanlarda yeni teşvik modelleri uygulanmalı; özel sektörün bu bölgelere yönelimi desteklenmelidir. Bu süreçte devletin temel yaklaşımı, güvenlikten üretime geçişi yönetmek olmalıdır. Üretim yapan, istihdam sağlayan, refah üreten bir toplumda terörün yeniden yeşereceği bir zemin kalmaz.

Eğitim ve gençlik politikaları: Terörle mücadelenin en kalıcı yöntemi, bilinçli, eğitimli ve umutlu bir genç nüfus yetiştirmektir. Milli eğitim ve yükseköğretim politikaları, özellikle geçmişte terörün gölgesinde kalan bölgelerde nitelikli eğitim ve istihdam temelli bir stratejiyle yeniden yapılandırılmalıdır. Bu, hem toplumsal dayanışmayı güçlendirir hem de Türkiye’nin geleceğine yön verecek beşerî sermayeyi oluşturur.

Kültürel bütünleşme ve milli kimlik: Devletin son dönemde izlediği “kapsayıcı vatandaşlık” yaklaşımı, terörle mücadelede psikolojik üstünlüğün de temel dayanağıdır. Toplumsal birlik, kimlik farklarını değil, ortak değerleri merkeze alarak pekiştirilmelidir. Bu çerçevede kültürel programlar, yerel yönetim politikaları ve medya dili, birlikte yaşama iradesini güçlendirmeye odaklanmalıdır.

Zaferin sahibi de, geleceğin teminatı da millettir. Bugün terör örgütünün Türkiye içindeki varlığını sonlandırmak zorunda kalması, devletin azim ve kararlılığının tarihsel bir sonucudur.

Bu, Türk milletinin birlik içinde yürüttüğü mücadelesinin zaferidir. Bu noktadan sonra öncelikli hedef, bu kazanımı korumak, kurumsallaştırmak ve kalkınma ile pekiştirmektir.

Devletin görevi, güvenliği refahla taçlandırmak, hukuk düzenini güçlendirmek, vatandaşın huzurunu sürdürülebilir hale getirmektir.

Milletin görevi ise, terörün yeniden nefes alabileceği alanlara izin vermemek, fitne, provokasyon ve dezenformasyona karşı milli bir bilinçle hareket etmektir.

Terörsüz Türkiye vizyonu, artık bir hayal değil; somut bir gerçekliktir. Bu gerçekliği kalıcı kılmak, hepimizin ortak sorumluluğudur.

 

Yorumlar1

  • koray derik 16 saat önce Şikayet Et
    fakat birde şu konuyu düşünmek gerekiyor. Terörlü Türkiye'yi kim tasarlamış ? Neden komşu ülkeler bilerek isteyerek terör örgütlerine yardım ve yataklık etmiş ? Fırat ve Dicle'nin suyunu gasp etmek isteyen avrupalılar ve işbirlikçisi ortadoğu ülkelerine nasıl cevap verilecek ? Suriye ve Irak'ta iç savaş varsa neden tüm zararı Türk milleti çeksin ?
    Cevapla Toplam 2 beğeni
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat