Japonlar gibi yaşlanalım mı?
- GİRİŞ04.12.2025 10:04
- GÜNCELLEME04.12.2025 10:04
Günümüz dünyasında ülkelerin karşı karşıya olduğu en belirgin demografik dönüşümlerden biri, nüfusun giderek yaşlanmasıdır.
Hayat beklentisinin artması, tıbbi ve teknolojik gelişmeler, sağlık hizmetlerine erişimin iyileşmesi, beslenme ve hayat tarzlarının değişmesi gibi etkenler, insan ömrünün uzamasına önemli katkılar sağlamaktadır.
Buna müsavi olarak, toplumların yaş yapısı da yeniden şekillenmekte; genç nüfus oranlarının düşmesi, doğurganlık hızındaki azalma ve yaşlı nüfusun mutlak sayısındaki artış, ekonomik, sosyal ve kültürel sonuçlarıyla küresel bir meydan okumayı beraberinde getirmektedir.
Bu çerçevede, uzun ömür hem biyolojik bir fenomen hem de toplumsal bir organizasyon ve siyasal bir planlama meselesi hâline gelmektedir.
Bu dönüşümün en dikkat çekici örneklerinden biri Japonya’dır. Japonya, uzun yıllardır dünyada en yüksek ömür beklentisine sahip ülkeler arasında yer almakta; yüz yaşını aşanların sayısı her yıl düzenli olarak artmaktadır.
Japonya’da centenarian olarak tanımlanan 100 yaş ve üzeri nüfusun artışı, tıbbi ilerlemenin bir sonucu olduğu kadar sağlıklı beslenme, güçlü sosyal bağlar, topluluk içi dayanışma, yaşlılara duyulan saygı kültürü ve devlet politikalarının uyumu ile de açıklanmaktadır.
Japon toplumunda uzun ömür, bireysel bir başarıdan ziyade, kolektif bir toplumsal değerin yansıması olarak anlam bulmaktadır.
Bu yaklaşımın sembolik göstergelerinden biri olarak, 1963’ten itibaren 100 yaşını aşan vatandaşlara devlet tarafından özel bir gümüş sakazuki kadehi sunulması, yaşlıya duyulan saygının kurumsal boyutunu ortaya koymaktadır.
Hoş, centenarian yani yüz yaşını bulanların sayısının hızla artmasıyla, — 1963’te yalnızca 153 kişi ile başlayan kayıtların 2025’te 99.763’e ulaşması — başlangıçta gerçek gümüşten üretilen ve büyük prestij taşıyan bu hediyenin zaman içinde daha ucuz materyalden üretilmesini ve sadeleştirilmesini de beraberinde getirmiştir ama, burada amaç kültürel anlamın korunmasıdır.
Türkiye ise Japonya’ya kıyasla hâlâ genç sayılabilecek bir nüfus yapısına sahip olmakla birlikte, son yıllarda hızla yaşlanan bir ülke konumuna yaklaşmaktadır. Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) 2024 verilerine göre, ülkede 65 yaş ve üzeri nüfus 9,11 milyona ulaşmıştır ve bu grup toplam nüfusun %10,6’sını oluşturmaktadır.
Aynı rapora göre, Türkiye’de 2024 itibarıyla 100 yaşını aşanların sayısı 7.632’dir; 2023 yılında ise bu sayı 6.609 olarak kaydedilmişti. Bu artış, uzun yaşama dair potansiyelin belirginleşmekte olduğunu göstermektedir.
Öte yandan nüfus dinamikleri bu hızla sürdüğü takdirde, Türkiye’nin önümüzdeki otuz yıl içinde Avrupa’nın en hızlı yaşlanan ülkelerinden biri hâline gelebileceği öngörülmektedir.
Türkiye’deki centenarian yani yüz yaşını aşan nüfusun hâlâ sınırlı sayıda olması, Japonya’daki kadar kurumsallaşmış bir uzun yaşam kültürünün henüz oluşmadığını gösterse de, yükselen trend, yaşlı nüfusun hayat kalitesini artırmaya yönelik kapsamlı yaklaşımların gerekliliğini açıkça ortaya koymaktadır.
Japonya’nın uzun ömür kültüründen çıkarılabilecek dersler, Türkiye’nin gelecekteki sosyal ve ekonomik strateji planlamaları açısından büyük önem taşımaktadır.
Japon modelinin başarısı, sağlık sisteminin koruyucu yaklaşımlara dayanması, fizyolojik iyilik halinin sosyal katılımla desteklenmesi, yaşlıların topluma aktif katılımının teşvik edilmesi ve yalnızlığın engellenmesi gibi unsurlardan kaynaklanmaktadır.
Türkiye, tarihsel olarak güçlü aile bağları, mahalle dayanışması ve topluluk ilişkileri gibi önemli sosyal sermayeye sahiptir.
Bu nedenle, Türkiye’nin yaşlılık politikalarının şekillendirilmesinde, modern sağlık ve sosyal bakım sistemlerinin bu geleneksel dayanışma kültürü ile bütünleştirilmesi mümkün ve gereklidir.
Ancak yaşlı nüfusun hayat kalitesini yükseltmek, bir tek sağlık ve destek hizmetlerinin iyileştirilmesiyle sınırlı değildir.
Türkiye gibi genç nüfusu ekonomik büyüme ve sosyal dinamizmin temel gücü olan ülkelerde, demografik denge çok daha hassas bir önem taşımaktadır.
Yaşanan demografik geçiş, genç nüfusun korunması, nitelikli eğitim ve istihdam olanaklarının genişletilmesi, ailelerin ekonomik olarak desteklenmesi ve doğurganlığın teşvik edilmesi gibi politikaların yaşlı refahı ile paralel yürütülmesini zorunlu kılmaktadır.
Aksi takdirde, yaşlı nüfusun artmasıyla birlikte sosyal güvenlik sistemleri üzerinde baskı artacak, üretim gücündeki azalma ekonomik sürdürülebilirliği tehdit edecek ve kuşaklar arası adalet zedelenebilecektir. Bu nedenle, uzun yaşamayı teşvik eden politikalar, genç nüfusu güçlendiren stratejilerle birlikte ele alınmalıdır.
Türkiye için ideal yaklaşımın, yaşlılık politikaları ile gençlik politikalarını birbirinden bağımsız değil, aynı toplumsal yapının tamamlayıcı bileşenleri olarak tasarlamak olduğu açıktır.
Uzun yaşamın desteklendiği, hayat kalitesinin yükseltildiği, sosyal katılımın artırıldığı, kültürel saygının güçlendirildiği; aynı zamanda gençlerin eğitimine, nitelikli istihdamına ve aile kurma süreçlerine destek verildiği bütünleşik bir model, insani bir gereklilik olduğu gibi ekonomik ve toplumsal sürdürülebilirliğin mecburi istikametidir.
Bu yaklaşım, Türkiye’nin geleceğini demografik açıdan güvence altına alacağı gibi, toplumsal hafızanın korunmasına, kuşaklar arası dayanışmanın güçlenmesine ve refah düzeyinin yükselmesine de katkı sağlayacaktır.
Yorumlar1