Dinimize göre misafirlik kaç gündür?

  • GİRİŞ08.07.2011 08:56
  • GÜNCELLEME08.07.2011 08:56

MİSAFİRLİK ÜÇ GÜNDÜR

Soru 31: Değerli hocam, dinimize göre misafirlik süresi kaç gündür? Bilhassa yaz tatilinde enişte, bacanak, okul arkadaşı gibi yakın ve tanıdıklarımız gelip günlerce misafirimiz oluyor. Bir-iki gün kalmaları ağır gelmiyor ama daha fazla yıkılmaları bize eziyet veriyor. Bu konuda bilgi verirseniz çok memnun olacağım, teşekkürler.

Cevap 31: Dinî-şer’î hüküm itibariyle misafiri en fazla üç gün ağırlamak, İmam Ebû Hanîfe ve İmam Şâfiî’nin de içinde bulunduğu cumhura göre sünnettir / müstehaptır. Bu konuda Rasûl-i Ekrem’in şöyle buyurduğu sabittir:

“Allah’a ve âhiret gününe iman eden kimse misafirine câizesini versin!”. Ashâb-ı kirâm: “Yâ Rasûlallah, misafirin câizesi nedir?” diye sorunca Peygamber (s.a) şöyle cevap verdi: “Onu bir gün ve bir gece ağırlamaktır. Misafirlik üç gündür. Misafiri üç günden fazla ağırlamak ise sadakadır”(Buhârî, Edeb 31; Müslim, Lukata 14; Ebû Dâvûd, Et`ıme 5; Tirmizî, Birr 43; İbn Mâce, Edeb 5).

Hadiste geçen “câize”, bir evde misafir olarak kalan kimseye ikram edilen yiyecek-içecek demektir. Bunun ölçüsü, bir gün bir gece misafiri elden geldiğince ağırlamak, ikinci ve üçüncü günlerde ise misafirin bulunmadığı normal günlerde evde yenilen-içilen şeyi ikram etmektir. Misafir üç günlük hakkını kullandıktan sonra artık onu ağırlama telaşına girmek ve ona özel ilgi göstermek gerekmez. Çünkü bu durumda artık o misafir olmaktan çıkar ve üçüncü günden sonra yiyip içtiği şeyler ev sahibinin sadakası ve iyiliği kabilinden olur ki, bunu yerine getirip getirmemekte muhayyerdir.

Bilhassa misafirhane ve otel gibi imkân ve şartların olmadığı yerlerde misafir için yapılan ikram, ev sahibine minnet ve teşekkürü gerektiren bir kadirşinaslık örneğidir. Bu yüzden misafir, kendisine yapılan ikramdan memnuniyet duymalı ve bunu kesinlikle küçümsememelidir. Hatta gereğinden fazla kalarak ev sahibine yük olmamalıdır. Çünkü misafirini ağırlayabilmek için külfete giren ev sahibi, bazen borçlanıp huzuru kaçacağından “bu adam nereden çıktı, artık başımızın belası oldu” diyerek nefret duymasına, sıkıntı çekmesine ve günaha girmesine yol açabilir. Nitekim Peygamberimiz (s.a) şöyle buyurur: “Bir Müslümanın din kardeşinin yanında onu sıkıntıya / günaha sokacak kadar kalması helâl değildir”. Ashâb-ı kirâm: “Yâ Rasûlallah, insan din kardeşini nasıl sıkıntıya / günaha sokar?” diye sorunca Peygamber (s.a) “Misafirini ağırlayacak bir şeyi bulunmayan kimsenin yanında oturup kalmakla” diye cevap verir(Müslim, Lukata 15-16).

O halde, özellikle imkân ve şartları müsait olmayan bir kimsenin yanında onu sıkıntıya sokacak kadar oturup kalmak günaha ortak olmak demektir. Bu sebeple “tatil bedavaya gelsin” ya da “gelmişken yol masrafına değsin” gibi basit çıkar hesapları, cimrilik ve görgüsüzlük örnekleri, Müslüman kimlik ve kişilikle asla bağdaşamaz.

BOŞANIP İDDETİNİ DOLDURAN KADININ NAFAKA HAKKI VAR MI?

Soru 32: Sayın hocam, 1988 yılında ayrıldığım eşime o tarihten beri talebi üzerine nafaka ödüyorum. Çocuğumuz olmadığı için nafakayı kendi için alıyor. Benden 23 yıl boyunca ihtiyaç nafakası almanın dini hükmü nedir? Selamlar, Allah çalışmalarınızda kolaylık versin.

Cevap 32: Kocası tarafından bâin talâkla üç defa boşanan kadın, iddet bekleme esnasında Hanefî mezhebine göre mesken ve nafaka hakkına sahip olur. Şâfiî mezhebine göre ise böyle bir durumda kadın yalnız mesken hakkını elde eder. Boşanmış ve bekleme süresini tamamlamış / iddetini doldurmuş olan kadının ise nafaka hakkı yoktur. Çünkü bu durumda olan bir kadın artık başka birisiyle evlenip ihtiyaçları karşılanabilir. Günümüz toplumunda “hem ayrılıp kurtulayım hem de nafaka ödeterek kendim için menfaat sağlayayım!” düşüncesine kapılan kadınlar vardır. Şüphesiz böyle bir niyet ve davranış yanlıştır.

Tabii, bu hüküm çocuğu olmayan kadınla ilgilidir. Ana babasının evlilik birliği sona eren çocuğun kime tevdi edileceğine ilişkin hukukî düzenlemede, velâyet ve hidâne (veya hadâne) diye iki görev ve sorumluluk ortaya çıkar.

Çocuğun nafakasının sağlanması (ilgili âyet için bkz. Talâk 65/6), her türlü tehlikeden korunup kollanması ve geleceğini ilgilendiren kararların alınması gibi konularda velâyet (yetki ve sorumluluk) babaya verilir. Hidâne ise, “küçüğün ve bu hükümde olan kimselerin bedenen ve ruhen gerektiği şekilde büyütülüp yetiştirilmesi, korunup gözetilmesi ve eğitilmesi amacıyla kanun koyucunun belli şahıslara tanıdığı hak, yetki ve sorumluluk” demektir. Hidânede kural olarak, anneye veya anne tarafına öncelik hakkı tanınır. Çünkü fıtrat itibariyle baba, çocuğun geleceği, onun maddi giderlerini üstlenme görev ve sorumluluğu, anne ise çocuğun bakımı ve terbiyesi konusunda maharet ve ehliyet sahibidir. Kuşkusuz bu iş bölümünün temelinde çocuğun bedenen ve ruhen en iyi şekilde yetişmesi yatar.

Süre olarak hidâne, “başkasının yardımına muhtaç olmaksızın, çocuğun kendi başına yiyip içebileceği, giyineceği ve temizliğini yapabileceği yaşa kadar” devam eder. Hanefîlere göre hidâne, erkek çocuğun yedi yaşına girmesiyle, kız çocuğun da bulûğa ermesiyle sona erer. Ancak veliler arasındaki iş bölümünde ortaya çıkan sıkıntı ve problemler karşısında hâkim, çocuğun yararına olan tercihlerde bulunup karar verebilir. Nitekim İmam Şâfiî’ye göre hidâneden sonra çocuk, ana babadan birisini tercihte serbest bırakılır.

SAHÎH-İ BUHÂRÎ HADİSLERİ

Soru 33: Hocam geçen haftaki köşenizde İmam Buhârî’nin hayatını büyük bir zevkle okudum. Ancak bazı arkadaşlar arasında onun ilk bilgi kaynaklarına ulaşıp ulaşmadığı tartışıldı. Hatta kitabına aldığı bazı hadislerin eleştirildiği söylendi. Bu konuda neler söylenebilir, mesela Sahîh-i Buhârî üzerine yapılan şerh çalışmaları bir çözüm yolu mudur? Görüş ve değerlendirmelerinizi istirham ediyorum, saygılarımla.

Cevap 33: Hadis tarihi, tahriç ve fıkhü’l-hadisle alakalı olan bu teknik konu, aslında bu köşenin kapasitesiyle pek mütenasip değil. Ancak özetle şu değerlendirmeyi yapabiliriz: Buhârî tarafından rivayet edilen hadisler, kendinden önceki hadis âlimlerinin sahih gördükleri hadislerden seçilmiştir. Buhârî, büyük bir titizlik göstererek seçtiği hadislerde onların tesbit ve değerlendirmelerine muvafakat etmiştir.

Bilindiği üzere, Babanzâde Ahmed Naîm ile Kâmil Miras tarafından hazırlanıp 12 cilt halinde basılan Sahîh-i Buhârî Muhtasarı Tecrîd-i Sarîh Tercemesi ve Şerhi (Diyanet İşleri Başkanlığı yayınları, Ankara), sahasında büyük bir boşluğu doldurmuştur. Bu eserin hadis usûlü ve tarihine tahsis edilen Mukaddime’sinde Babanzâde Ahmed Naîm, Buhârî’nin el-Câmiu’s-sahîh adlı kitabında gösterdiği ciddiyet ve hassasiyete dikkat çektikten sonra şöyle der: “Kitâbullah’dan sonra esahh-ı kütüb olması işte bu gibi meziyyât-ı âliye ile sâha-i tahakkuka varmıştır”. 1934 yılında vefat eden Babanzâde Ahmed Naîm, Mehmed Akif Ersoy’un, “Naîm’in vefat haberi üzerime dağ gibi yıkıldı” diyerek üzüntüsünü ifade ettiği güçlü bir Osmanlı âlimidir.

Meşhur hadis ve fıkıh âlimi Hattâbî, hicrî dördüncü asırda Buhârî’nin el-Câmiu’s-sahîh’i üzerine A’lâmu’l-hadîs adlı bir şerh yazar. Onun yazdığı bu şerhin ilk sayfalarında, yukarıdaki soruya cevap oluşturabilecek şu önemli açıklama yapılır:

“Zamanla ilmin kayboluşunu ve cehaletin ortaya çıkışını, ehl-i bid’atın çoğalıp kitap ve sünnetten nasıl yüz çevirdiklerini düşündüm. Onların, hadislerin mana ve maksadını araştırmayı ihmal ederek hadisten uzaklaştıklarını ve hadis âlimlerini haksız olarak tenkit ettiklerini gördüm. Buhârî’nin yer verdiği sika râvi ve sahih hadislere dair yönelttikleri suâller karşısında onların bu konuları bilmedikleri ortaya çıktığında, hadis âlimlerini kötülemek için bunu basamak yaptılar. İşte gelinen bu nokta, benden istenen Sahîh-i Buhârî şerhinin telif sebebi oldu. Doğru yolda olanlar için bir delil, batıla sapan ehl-i bid’ate karşı bir hüccet olması için tecrübem ölçüsünde bu eserdeki hadisleri ve çetrefil noktaları açıklamayı bir borç ve vazife kabul ettim”.

Şüphesiz Kur’an gibi hadislerin ekseriyeti ilk okunduğunda veya işitildiğinde anlaşılır. Ancak özellikle müşkil görülen hadisleri ilgili şerhlere başvurmadan veya işin erbabına sormadan yahut zamana bırakmadan hemen eleştirerek ya da reddederek sonuca varmak yanlıştır. Üzülerek ifade edilmelidir ki, Sahîh-i Buhârî bazan haksız eleştirilere maruz kalabilmektedir. Oysaki, Hz. Peygamber’e ait olduğu sağlam senetlerle ortaya konulan hadisleri doğru anlayabilmek ve yorumlayabilmek için her şeyden önce önyargıdan uzaklaşıp “bana göre” yanılgısından kurtulmak ve istifade amaçlı okumak gerekir.

Prof. Dr. Zekeriya Güler-Haber 7

Yorumlar10

  • murat 8 yıl önce Şikayet Et
    eşim babası gülde kaç gün kalması helaldır
    Cevapla
  • huxi 12 yıl önce Şikayet Et
    KARDEŞLERİM!!!. yazıyı yazan hocamızın profesör ve hadis alimi olduğunu hatırlatayım.. Bu sıradan bir gazete tefrikası değil.. İslami kaynaklar ışığında sosyal ve manevi meselelerimize izahatların yapıldığı ilmi beyanlardır. Ve hocamız bilgi ve birikimiyle bizlerin istifadesi için soruları cevaplamaktadır.. sıradan, pespaye, okuduğunu anlamadan yorum yapanları bir tarafa bırakalım ayrıca ek izahatlar yapmayıda zaid addediyorum.. cevaplar konunun izahı için o kadar net ve yeterliki... bence sadece hocamıza ilgimizi ve memnuniyetimizi ifade etmekten başka her türlü beyan gereksiz.. rabbime emanet...
    Cevapla Toplam 5 beğeni
  • mehmet ırmak 12 yıl önce Şikayet Et
    . Evet Allahın rasulü öyle demiş ama üç günden fazla kalanada diyeceğimiz olmamalı.Bu ne örfümüze ne adetimize sığmaz.Misafir kaç gün kalmak isterse misafirimizdir.Gücümüz yettiğince hısım akraba ve arkadaşlarımıza ikram edeceğiz.Allah onun da rızkını verecektir.
    Cevapla Toplam 1 beğeni
  • doli 7 yıl önce Şikayet Et
    rızık veriyor çok şükür tabi ama gelen de gitmek bilmeyince ev sahibi ruhen yıpranıyor. bu nasıl olacak peki. annemin evinde 2 aydır süresiz kalan misafirlerin sayısını bile hatırlamıyorum. psikolojisi bozuldu. kalpten rahatsızlandı. içine ata ata hasta oldu. yazık değil mi peki. her şey maddiyat demek değildir ki.
    Toplam 2 beğeni
  • serdar pala 12 yıl önce Şikayet Et
    salih. okuduğunu anlamıyormusun yoksa biri daha izah etmek zorundamı bir kere sallamayın demişsin yukarda hadisler var doğru konuş ikincisi kimse sana 3 günden sonra evden kov demiyor gelen misafirlerini bu yazı evsahipleri için değil misafirler için yazılmış bir yazı gelen misafir evsahibinin durumuna göre kalmalı diyor ona sıkıntı verecek kadar uzun kalmamalı eğer sıkıntı verdiğini düşünmüyosan ölene kadar kalabilir sende bunda bir şey yok. Nasılki kardeşlerinden birini istemiyosan onun gelip sende aylarca kaldığını düşün sıkıntı yaşayacaksın değilmi işte bunu anlatmaya calışıyor. aman ha sakın misaifr 3 günden fazla kalmasın demiyor
    Cevapla Toplam 3 beğeni
  • yasin çakmak 12 yıl önce Şikayet Et
    kendi kafasına göre söyleten salih1159 arkadaşa.... “Allah’a ve âhiret gününe iman eden kimse misafirine câizesini versin!”. Ashâb-ı kirâm: “Yâ Rasûlallah, misafirin câizesi nedir?” diye sorunca Peygamber (s.a) şöyle cevap verdi: “Onu bir gün ve bir gece ağırlamaktır. Misafirlik üç gündür. Misafiri üç günden fazla ağırlamak ise sadakadır”(Buhârî, Edeb 31; Müslim, Lukata 14; Ebû Dâvûd, Et`ıme 5; Tirmizî, Birr 43; İbn Mâce, Edeb 5).hocam bu yola çıkarak söylemiştir. sen ne ye çıkarak söylüyorsun.
    Cevapla Toplam 2 beğeni
Daha fazla yorum görüntüle
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat