Hollanda usulü devşirmecilik mi?
- GİRİŞ21.03.2013 08:38
- GÜNCELLEME21.03.2013 08:38
Hollanda'da çok basit sebeplerle Türk çocuklarının evlerinden/yuvalarından alınarak, koruyucu ailelere teslim edilmesiyle ilgili uygulamanın sosyal ve hukukî dayanağı, daha doğrusu, arka planı ile bunun sonuçları üzerinde duracağız.
Devletin sosyal sorumluluğu mu yoksa sosyal ve kültürel istismar mı?
Acaba Hollanda'daki uygulama, çocuklara yönelik bir sosyal sorumluluk işi midir yoksa Türk çocuklarının asimilasyonu için sosyal kurumların istismarı mı? Bu yalnızca Hollanda'ya özgü bir durum mudur? Diğer Batı Avrupa ülkelerinde de benzer uygulamalar yok mudur?
Öte yandan, tarihsel tecrübeyi de dikkate alarak, bir adım daha ileri gidip şöyle sorabiliriz: Osmanlı'nın devşirme siyaseti ile Hollanda'daki “sosyal koruma” politikası arasında bir benzerlik yok mudur? Çocukların ve devletin/ülkenin geleceği adına kendi değer yargıları temelinde bir sosyal faaliyet yürütmüş olmuyor mu her ikisi de?
Bu karşılaştırma kimilerince, sorgusuz bir eleştiriyle, gereksiz bulunabilir. Ama her kültür kendi inanç ve değerler sistemi açısından bakar, varlığa ve hayata. İyi ve kötü, olumlu ve olumsuz değerlendirmesi bu bakımdan incelendiğinde, değerler sistemi mensubiyetine bağlı bir sonuç ortaya çıkar. Biz, Türk/Müslüman ailelerin çocuklarının Hollanda'daki yerleşik inanç ve kültür değerlerine göre yetiştirilmesine olumlu bakmayız, bu bize göre iyi değildir. Buna karşı hukukî ve siyasî mücadelede bulunmayı da görev addedebiliriz kendimize. Bu bizim doğrumuzdur.
Onların doğrusu da, bedensel ve ruhsal sağlığının yeterince korunamadığına kanaat getirdikleri çocukların ailelerinden alınıp bir koruyucu aileye emanet edilmesidir. Biçimsel anlamda herhangi bir farklılık yok. Konuya bu yönüyle bakıldığında, görülen şudur: Osmanlı devşirmeciliği ile Hollanda korumacılığı; sosyal fayda anlamında özdeşlik, değer yargıları itibariyle ise farklılık arzeder.
Esas mesele bu farklılıktadır. Asimilasyon, bu farklılığın getirdiği bir söylem/varsayım ya da uygulama olarak gündeme gelir. Bundan dolayı, görece bir durum olarak değerlendirilebilir. Farklı din mensuplarının diğerlerini “kâfir” olarak görmesi gibidir bu.
İki boyutlu manzara
Şimdi somut uygulamalara bakalım. Batı Avrupa'da buna dair iki boyutlu bir manzara söz konusu. Hollanda'da çocukların ve gençlerin korunmasına yönelik bir kurum olan Jeugdzorg (Gençlik Koruma Kurumu), Türk çocuklarının koruyucu ailelere verilmesinde de etkilidir. Aynı amaca yönelik olarak, Almanya'da da Jugendsorge (Gençliğin Korunması) adıyla bir kurumsallaşmanın varlığına tanık oluyoruz. Bunlar, devletin sosyal sorumluluğuna işaret eden kurumlardır. Türkiye'de Çocuk Esirgeme Kurumu da bu anlamda değerlendirilebilir.
Asıl sorun burada değil. Yukarıda sözünü ettiğimiz manzaranın ikinci boyutunda. Yani devletin sosyal sorumluluğunu yerine getirirken, yerleşik Batı sistemine entegre/adapte etmeye çalıştığı Müslüman çocukların kendi kültür ve inanç sistemine yabancılaş(tırıl)ması. Bunun Müslüman Türklere yönelik sosyal ve kültürel istismar olduğu ileri sürülebilir. Doğrudur. Ama tarihin her döneminde gözlemlenmiştir ki, güçlü ve baskın olan kültür, diğerlerine hükmetmiştir. Önemli olan, meşru değerler sisteminde kabul görecek bir güç ve itibar elde etmektir. En azından, kabul gören genel beşerî değerlere ters düşmemek.
Bütün bunlar bir yana… Bir de kendi ulusal ve kültürel konumumuz açısından bakarak, şöyle düşünebiliriz: Acaba nesli tükenen Hollanda, Türk çocuklarına mı göz dikiyor? Hollanda usulü devşirmecilik mi bu yapılan?
Ne var ki, burada ilginç bir gerçeklikle karşılaşıyoruz. Son yıllarda bu ülkede kadın başına ortalama çocuk sayısı Türk kadınlarda azalırken, Hollandalı kadınlarda artış gösteriyor. Belki de Hollanda usulü devşirmeciliğin etkisi var bunda. Çocuklarını çoğu zaman mesnetsiz gerekçelerle Hollandalı koruyucu ailelere kaptıran Türk anneler, evlat acısını yıllarca yüreklerinde taşıdıklarından, dünyaya yeni çocuklar getirerek bunların da aynı akıbete sürüklenmesini istemiyor olabilirler.
Mahkeme kararıyla Türk ailelerden alınıp koruyucu ailelere teslim edilen Türk çocuklarının kısmetine eşcinsel koruyucu aile de çıkabiliyor, misyonerlik faaliyeti içerisinde olan da. Alkol bağımlısı olan, çocukların cinsel istismarını alışkanlık haline getirenler de ayrı.
Hollanda'da yaklaşık 30 bin çocuğun, ailelerinden alınarak, koruyucu aileye teslim edildiği biliniyor. Bunların en az 6 bini Türk çocuğu. 400 bin Türk'ün yaşadığı Hollanda'da Türk kökenli koruyucu aile sayısının çok az olması, yukarıda belirttiğimiz asimilasyon olgusu yönüyle de etkili olabilir. Oysa bunların en az 300 bini Hollanda vatandaşıdır aynı zamanda. Ülkenin sosyal ve ekonomik dokusunda söz sahibi olabilirler. Ama ne yazık ki, durum pek öyle değil.
Geleceğe hangi değerler açısından bakılıyor?
Gençlik Koruma Büroları ve Sosyal Hizmetler Kurumu aracılığıyla devlet politikalarının yürütüldüğü bir ülkede, Türk kökenli vatandaşların da sorumluluğu vardır. Avrupa'nın çifte standardına rağmen, böyle bir sorumluluğun farkında olmak, Türk ailelerin çocukları için çok önemlidir.
Koruyucu aileye verilen çocuğun belirli zamanlarda kendi ailesi ile görüşmezine izin veriliyor, ama memur gözetiminde ve Türkçe konuşmamak şartıyla. Çünkü söz konusu Türk aile, sistemin kurallarına muhalif olarak görülüyor. Hâlbuki sistemin yaşaması gerekiyor.
Hollanda Başbakan Yardımcısı Lodewijk Asscher'in, “çocukların nereden geldiklerine değil, geleceklerine bakılıyor” ifadesi de, aslında, sistemin geleceğine yöneliktir. Herkes kendi değerleri açısından bakıyor geleceğe.
Değerlerde asgarî müşterek nasıl sağlanır? Önemli soru(n)lardan biri de budur.
Yorumlar3