Araftaki Türkiye
- GİRİŞ02.05.2013 09:32
- GÜNCELLEME02.05.2013 09:32
Kimliğin, erdem ve maharet ile donanmış bir ikna gücü marifetiyle taşınması zorunlu oluyor, Türkiye için.
Her şeyi yaratıp bir Düzen Koyan'ın yeryüzündeki vekili sayılan insan, bu rolün/ödevin idrakinde olduğu takdirde, farklı inanç ve kültüre mensup diğer insanları potansiyel düşman olarak değil, tanışılacak potansiyel dostlar olarak görür. Tarihte bunun örnekleri çoktur. Nüfusunun (yaklaşık) yüzde 98'i Müslüman olan Türkiye'de de bu inancın ve uygulamanın varlığına tanık olmuştur dünya.
Gel gör ki, önyargılarıyla malûl durumdaki insanın hayata bakışı her zaman yukarıda dile getirilen anlamda, aynı anne-babanın çocukları ama farklı topluluklar olarak birbirlerine yaklaşmanın önemini kavrayacak yetkinlikte değildir. İnsanın dünyadaki savaşı, bundan dolayıdır. Bir bakıma, esas büyük savaşın ihmal edilmesindendir. Başkalarıyla savaşmayı yeğleyen insan, aslında, kendisine fıtraten yüklenilen özgörevin bilincinde olamayarak, kendini yüceltici değerlere karşı savaşmış oluyor. Güç, benlik, kin ve geçici dünya ihtirası uğruna savaş veriyor, yanılgıyla insan.
Selâmı yani barışı yaymak
Oysa insana, bulunduğu yerde selamı yani barışı yayması tavsiye edilmiştir. Selam, barış ve emniyette/güvende olmanın parolası gibidir. Bu parolanın yayılması, barış ve güvenlik zemininin genişletilmesi anlamına gelir.
Ne var ki, mevcut dünya koşullarında bununla uyumlu olmayan gelişmeler yaşanıyor. Selamı yani barışı çevresine yaymakla görevlendirilmiş Müslüman, Batı dünyasında bir korku ve tehdit kaynağı olarak görülüyor. Acaba bunda Müslümanların davranış tarzı mı yoksa Batı dünyasındaki algılama mı etkilidir?
Meselenin İslam'ın temel öğretisinden kaynaklanmadığı açıktır. Çünkü o, esas itibariyle, farklı din mensuplarına kendi inançlarına göre yaşama güvencesi veriyor. Ama bunun karşı tarafta böyle algılandığından emin değiliz. Hatta tam ters yönde bir algının varlığından söz edebiliriz.
Geçen hafta (Nisan 2013) Alman Bertelsmann-Stiftung tarafından açıklanan bir araştırma verilerine göre, her iki Almandan biri İslam'ı tehdit olarak algılıyor. Hatta doğu Almanya'da halkın yüzde 57'side böyle bir tehdit algısının olduğu görülüyor. İslam hakkında olumsuz kanaat sahibi olanların ortak noktası ise, diğer dinlerle herhangi bir irtibatlarının bulunmamasıdır. Batı Avrupa'da daha yaygın olan İslam korkusu (İslamofobi), Müslümanların yerleşik düzende toplumun bir unsuru olarak varlık gösterdiği Hindistan'da ve ABD'de nispeten düşük seviyededir. Örneğin İspanya'da bu oran yüzde 60 iken, Hindistan'da yüzde 30, Güney Kore'de yüzde 16 düzeyindedir. ABD'de bile İslam korkusunun, yüzde 42'lik bir oranla, Avrupa ülkelerindekinden daha düşük düzeyde olduğu anlaşılıyor.
Hindistan ve ABD, yukarıda sözünü ettiğimiz tanışma için elverişli toplumsal zemine sahip ülkelerdir. Burada Müslümanlar, ülkenin yerlileri ve oradaki sosyolojik dokunun bir parçası olarak, diğer dinlere mensup yurttaşlarla doğal bir tanışıklık sürecinden geçmektedir. Bu yüzden, Müslümanlar, insanın Allah'ın yeryüzündeki halifesi olma yükümlülüğünün bilincinde olarak, tüm insanlara güven veren bir davranış içerisinde olursa, Batı ülkelerindeki İslam korkusunun gereksizliği de zihinlere yerleşebilir.
Tanış olma mecburiyeti
Bu düşünceyi aşırı iyimser bir yaklaşım olarak değerlendirenler olabilir, ama insanın, özellikle de Müslüman'ın böyle bir sorumluluğu vardır. Bir de şu bellidir ki, Müslümanlar ile doğrudan tanışıklığın olmadığı toplumlarda sadece tarihsel ve güncel önyargıya bağlı tehdit algılaması yüksektir. Buna karşılık, Güney Kore örneğinde görüldüğü gibi, Müslümanlar ile varoluşa yönelik olarak hayatı paylaşan insanlarda söz konusu tehdit algısı pek yoktur. Kore Savaşı'nda Türkler ile yakın bir tanışıklık tecrübesine sahip olan Güney Korelilerde İslam korkusunun en düşük düzeyde olması, anlamlıdır.
Yunus Emre'nin “Gelin tanış olalım” sözleriyle dile getirdiği çağrı da, İslam'ın temel kaynağında tüm insanlığa hitaben ifade edilenden esinlenmiş olabilir. “Ey, insanlar!” şeklindedir kutsal hitap. Orada, küçük büyük muhtelif topluluklarda hayat süren insanların birbirlerini tanımaları için çaba göstermeleri salık verilir. Yunus da söze kulak vermiş ve kendince bir çağrıda bulunmuştur: “Gelin tanış olalım, işi kolay kılalım/Sevelim, sevilelim, dünya kimseye kalmaz”.
Türkiye, bu anlamda, yalnızca coğrafî açıdan değil kültür ve inanç değerleri bakımından da Doğu ile Batı arasında iletişim sağlayıcı bir konumdadır. Bu yönde beklentiler vardır. Örneğin, bir araştırma kuruluşu olan Bilgesam tarafından Mart 2012'de yayımlanan bir rapora göre, Kırgızistan'da Türkiye sempatisi, Türklerin Avrupa kültürü ile yakınlığı ölçüsünde artıyor. Türkleri Avrupa kültürüne yakın gören Kırgızlardaki Türkiye sempatisi daha yüksektir. Demek ki Türkiye, Kırgızlara kendini kabul ettirmek için Avrupa kültürüne de yakın olmak durumundadır.
Buradan anlaşılan şudur: Türkiye bir yandan Batı ve Doğu arasındaki konumu ve beklentiler itibariyle arafta dururken, diğer yandan yukarıda sözünü ettiğimiz tanışıklık tecrübesi bakımından nispeten iyi bir yerdedir.
Hıristiyan Batı dünyası ile İslam dünyası geçmişte Haçlı savaşları ya da diğer bazı uzlaşmazlıklar yüzünden birbirine tüm kapıları kapatmıştı. Tehdit dışarıdaydı. Oysa şimdiki dünya gerçekliğinde daha şeffaf olan Batı toplumlarında tehdit (algısı) dışarıdan gelmiyor, ülke içerisinde gettolaşan (İslam kökenli) yabancılardan geliyor. En azından, böyle bir algılama var.
Temsil durumu
Almanya'da söz konusu yabancıları büyük ölçüde Türkler oluşturuyor. Hâlen üç milyonu aşan nüfuslarıyla Türkler, bireyler olarak kaldıkları müddetçe, Almanya'da kendi küçük dünyalarında, haksız ithamlara maruz kalarak, Batı için tehdit olarak algılanan İslam'ın kişiselleşmiş somut görünümü olmaktan kurtulamayacaktır. Bu insanların yaşadıkları ülkede gerekli sosyal ve siyasî haklar elde ederek, hem topluma uyum sağlamaları hem de kendi inanç ve kültür değerlerini geliştirmeleri, temsil yeteneğini güçlendirecektir. Almanya'nın ekonomik ve demografik açıdan yabancılara bağımlılığı artık bir gerçeklik olarak ortadadır.
Bu ülkede yaşayan üç milyondan fazla Müslüman Türkün anavatanı olan Türkiye, Doğu ve Batı beklentileri dikkate alındığında, araftaki Türkiye olarak görülebilir. Temsilî bir konumu olan, yükümlülük altında bir Türkiye. Devletiyle, halkıyla.
Prof. Dr. İbrahim S. Canbolat - Haber 7
twitter/icanbol
Yorumlar3