Aleni sözle değil, gizli siyasetle

  • GİRİŞ16.05.2013 08:31
  • GÜNCELLEME16.05.2013 08:31

Ortadoğu'nun nabzını tutma iddiasındaki Al-Monitor gazetesinde 12 Mayıs 2013 tarihinde, Lehigh Üniversitesi Uluslararası İlişkiler profesörü Henri J. Barkey tarafından ABD Başkanı Obama ile Türkiye Başbakanı Erdoğan arasında 16 Mayıs'ta gerçekleşecek olan görüşmenin tahmini içeriği, bir bakıma senaryosu dünyaya ilan edildi. Bu bizim için iki bakımdan önem arzediyor. Birincisi metotla yani izlenilen yol ile ilgilidir. İkincisi ise iki siyasetçi arasında geçecek görüşmede hangi konuların, ne türden yaklaşımlarla ele alınacağının uluslararası topluma önceden duyurulmuş olmasıdır.

Bunlar ne anlama geliyor?

Birincisinden başlayarak, açıklamaya çalışalım. Burada bir anlamda, Başbakan Erdoğan'ın ABD'yi ziyareti sırasında bir simülasyon modeli tasarlandığını gözlemliyoruz. Buna senaryo da diyebiliriz. Zaten yazar, bir düşünce ve tasavvur denemesi olarak görüyor, yaptığı işi. Böylelikle, söylediklerinin kimseyi bağlamayacağını ve kendisinin de görüşlerinden dolayı sorumlu tutulmaması gerektiğini ifade etmiş oluyor. Neticede, bu bir düşünsel eksersiz sayılıyor.

Ama gel gör ki, kaziye-i anha öyle değil (kazın ayağı değil, kaziye-i anha), yani işin aslı başka. Bugün siyasetçilerin dışında bir de akademisyenlerin imaj üretimine yöneldiklerini görüyoruz. Bu bir telkin denemesidir, Türkiye'de ve dünyada kamuoyuna bazı siyasi söylem ve önlemlerin telkin edilmesidir. Söz konusu önlem ve uygulamaların kiminle, kimlere karşı olacağına dair bir telkindir bu. Tasarlanan, hazırlanan senaryonun iki ülke ve bölge (Ortadoğu) gerçekliği gibi sunulma girişimidir.

Bu bir yöntem meselesidir, aslında. Muhatabı ve kamuoyunu belirli bir çıkar algılaması yönünde tavır almaya ikna etme maharetiyle, farklı bir dünya resmi çizilmesi mümkün olur bu yolla.

Ama ya gerçek? Gerçek hangisidir?

Bu sorunun yanıtını yukarıda bahsettiğimiz ikinci husus çerçevesinde arayalım. Yazar, Obama ile Erdoğan arasında geçecek konuşmayı iki farklı üslup ve içerikle dünyaya duyuruyor. Basın-yayın kuruluşlarına açık konuşmada nelerin dile getirileceğini, kapalı kapılar ardında nelerin konuşulacağını önceden söylüyor. Birincisinde, birlikte güler yüzlü bir mesaj verilecek... Suriye, İsrail ile ilişkiler, Türkiye'deki çözüm süreci konularında aynı fikirde olan iki lider çıkacak kamuoyunun karşısına. Irak ve İran ile ilişkilerin iyileştirilmesi, Türkiye'nin bölgede bir demokrasi modeli olduğu, belki Ermenistan ile ilişkiler üzerine de makul bir kaç söz...

Ama kapılar kapandıktan sonra konuşulacaklar, yazara göre,  aynı uzlaşı içerisinde olmayacak. Örneğin, ABD Başkanı Obama, muhatabına ”Tayyip,” diye arkadaşça bir hitapla,  Reyhanlı saldırısından duyduğu üzüntüyü dile getirdikten sonra, asıl meseleye gelecek.

İlk sırada Suriye'de Beşar Esat'ın kan dökücülüğünün asla tasvip edilemeyeceği vurgulanıyor. Ama buna karşı alınacak önlem ve yürütülecek siyaset konusunda ABD ile Türkiye arasında tercih farklılığının olduğu anlaşılıyor. Örneğin, Obama, Türkiye'nin Katar ile yakın diyalog içerisinde olmasından duyduğu rahatsızlığı, bu ülkenin Suriye konusunda ABD ve Türkiye gibi hassas davranmadığını ve düşüncesiz bir tavır sergilediğini belirterek, dile getiriyor. Türkiye'ye, “Katar'dan uzak durun” mesajını vermeye çalışıyor.

Diğer yandan, Suriyeli muhaliflerin Türkiye üzerinden Suriye'ye yönelik eylemlerde bulunmalarından da ABD'nin hoşnut olmadığı ifade ediliyor. Buna karşılık, kuzey ya da güneydoğu Suriye arazisinde bir güvenli bölge oluşturulması için Türkiye'nin ABD'ye yardımcı olmasından memnuniyet duyulacağı söyleniyor. Suriye'deki durumun Ürdün, Irak, İsrail ve Türkiye'ye bir maliyet çıkardığından söz edilerek, Vilademir Putin'in adamlarının da bölgede boş durmadığı, bu yüzden Türkiye ve diğer müttefiklerin ABD ile birlikte hareket etmesinin gerekli olacağı ima ediliyor.

Yazarın Obama ile Başbakan Erdoğan'ı kapalı kapılar ardında konuşturmasından bir de şu anlaşılıyor: Amerika Suriye'de Beşar Esat yıkıcılığına karşı askerî bir müdahaleyi tercih etmiyor; diplomasi aracılığıyla, kısmen de hava destekli elektronik yetenekleri de devreye sokarak, bölgede bir güvenli alan ya da nüfuz alanı oluşturmaya çalışıyor. Bu sırada Türkiye'den beklediği ise, Suriyeli muhaliflerin İkinci Cenevre Görüşmeleri'ne katılmalarının sağlanmasıdır.

Bir başka sorun alanı da Irak ve bu ülkenin kuzeyindeki Özerk Kürt Yönetimi ile ilişkilerde görülüyor. ABD ile Türkiye'nin izlediği siyaset burada birbiriyle pek örtüşmüyor. Bunlar bölgesel ve küresel çıkarlar açısından değerlendirildiğinde, iki devletin stratejik planları arasında uyumsuzluk meydana getiriyor. Son zamanlarda Türkiye'nin Irak ve Kuzey Irak Yönetimi ile ilişkilerinde görülüyor bu.

Obama'ya atfedilen simülasyon konuşmasında, Türkiye'nin Suriye'ye yönelik tutumu ve Bölgesel Irak Yönetimi ile sıcak ilişkilerinin Malikî için bir tehdit anlamına geleceği belirtiliyor. ABD'nin de bundan rahatsız olacağı ifade ediliyor. Sözü edilen taraflarla ilişkilerinde Türkiye'ye fazla ileri gitmemesi tavsiye edilerek, ABD ile Türkiye'nin bu alanda gürültüsüz ve etkili bir siyaset izleyebileceğinden söz ediliyor. Oysa bu, Türkiye'nin halen kendi ulusal ve bölgesel çıkarına uygun görerek izlediği siyasete aykırı bir nitelik arzediyor.

Çözüm Süreci ve “Kürt açılımı” ile ilgili adımların ise ABD tarafından “cesur” bir girişim olarak değerlendirildiği dile getiriliyor. Bu arada Amerika'yı hedef alan bazı komplo teorilerine itibar edilmemesi salık veriliyor. Çözüm sürecinde ABD'nin Türkiye'ye yardımcı olacağı ifade ediliyor.

Bir akademisyenin, simülasyon yöntemiyle siyasetçilerin konuşmalarını kamuoyuna yansıtması anlamına gelecek bu konuşmalardan çıkaracağımız gerçek şudur:

Ortadoğu bölgesinde Türkiye ile ABD'nin çıkarları konjonktürel olarak birbiriyle uyuşabilir, ama esas itibariyle sürekli bir çıkar uyumundan söz edilemez. Bunun dışa yansıması ise aleni sözlerle değil, izlenilen siyaset ile olur.  Şimdilerde yaşanılan da budur.

icanbol@hotmail.com

twitter/icanbol

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat