Oyun Kürtler üzerinedir
- GİRİŞ23.05.2013 08:52
- GÜNCELLEME23.05.2013 08:52
Ortadoğu her ne kadar Batılıların kendi coğrafi konumlarına göre adlandırdıkları bir bölge olsa da, bugün kamuoyunda söz konusu kavramın hangi coğrafi ve kültürel karşılığının olduğu konusunda bir tereddüt yoktur. Ama bununla beraber, bölge Batının sadece ad koymasına maruz kalmamış, ondan sonraki süreçte de siyasi ve kültürel müdahalelerle malûl olmuştur. Bu anlamda Türkiye de Ortadoğu'nun bir parçası olarak görülmektedir.
Farklı inançları besleyen coğrafya
Öte yandan, üç semavi dinin köklerine zemin teşkil ederek, bir bakıma mümbit toprak gibi, inançları besleyen bu coğrafya aynı inancı paylaşan kardeşlerin inanılmaz derecede kanlı savaşlarına sahne olmuştur. Bunlardan öyleleri var ki, bizim şimdi onların hikmetini sorgulamamız hiç anlamlı/yararlı olmayabilir. Örneğin Hz. Peygamber'in eşi (Hz. Ayşe) ile damadı ve ilk Müslümanlardan Hz. Ali arasında geçen tahripkâr mücadele... Ya da Memluklular ile Timur 'un (Müslüman) askerleri arasındaki savaş. Bu örnekler çoğaltılabilir Ortadoğu'da.
Burada Müslüman olarak belirli bir kişi ya da taraf arasında seçim yapmak, en azından inanç temelinde, pek mümkün değildir. Çünkü her iki taraf ta, aynı inancın öğretisine sadakatle, birbirine karşı savaşıyor. O dönemin (konjonktürel) gerçekliği budur.
Peki, savaşta ölenlerin durumları, özellikle dini açıdan değerlendirildiğinde, ne olacak? Her iki savaşan taraftan da ölenler... Bunlardan hangileri cennete, hangileri cehenneme gidecek? Bunun kesin yanıtını vermek bize düşmez, ama bu soru mantıklıdır.
Haklılık vekâleten savaşta değil, bireysel niyet ve gayrette
Böyle bir soruyu Timur da sorar bu bölgede. Önceleri, ikna edici bir yanıt alamaz. Daha sonra, Memluklular ile savaşı kazanan Timur, iki tarafın ilim ve irfan ehli kişilerini davet ederek, aynı soruyu onlara da yöneltir. İçlerinden biri, gayet anlamlı olabilecek bir yanıt verir; ne Memlukluların ne de Timur'un askerlerinin sahip oldukları kimlikle cennete girebileceklerini söyler. Ancak savaşta ölen askerin yalnızca Allah rızası için samimi bir niyetle savaşmış olması halinde, hangi taraftan olursa olsun, cennete girebileceğini dile getirir. Çünkü iki tarafta da Müslüman askerler birbirine karşı savaşmaktadır.
Bu yanıt Timur'un da aklına yatar, mevcut koşullarda makul bir açıklama getirmiştir. Birbirine muhalif olan gruplardan hiçbiri kutsal değerleri tek başına temsil etme ve bununla ilgili hak iddia etme konumunda olmayacaktır. Bu açıklamaya göre, haklılık, vekâleten savaşan bir grubun mensubu olmakla kazanılmıyor; bireysel niyet ve gayrete bağlı bir durum olarak değerlendiriliyor.
Öte yandan, şeklen ya da geleneksel olarak kabul edilemez olan, kırmızı çizgilerle gösterilen birçok olgunun zaman içerisinde kamuoyu nezdinde kabul gören gerçeklik olarak kendini gösterdiğine tanık oluyoruz bu bölgede. Bunun konjonktürel örnekleri çoktur.
Doğru ve yanlış ya da kazanç ve tehdit algısı, kültürel ve dinsel arka plana bağlı olarak, bir görecelilik arzeder, Ortadoğu'da. Neyin doğru, neyin yanlış olduğu; yerleşik geleneklere ve ön kabullere göre değişir. Aynı dinin mensupları arasında bile bu farklılığı gözlemliyoruz.
Bu durum, bölgeye yönelik uluslararası müdahalelerin tahrip ediciliğini artırmaktadır. Söz konusu müdahalelerin bir kısmı, yukarıda ifade ettiğimiz tarihsel ve kültürel aidiyet algısından kaynaklanmaktadır. Müdahaleci güçlerin ya doğrudan kendileri için ya da başka birileri adına bu bölgeye yönelik siyasî planları ve girişimleri vaki olmuştur, bu halen devam etmektedir. Osmanlı Devleti'nin bölgede hâkim olduğu dönemde Yahudileri Avrupa'dan sürmeyi aklına koyan Avrupalı güçler, Filistin topraklarını ele geçiremeyince, Afrika'da bir Yahudi devleti kurdurmayı planlamışlardı. Bu amaçla Siyonist kongreleri düzenleniyordu.
Birinci Dünya Savaşı esnasında Batılı güçlerin müdahaleleriyle zayıflayan Osmanlı'nın Filistin topraklarını savunacak durumda olmamasından dolayı, yukarıda sözü edilen Yahudi devleti 1948'de Ortadoğu'da kurdurulmuştur. O tarihten itibaren Kudüs ve çevresi, aşamalı bir biçimde, Siyonist İsrail devletinin denetimi altına alınmıştır. Antisemitist Batılılar, böylelikle, bir yandan Yahudilere karşı vicdanî bir görev ifa etmenin huzurunu yaşarken, bir yandan da İslam coğrafyasında zulme karşı basiretsizlik ve çaresizliğin iklimini hazırlıyordu.
Müslümanları perişanlaştırma eylemi
Yahudilere Ortadoğu'da yurt açma planı, gerçekte, Osmanlı'dan sonra Müslümanları kendi coğrafyalarında perişanlaştırma eylemine dönüşmüştür. Bu Batılı güçler açısından hem bir denge siyaseti, hem de bölgedeki Müslüman ülkelerin içişlerine müdahale biçimi olarak değerlendirilebilir.
Şimdilerde ise oyun, Kürtler üzerinedir. Irak ve Suriye istikrarsızlaştırılarak, her iki ülkenin kuzey bölgelerinde özerk Kürt yönetimleri için zemin hazırlanmıştır. Türkiye'den çekilmekte olan PKK'lıların da bu bölgeye, özellikle Suriye'ye yerleşmelerinin sağlanması, Ortadoğu'da Kürtlerin bir siyasî kimlik arayışına yönlendirilmesi anlamına gelir.
Bu gelişmenin ne derecede Kürtlerin çıkarına hizmet edeceğini zamanla göreceğiz. Ama daha şimdiden, Irak Bölgesel Kürt Yönetimi Başkanı Mesut Barzani, ortaya çıkan durumdan şikâyetçi olduğunu dile getirmeye başlamıştır. Barzani'ye göre, PKK ve onun Suriye'deki izdüşümü olarak silahlanan PYD, Kürtler arasında bir iç savaş tehlikesi meydana getirmektedir.
Türkiye'den beklenen, basiretli davranış
Anlaşılıyor ki, Türkiye'de terör eylemleriyle yıpranan PKK, Ortadoğu'da bir uluslararası siyasî plan için başka bir görünümde devreye sokulmakta, ama bu da başta Kürtlerin güvenliğini tehlikeye düşürmektedir. Barzani'nin feryadı bunu gösteriyor.
Türkiye, bölgede Kürtlerin güvenlik ve refahına katkıda bulunabilecek tek ülke olarak, sözü edilen uluslararası siyasî planı fark edip basiretli davrandığı takdirde, hem terörden kurtulur hem de Kürtlerle kardeşliğini dünyaya göstermiş olur.
twitter/icanbol
Yorumlar2