Türkiye'nin temsilî konumunu zayıflatmak
- GİRİŞ06.06.2013 08:31
- GÜNCELLEME06.06.2013 08:31
Örneğin bir uluslararası derecelendirme kuruluşunun yabancı sermaye yatırımı için güvenli ülke kabul ettiği Türkiye'nin aynı hafta içerisinde İMF'ye olan borçlarını sıfırladığına dair haberler okur ya da dinlerseniz, bilirsiniz ve düşünürsünüz ki, ülkenizin uluslararası toplumdaki algısı iyidir.
Diğer yandan, en az otuz yıldır PKK teröründen muzdarip olan bu ülkede “çözüm süreci”nin başlatıldığı son üç dört ayda terörist eylemlerin, bu arada şehit haberlerinin gündemden düşmesinden anlarsınız ki, ülke içerisinde de iyi yönde gelişmeler vardır. Sonucun nereye varacağı henüz tam olarak netleşmese de, ülkenin kökleşmiş sorunlarına iyi niyetli çözüm arayışı söz konusudur. Bu arayış kamuoyunun çoğunluğu tarafından da desteklenmektedir. Ayrıca, güncel kamuoyu anketlerine göre, toplumun yüzde 50'sinin hükümete desteği devam etmektedir.
Ne var ki, bütün bu olumlu tabloya rağmen, birden bire ülke sathına yayılan hükümet karşıtı eylemler sonucunda, kötü imajla dünya gündemini işgal eden bir Türkiye ile karşılaştık. Bu gelişmeyi iki farklı boyutta yorumlamak mümkün olabilir.
Birincisi şudur: Demek ki, açık toplum ve demokrasi geleneğinde, halkın memnuniyeti için yalnızca ekonomik refah ve istikrar arayışı yeterli olmuyor. İktidar partisine oy veren veya vermeyen belirli bir vatandaş grubu, hükümetin bazı karar ve uygulamalarını bireysel ya da toplumsal tehdit olarak değerlendirdiğinde, sokakları ve meydanları işgal girişimiyle, karşıt tavrını ortaya koyabiliyor. Bu bir demokratik hak olarak görülüyor. Bu durumda sorunun en itidalli çözümü, devlet gücünün halka karşı devreye sokulması sırasında şiddetten arındırılması sayesinde mümkün olur.
Bu, Gezi Parkı örneğinde gözlemlenmiştir. Yeşili ve kamu çıkarını korumak amacıyla ilk protesto eylemini başlatan grubun, mahkemenin yürütmeyi durdurma kararı vermesi ve polisin geri çekilmesinden sonra, aslında, amacına ulaştığı ifade edilebilir. Ama olayların gelişmesi bu yönde olmamıştır. Çünkü eylemin buraya katılan farklı gruplar tarafından gerekçesi ve çerçevesi genişletilmiştir.
İşte şimdi bu noktada, ikinci boyuttaki açıklamayı yapabiliriz.
Yukarıda değinilen, Türkiye'nin güvenlik ve istikrarına işaret eden gelişmeler bazı dış çevrelerin çıkarlarına uygun düşmemiştir. Ülkenin iç barışı ve refahı için önemli olan söz konusu gelişmeler, herhangi bir biçimde sabote edilmeliydi. Bir parktaki ağaçların korunmasına yönelik yerel bir direniş nasıl oluyor da ülke çapında Başbakan ve hükümet karşıtı eylemlere dönüşüyor? Hem de tahrip edici bir ısrar ve kararlılıkla.
Polisin göstericilere karşı aşırı şiddet kullanması ya da Başbakan Erdoğan'ın sert üslubu ve bireysel özgürlüklere müdahale olarak görülen sınırlı alkol yasağı acaba ülke genelinde böylesine tahkir edici ve merkezî otoriteye başkaldırı anlamına gelecek eylemlere sebep teşkil edebilir miydi? Bu sorgulanmalıdır.
Biz konuyu, Türkiye'nin temsilî konumu açısından değerlendirmeye çalışalım. Türkiye'nin temsilî konumu, klasik anlamda bir jeopolitik köprü olmanın ötesinde, tarihî, kültürel, siyasî ve toplumsal doku duyarlığı arzeder.
Tarihî ve kültürel kazanımıyla Türkiye, diğer ülkelerin tek tip ve homojen görünümlü kimliğinin aksine, çeşitlilikle zenginleşen ama aynı anda hassaslaşan bir kimlik dokusuna sahiptir. Gerek ülke içerisinde, gerekse bölgesel/çevresel ilişkilerde bu kimlik dokusunun etkisi görülüyor.
Türkiye; Ortadoğu, Orta Asya ve Kafkasya, Balkanlar ve Avrupa, Kuzey Afrika ile Güney Asya bölgeleriyle ortak değerlere sahiptir. Siyaset ve kültür yoluyla etkileme ve etkilenme potansiyeli söz konusudur.
Nüfusunun çoğunluğu Müslüman bir ülke olarak, yukarıda belirtilen bölgelerle ilişkilerde bir model yeteneğine sahip olan Türkiye'nin bu potansiyel gücü bölgesel ve küresel aktörler tarafından tehdit olarak algılanabilir. O yüzden, Türkiye'nin yönlendirilebilir ve denetlenebilir olması gerekir. Gücünün kırılması, algılanan tehdidin üstesinden gelinmesini sağlayacaktır.
Ne rüzgârı esti?
Gezi Parkı olayından Türkiye'nin çıkarması gereken dersleri bu çerçevede düşünmekte yarar var. Başbakan Erdoğan ve siyasetçiler buradan ders çıkarmak durumundadır, ama sadece onlar değil, ev kadınlarına ve öğrencilere kadar, sokakta, balkonlarda protesto eylemine katılan ya da katılmayan herkes bu esen rüzgârın ne rüzgârı olduğunu iyi düşünmelidir.
Türkiye, dünyaya yansıtılan o kara dumanlı görüntüleri hak etmemiştir. Bunu hem devlet gücünü elinde bulunduranların hem de göstericilerin fark etmesi gerekir. İki taraflı bir özeleştiri zamanıdır.
Türkiye'nin bölge ülkeleriyle ve Batılı güçlerle ilişkilerde etkili olan temsilî konumu, ona ilave güç ve nüfuz kazandırabileceği gibi, bunun tersi de söz konusu olabilir. Çevreyi korumaya yönelik bir eylemi vesile kılarak, Türkiye'yi Ankara'dan yönetmenin mümkün olmayacağını, siyasette adem-i merkeziyetçi bir anlayışın hâkim olması gerektiğini dile getirmek, ya bazı güçlerin oyununa gelmektir, ya da sinsi bir fırsatçılıktır.
Bunları yaşadı Türkiye, Gezi Parkı eylemi sırasında. Acaba daha sonra kapsam ve niteliği değişen protesto eylemlerinde gerçek amaç, Başbakan'ın otoritesinin kırılması mıydı yoksa Türkiye'nin temsilî konumunun zayıflatılması mı?
Birçok göstericinin böyle bir şeyi asla aklına bile getirmediğini düşünüyoruz. Ama asıl sorun da işte burada. Safça bir katılımla, belki de korkuyla yaratılan bir kaotik durumdan Türkiye'nin zarar göreceğini anlamamıza yardımcı olduğu ölçüde, bu protesto eylemlerinin faydasından söz edebiliriz. Tabii, siyasetin de bundan ders çıkarması şartıyla.
Prof. Dr. İbrahim S. Canbolat
icanbol@hotmail.com
Yorumlar5