Zor zamanda siyaset ve bilimin rolü

  • GİRİŞ13.06.2013 09:04
  • GÜNCELLEME13.06.2013 09:04

Şiddet içermeyen direnişin dünyadaki sembolü olarak tanınan Gandi de, boyun eğebileceği tek zorbanın, kendi içindeki ufak ses olduğunu söylemişti.

Şimdi biz de bir yandan iki haftadır Türkiye gündemini işgal eden şiddetli gösterilere duyarsız kalamıyor, bir yandan da uzunca bir süredir serinkanlı ve nesnel düzeyde sorgulamaya çalıştığımız bir konuyu ele almak istiyoruz. İçimdeki ses bunu telkin ediyor bana.

Bir orta yol bulabilir miyiz? Bunu sağlayabilirsek hem kendimize karşı dürüst oluruz, hem de yapacağımız işin hakkını verebiliriz. Bunu deneyeceğiz.

Birinci konu, Gezi Parkı eylemiyle başlayıp sonuçta çekirdek eylemcilerin ve onlara başka yerlerde destek verenlerin amaçlarının da istismar edilmesiyle çok farklı bir eşiğe ulaşarak, Türkiye'de zorlama bir tehdide zemin hazırlayan gelişmelerdir.

İkincisi ise, Türkiye'nin her alanda kalkınması için gerekli olan bilimsel yöntemin üniversiteler aracılığıyla hem siyaset dünyasında hem de toplum nezdinde ne derecede kabul gördüğünün sorgulanmasıdır. Birinci konunun hassasiyetini düşünerek, ikinci konuyu hiç gündeme getirmemek, haksızlık olur. Kaldı ki, ülkenin ekonomik gelişmesi ve ilerleyen demokrasi tecrübesi sayesinde vatandaşların bireysel hak ve özgürlüklerinin güvence altına alınması, birinci konuyla ilgili talepleri karşılayıcı bir sonuç meydana getirir. Bu da ancak bilimsel araştırmaya dayalı bulgular marifetiyle gerçekleşir.

Taksim Gezi Parkı eylemcilerinin esas itiraz gerekçesi, hükümetin ekonomik başarısızlığı değil, siyasetin halkın bireysel özgürlük alanlarına aşırı müdahalesi idi. Böyle bir algının dışa yansıması olarak görüyoruz o eylemleri. Ama bu o noktada kalmadı, farklı amaçlara sahip gruplar tarafından hükümeti düşürmeye yönelik bir tür kalkışmaya dönüştürüldü.

Haksız olan buydu. Hükümetin, normal olarak Avrupa ülkelerinde de uygulanan, alkollü içeceklerle ilgili bir düzenlemesi de belirli kesimlere yönelik bir  “yasaklama” olarak algılanmıştır. Oysa bu konu, belki uzman görüşü de alınarak, salt siyasî değil sağlığın korunmasını amaçlayan teknik ve evrensel bir düzenleme olarak anlatılabilirdi. Ayrıca, ilk kriz yönetimi aşamasında da deneme yanılma yoluyla polis gücünün abartılı biçimde devreye sokulmasından kaçınılabilirdi. Polis Akademilerinde bu konularda eğitim çalışmalarının olması gerekir.

Akademik danışmanlık hizmetinin verilebilmesi için ise, önce, bilimden ne anladığımız konusunda karşılıklı olarak düşünmek ve kendimizi sorgulamak zorundayız. Bilimsel üretim ve etkinlik yeri olan üniversiteden ne anladığımız önemli. Beklentilerimiz de buna göre oluyor.

Üniversitelerin toplumun sorunlarını tespit ve çözümleme konusunda kendilerine özgü çalışma ve araştırma yöntemleri vardır. Tabii ki, üniversite demek binalar değil, belirli özelliklere ve niteliklere sahip kişiler demektir. Önce bu kişilerin akademisyenlik mesleğini yürütmeye/yaşamaya uygun tercih ve beklentileri olması, sonra da bu beklenti ve gereksinimlerin karşılanması gerekmektedir. Toplum ve siyasî irade sorumludur bundan.

Burada bir döngü söz konusudur. Üniversite bu anlamda beslendiği ölçüde, siyasete ve topluma faydalı olur. Siyasetin ağırlığını üzerinde hissettiği ölçüde de, kendine yabancılaşır ve olması gerekeni yapamaz hale gelir. “Özgür üniversite” vurgusunun da anlamı burada gizlidir.

Üniversite öğretim üyesinin akademik özgürlüğünü hem bu anlamda hem de ekonomik bağımsızlıkla bağlantılı olarak düşünmek durumundayız. Öğretim üyesi, meşgul olduğu teorik ve uygulamalı akademik işlerinde bağımsız ve özgür olduğu müddetçe, gerçek anlamda işlerini yürütmüş olur ve bilim verileri üretir. Toplumsal gerçekliğin kavranılmasında siyaset de bilimden destek ve yardım alır. Bilim herkese eşit mesafededir.

Üniversite, toplum, siyaset

Türkiye'de üniversite ile siyaset arasında iletişim sorunu her zaman olmuştur. Buna bağlı bir biçimde, beklentilerin karşılıklı olarak ifa edilmesinde yetersizlik söz konusu olmaktadır. Bunların taraflar arasında tartışılması gerekirken, tek taraflı çözüm denemelerine gidilmesi, hem işlevsizlik hem de memnuniyetsizlik sebebi olarak ifade edilebilir. Oysa bunun aksi durumunda, demokratik sisteme yönelik her türlü zararlı oluşumlara karşı da üniversite ve siyaset arasında uyumlu ve ortak duruş için anlayış birliği oluşabilir.

Üniversitenin nitelikli gençleri akademik kadrolarına çekebilmesi için önce gelir düzeylerinin iyileştirilmesi şarttır. Bunun normal olarak teorik çalışmayla meşgul bütün öğretim üyeleri düşünülerek yapılması gerekiyor. Son zamanlarda bazı önerilerde görüldüğü gibi, bilim adamı şirket kurmaya ve böylece hem patent hem de para sahibi olmaya teşvik edildiğinde, teorik çalışma yapanlarla diğerleri arasında nitelik ve gelir açısından farklılık meydana gelir. Üniversitelere önerilen bu modelin ülke kalkınması ve özgün bilimsel veri üretimi bakımından belki faydası olabilir, ama bu uygulama üniversitelerde adalet ve eşitlik zeminini bozar. Sadece bu da değil, daha önemlisi, öğretim üyelerinin teorik çalışma yapmaları teşvik görmeyeceği için, hedeflenen sanayi uygulamaları da akademik destekten yoksun kalır.

Hükümet her kente üniversite açarak, ÖYP kadroları tahsis edip öğretim üyesi yetiştirilmesine yönelik faydalı adımlar atmış olsa da, akademik personelin özlük hakları konusunda bir iyileştirme yapılmadığı takdirde, üniversite ile ilgili beklentinin gerçekleşmesi kolay olmayacaktır. Çünkü üniversite, binadan ibaret değildir. Devlet eliyle ya da hayırsever kişilerin katkılarıyla çok güzel üniversite, fakülte binaları inşa edilebiliyor; ama önemli olan, bu binaların nitelikli akademik kadrolarla üniversiteye dönüştürülmesidir. Bu yapılamıyor henüz.

Niçin?

İki temel sebepten dolayı: Birincisi, toplumda ve siyaset çevrelerinde bilime/bilimsel düşünceye pek fazla atıf yapılmasına rağmen, gerçekte bilim için gerekli atmosferin söz konusu çevrelerde aslında hiç rağbet görmemesidir. İkincisi ise, bu anlayışın sonucu olarak, akademisyenlere ödenen maaşın, hak edilenden çok düşük düzeyde olmasıdır.

Yukarıda dile getirdiğimiz birinci konuyla ilgili olarak toplumun bazı kesimlerinde algılanan korkuyu temelsiz kılmak için bilim dünyası ile ilişkileri de iyileştirmek faydalı olur. Bu, ülkede dengeli kalkınmayı sağlayacağı gibi, toplum ve siyaset arasında gerginlik zemini oluşmasını da önler.

icanbol@hotmail.com

Yorumlar3

  • İsmetlim 12 yıl önce Şikayet Et
    Maksat üzüm yemek değil,bağcıyı dövmektir.. Gezi parkı eylemlerinin arkasında bireysel hakların engellenmesi yoktur.Olay ideolojiktir.İyi niyetlerle başbakanın yumuşaması gerekir diyenler şunu bilsinler ki; onların tüm istekleri yapılsa,başka-başka sebepler ortaya koyarak aynı eylemlerde bulunurlar.Bir taviz verilirse arkası kesilmeyen eylemler devam eder gider.Dün kaymak tabaka olarak bilinen kesim,bu gün vatanın tümü bu imkanlardan faydalanır olduğu için hırçınlaşıyor.Ellerinden giden sadece,kendilerinin hakkı bildikleri imkanların başkaları tarafında paylaşılmasını hazmedemiyorlar.Evet Türkiye değişiyor.Bu değişikliğe herkes uyacak ve alışacaklar.Yazının ikinci kısmındaki teknik konu umarım taraflarca ortak noktada buluşularak halledelir,böylece işlevselliğin istenilen seviyeye ulaşması sağlanır.
    Cevapla Toplam 6 beğeni
  • ertan korkmaz 12 yıl önce Şikayet Et
    network. çok yakın zamanda dahi hiç bir konuyla ilgisi ve siyasetle de en ufak bir bilgisi olmadığı ve hatta kendilerine gösterilen resimlerle dünya ve türkiye siyasetinin önderlerini tanımayan bu gençliğe şimdilerde ''network''gençliği ünanı verilmiştir.bunlarda kendilerine apolitik,antikapitalist,antikapilasit müslümanlar...gibi isimlerle tanımlıyorlar.80 sonrası yapılan anayasayla bu hale getirilen gençliğin bir an önce yeni anayasayla ülkenin ihtiyaç duyduğu kişiler olmalıdır.burada iktidarın 18 yaş milletvekili olma teklifine itiraz edenlerin şimdilerde bu gençlikle gurur duyması ve kendilerine de ders verdiklerini söylemeleri günün ne kadar gerisinden geldiklerini göstermesi açısından önemlidir.üniversiteler bu günden geri kalmamalıdır.önlerindeki eski yök kanunları kaldırılmalıdır.
    Cevapla Toplam 4 beğeni
  • Mehmet Ciranoğlu 12 yıl önce Şikayet Et
    Bilim ve Siyaset!. Bu konuda sanki suç siyasetten ziyade bilimin gibi görünüyor bana. Bilim Dünyası sanki bilimin bağımsızlığıyla kopukluğu arasındaki dengeyi ayarlayamıyor. Özellikle Toplum Biliminde şu soru aklıma hep takılır: Bilim mi toplumun gerçekliğinden beslenir yoksa toplum mu bilimden? Bizim bilim adamlarımız (tabi ki hepsi değil ancak ekseriyeti) bugüne kadar genellikle toplumdan kopuk bilim üretmeye çalıştıkları için çok da gerçekliklerle örtüşen bilgi/yöntem üretemediler kanaatimce. Oysa siyaset tam olarak toplumun gerçeklikleri üzerinden ve pragmatik yöntemlerle yapılmakta dolayısıyla bilim ve siyaset, en çok kesişmeleri gereken toplum bilimleri alanında, hep bir küslük yaşadılar. Özgürce bilim/düşünce üretememek bilim dünyası için elbette bir sebep ancak siyasetin kendi sebeplerini de doğru anlayabilmek gerek diye düşünüyorum.
    Cevapla Toplam 2 beğeni
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat