Gezi dersleri: Haklı olmak yetmiyor
- GİRİŞ20.06.2013 09:48
- GÜNCELLEME20.06.2013 09:48
Önce hemen belirtelim ki, haklılık ve doğruluk kavramlarında bir anlam bütünlüğü ve hatta özdeşliği söz konusu olmakla beraber, haklı olmak kişinin her zaman doğru davranacağını garanti etmiyor. Haklı olan eğer haksızlık karşısında iradesine hükmedemeyip sabırsızlaşır ve içerik itibariyle doğru ama yöntem olarak yanlış bir davranışta bulunursa, sonuçta yaygın kanaat açısından haksız kabul edilebilir.
Bu haksız kabul edilme durumu, manipülasyona bağlı bir bilgi noksanlığından kaynaklanabileceği gibi, çıkar algılamasındaki farklılık ve çatışmadan da doğar. İlkini değiştirip iyileştirme olanağı vardır; kamuoyunda zihinlerde oluşan bazı soru işaretlerini tespit ederek, doğru bilgilendirme yoluyla bu sorun aşılabilir. Ama ikincisinde bir çıkar çatışması söz konusu olduğundan, olumsuz imaj üretme iradesini kırmak kolay olmaz. Bununla beraber, kötü imaj oluşumuna karşı her iki çevrede doğal ama etkin işler yürütmek faydalı olur.
Konuyu Türkiye'deki son hadiseler kapsamında inceleyelim. Gezi Parkı eylemleriyle başlayan gelişmelerle ilgili üç farklı yaklaşım olduğunu görüyoruz: Ülke içerisindeki vatandaşların tutumu, Batılı çevrelerdeki çıkar farklılığı, İran ve diğer Müslüman ülkelerin yaklaşımı.
Korku iki tarafta
Konunun ülke içerisindeki boyutu çok tartışıldı, bunun üzerinde daha fazla durmaya gerek görmüyoruz. Ancak şunu belirtelim ki, hadiselerin tırmandırılması sürecinde, anarşik eylem için fırsat bulan marjinal grupların taşkınlık ve yıkımla kendini gösteren davranışlarını saymazsak, normal olarak kendini belli eden iki türlü korku dikkat çekmiştir. Bir tarafta bireysel hak ve özgürlük alanının daraltılması korkusu, diğer yanda Menderes ve Özal akıbetinin mevcut siyasi iktidar döneminde tekerrür etme olasılığının meydana getirdiği gerginlik ve endişe.
Böylesi bir siyasi ve toplumsal ortamda hem taraf olma hem de tepkisel davranma şeklinde etkisi hissedilen protesto ve savunmalar, yabancı medyanın gayretkeş yayınlarıyla kısa sürede tüm dünyada haber konusu olmuştur. Ne yazık ki, bunların çoğu da objektif haber niteliğinde değildir; Türkiye'yi hiç hak etmediği ve gerçeklikten uzak bir yıkıcı kaos ortamında gösteren manzaralar eşliğinde yapılan yorumlardır.
Batılı ülkelerde bu türden haber ve yorumların çıkmasını hayretle karşılamıyoruz, ne var ki, bu ülkelerin yurttaşı olmuş Türk kökenli siyasetçilerin medya üzerinden dünyaya yansıttıkları Türkiye fotoğrafı da çok kötüdür. Örneğin, Başbakan Erdoğan'ın totaliter uygulamalarla Türkiye'yi bir "kriz ülkesi"ne dönüştürdüğünden söz ediliyor. Televizyon haberlerinde ise asker kontrolünde sokaklar, polisin vatandaşlara karşı sert müdahalesi, özellikle seçilerek, gösteriliyor.
Türkiye'de siyasi irade, bir yandan içeride sükûneti sağlamayı kendi sorumluluğunda görürken, diğer yandan dış dünyada izlenilen itibarsızlaştırma siyaseti karşısında da önlemler almak zorunda.
Haklı olmak yetmiyor bugün. Çığ etkisiyle büyüyen Türkiye karşıtı söz ve eylemler, gerçeklikle ilgisiz olsa da, belirli bir kamuoyu yaratıyor size karşı. Bunları ikna etmek mümkün değil diye inadına sert söylemlerle siyaseti yürütmeye çalışmak, zararlı olur. Evet, bir dereceye kadar sert ve kararlı bir duruş ortaya koymak gerekebilir, ama haklı iken haksız duruma düşme tehlikesini de göz ardı etmemek şart.
Batı medyasının tek yanlı haber yaptığı doğrudur; örneğin, Başbakan'ın eylemcilerle en az iki kez görüşmesinden sonra karşılıklı bir anlayışın mevcut olduğu kamuoyuna duyurulmasına rağmen, Batılı haber bültenlerinde bunlara hiç yer verilmemiş, sürekli olarak hükümetin ifade ve gösteri hakkını güç kullanarak bastırmaya çalıştığı bildirilmiştir. İstanbul Valisi'nin gece sabaha kadar eylemcilerle konuşarak, müzakere yoluyla krize çözüm araması hiçbir Batılı ülkede görülmemiştir muhtemelen.
İşte bütün bunları yok sayan bir zihniyetin yol açtığı sorunlarla mücadele etmek gibi bir gerçeklikle karşı karşıyadır Türkiye'yi yönetenler. Bu noktada, yalnızca savunmacı ve karşıolumlu bir siyaset izlenilmesi, haklı olsa bile, doğru olmaz. Çünkü sizi zora sokar, ülkeyi daha fazla gerer. Gerginlik değil, yumuşama ve ortak anlayış zemini kolaylaştırır siyasetçinin işini. Özellikle de iktidarın.
"Yükün ağır, gücün kıla bağlı"
Böylesi durumlarda Şeyh Edebali'nin Osman Bey'e öğüdüne kulak vermek iyi gelir. Ne demişti Edebali? "Güceniklik bize, gönül almak sana... Geçimsizlikler, çatışmalar bize, adalet sana... Yükün ağır, işin çetin, gücün kıla bağlı... Daima sabırlı, sebatkâr ve iradene sahip olasın... Her sözü üstüne alma, gördüğünü söyleme, bildiğini deme!"
Bir yöneticiye hitaben dile getirilen bu öğütler, aslında, halkın temel hak ve özgürlüklerine ilişkin bir güvenceyi de beraberinde getiriyor. Ayrıca, Avrupa Birliği'nin Temel Haklar Şartı çerçevesinde belirlediği, "vatandaşın iyi yönetilme hakkı"nı da içeren bir zenginliktedir. Ayrıca, Enverî'nin "Biçim ver kendine her an, her yerde/Doğruluk, muhakeme ve itidal ile" şeklinde dile getirdiği öğüdü de dikkate alırsak, Batı'nın " iyi yönetilme hakkı" olarak ileri sürdüğünün ötesine geçen bir anlayışın burada var olduğunu görürüz. Bu kültür ve değerler zemininde yükselmekte olan bir ülkenin daha iyi bir muamele görmesi beklenirdi.
Ne ki, öyle yürümüyor bu dünya işleri. Haklı ve kültürel değerler itibariyle zengin bir konumda olmanız, asla yeterli değil. Durumu, koşulları sizin hassasiyetle tartmanız gerekiyor. Ona göre seçmeniz yöntem ve yolunuzu.
Bir taraf (örneğin Batı) sizi geleneksel önyargıyla eleştirip içişlerinize müdahale girişiminde bulunurken, diğer taraf (örneğin İran) bunu ülkenin içişleri olarak değerlendirebiliyor. Burada da tarafların kendilerine özgü çıkar algılamaları söz konusudur. Batı'nınki belli... İran ise gerçekten Türkiye'nin içişlerine saygılı olduğu için değil, bölge siyasetindeki önceliklerinden dolayı böyle bir tercihte bulunuyor. Örneğin, Suriye... İran ile Türkiye'nin bu ülkedeki gelişmelere yönelik politikalarının birbirinden çok farklı olduğu biliniyor. Türkiye Suriye'de halkına zulmeden Esat rejiminin değişmesi yönünde bir siyaset izleyerek, muhalif kesimi alenen destekliyor. İran ise siyasî ve kültürel sebeplerle buna karşı. Gezi Parkı olaylarında ortaya koyduğu (zahiren) Türkiye yandaşı tavrıyla, aslında, bölge siyaseti konusunda Türkiye'ye bir mesaj vermiş oluyor: Sen de Suriye ve diğer bölge ülkelerinin içişlerine karışma!
Geziden bir ders de bu olabilir.
Prof. Dr. İbrahim S. Canbolat - Haber 7
icanbol@hotmail.com
Yorumlar4