Bölerek değil, birleştirerek…
- GİRİŞ25.07.2013 09:25
- GÜNCELLEME25.07.2013 09:25
Doğru ile yanlışın iç içe olduğu bir anlatım. Partilerden kopmalar olduğu ve bunun da Rahmetli Erbakan Hoca'nın Milli Görüş siyasetinin partileşme sürecine girmesine zemin hazırladığı doğrudur. O dönemlerde bu vesileyle çok faydalı işler de başarılmıştır. Bunlar işin bir tarafı.
Ama diğer yanda, hâlihazırdaki konjonktürde ulusal ve uluslararası odakların Türkiye'deki siyasî istikrarı hedef alan yıkıcı girişimlerine malzeme sağlayacak bir siyasî söylem hiç doğru olmaz. Her ne kadar daha önceki örneklerde büyük ölçüde sağ muhafazakâr seçmenlerin oluşturduğu siyasî partilerde bölünme neticesinde söz konusu hükümet deneyimleri mümkün olmuş ise de, bu durum şimdi de aynı gelişmenin olacağı anlamına gelmez.
Bu hususla ilgili iki farklı durumun varlığına dikkat çekmek zorundayız. Birincisi, siyasette kalıcı başarının bölünmeden değil, asgarî müşterekte birleşmeden geçtiğidir. Tabii ki bu da bir tür bölünmeyi beraberinde getirebilir, ama esas olan, farklılıkların bir ortak zeminde birleşmesi, birleştirilmesidir. Siyasetin dönüştürücü gücü burada kendini gösterir.
İkincisi ise Adalet ve Kalkınma Partisi'nin yapı olarak diğer iki siyasi partiden daha farklı bir özelliğe sahip olduğudur. Kısmen Turgut Özal'ın Anavatan Partisinde gözlemlenen "üç eğilimin birlikteliği" türünden bir seçmen çeşitliliğini AK Parti'de yaygın biçimde görebiliyoruz. Buradaki ideolojik olmaktan çok, faydacı/pragmatik bir seçmen tercihidir. Öncelikle ülkede ekonomik ve siyasî istikrar beklentisi içerisinde olan geniş bir seçmen grubunun, sözü edilen tercihle, oyunu AK Parti'ye vermeyi yeğlediği anlaşılmaktadır.
Eleştiri ve destek ile toplumsal dönüşüm
Bu kesimin, ideoloji ve dünya görüşü itibariyle, AK Parti'nin dışa yansıyan temel misyonuna pek yakın durmadığı, hatta yeri geldiğinde sert eleştiriler getirdiği de bir gerçek. Ama neticede öz çıkarları açısından bakıldığında, yerli/yabancı sermaye yatırımı ve ticaretin sürekliliği için bir anlamda piyasa garantisi sunan siyasî iktidarın zımnen de olsa desteklenmesi gerekecektir. İşte hükümete bu desteği vermekten yana olan seçmen davranışının da etkisiyle oylarını sürekli artıran AK Parti, sosyolojik açıdan çok boyutlu bir dönüşüm potansiyelini ifade ediyor. Bu yönüyle, partinin adındaki "kalkınma" esprisi ile uyumlu bir değişime kapı açmış oluyor.
Ekonomik ve sosyal değişim bir yandan Türkiye'nin dünyadaki algılanma durumunu da etkilerken, bir yandan da ülke içerisinde vatandaşın talep önceliğini değiştiriyor. Eski dönemlere oranla belirgin bir ekonomik büyümenin gerçekleştiği ülkede aynı zamanda, belki buna bağlı olarak, siyaset merkezinde iktidarın ağırlığı hissediliyor. Gel gör ki, bu gelişmeyle beraber hem genç kuşakların refah doygunluğu hem de bireysel hak ve özgürlük duyarlılığı eşzamanlı olarak varlık gösterince, toplumun en devingen kesiminin talep ve tepki grafiğinde de hızlı dönüşler ortaya çıkıyor.
Alternatifsizlik mi?
Bütün bu yenilikler, ki kamuoyu nezdinde destek bulan ve/veya eleştirilen tezahürlere zemin teşkil ediyor, herhangi bir biçimde AK Parti iktidarının ürünü sayılır. Bu bir bakıma özgün bir Türkiye fotoğrafı sergiliyor. Yeni bir Türkiye. AK Parti çekirdek kadrosu ve Türkiye kamuoyu birlikte hazırlamıştır bu sözü edilen yeniliği. Hatta buna muhalefet partileri de dâhildir. Siyasette alternatifin varlığı ve yokluğu anlamında düşünüldüğünde, seçmen tercihini etkileyen en belirgin hususun zayıf/güçlü ikna potansiyeline sahip bir siyaset önermesiyle ilgili olduğu anlaşılır.
Türkiye Cumhuriyeti tarihinde (AK Parti dönemine kadar) hükümetlerin ömürlerinin ortalama bir buçuk yıl olduğu düşünülürse, bu son dönemde halkın güçlü bir hükümetle aslında siyasî istikrarı önemsediği, seçmen tercihinde bunun da yönlendirici olduğu anlaşılır. Doğaldır ki, bir ülkede siyasî istikrar tek başına anlam ifade etmez, bunun tamamlayıcı önkoşulu ekonomik üretim ve adil sosyal dağıtım süreçlerinin halkın gereksinimlerini karşılayıcı ölçüde devreye girmiş olmasıdır. Ulaşımdan tutunuz sağlık ve tarım alanlarına kadar her vatandaşın gündelik hayatında kendisini bulacağı ekonomik, kültürel, toplumsal ve siyasî içerikli bir süreçtir bu. Başbakan Erdoğan ve AK Parti iktidarı uzun solukluluğuyla istatistik anlamında bir Türkiye rekoru kırarken, arka planda söz konusu süreçlerin de toplumu dönüştürücü etkileriyle varlık gösterdiğini unutmamak gerekir.
Türkiye'de toplumsal gerçekliğin siyaset dünyasındaki kurumsallaşması olarak değerlendirebileceğimiz AK Parti, bu özelliğiyle pek de örtüşmeyecek biçimde, aynı zamanda Tayyip Erdoğan ile özdeşleşen ya da öyle algılanan bir lider partisidir.
Hem gücünü toplumsal gerçeklikten alması hem de geleceğinin bir şahsın kaderine bağlı olması, gerçekte, bu parti için çelişkili bir durum olarak görülebilir. Doğrudur. Ama yine geleneksel Türkiye gerçekliğine göre, lider, tarihsel öneme sahip bir kişilik olduğu için, toplumsal gerçekliğin bir parçası kabul edilmek zorundadır.
Bu anlamda liderden beklenen, bir yandan geniş kitleleri o topluma özgü asgarî müşterek etrafında bir araya getirmek, diğer yandan ise toplumu belirli bir gelecek hedefiyle sevk ve idare etmektir. Bu açıdan bakıldığında, Başbakan Erdoğan, son zamanlardaki tüm eleştirel ve olumsuz değerlendirmelere rağmen, başarılı bir lider davranışı sergiliyor.
Peki, bunu neye borçlu acaba Başbakan?
Birbirini tamamlayan iki farklı tercih ve eylemin burada etkili olduğunu ifade edebiliriz. Biri, Başbakanın mümkün olduğunca geniş bir asgarî müşterek zemini oluşumunu kolaylaştırıcı siyaset izlemeye çalışmasıdır. Diğeri ise, hitap ettiği toplumun çeşitliliğine aykırı düşmeyecek tarzda, kendi kişilik özelliklerinden ödün vermeyerek, halk nezdinde güven duygusu yaratacak bir izlenim meydana getirmesidir.
Bununla beraber, doğal olarak, sözü edilen keskin tavrın aynı ölçüde karşıtları da olmaktadır. Ama bunlar yalnızca radikal muhalefet çizgisinde bir yol izleyerek, asgarî müşterek alanından uzaklaşmaktadır. Oysa bir tür iktidar yozlaşması karşısında mantıklı eleştiriyle de siyasî iradeye muhalif olmak mümkündür. Hatta bu gereklidir.
Bunun olmaması, siyaset yoluyla böyle bir eleştiri ve muhalefetin kurumsallaşmaması, bugün Başbakan Erdoğan'ı alternatifsiz lider konumuna getiriyor. Bu O'nun suçu değil. O bundan yararlanıyor sadece. Bu da normaldir.
Asgarî müşterek, kavram anlamı itibariyle, en az ortak payda demektir. Ama gel gör ki, bu en az ortak payda, her birinde güçlü inanç ve kararlılık bulunan bireylerin bir hedefe kilitlenmelerini sağlayacağı için, zaman içerisinde toplumun asıl dönüştürücü yeteneğini oluşturacaktır. İşte bu azlıktan çokluğa geçiş, başkalarının bölünmesiyle değil, farklılıkların belirli bir ortak noktada buluşmasıyla gerçekleşir. Siyasetçiye de burada sorumluluk düşer.
icanbol@hotmail.com
twitter.icanbol
Yorumlar1