Bayram üzeri Anadolu gözlemleri
- GİRİŞ08.08.2013 10:21
- GÜNCELLEME08.08.2013 10:21
Marmara Bölgesinden başlayarak, Orta Anadolu ve Doğu Akdeniz bölgelerine uzanan seyahatimiz bize çok yararlı gözlem olanağı sundu. Teorik bilgilerin toplumda nasıl bir doku ve dinamizm temelinde varlık gösterdiğini, daha yakından bir tanıklıkla, anlama fırsatı bulduk.
Örneğin, zekat ve fitrenin, dinî bir yükümlülük olmasının yanı sıra, toplumsal işlevinin ne kadar büyük ve önemli olduğunu somut örnekle görüp tecrübe edinmek, öğretici ve ikna edici bir kazanç niteliğindeydi. Bunu bir ayakkabı boyacısının hayatı ve düşünceleri üzerinde durarak, açıklamaya çalışalım.
Ramazan'ın son günleri... Sıcak bir öğleden sonra vakti... Akdeniz Bölgesinin en doğusunda bir Anadolu kentinin çarşıya açılan cadde ve sokakları kalabalıklarla hareketli bir manzara arzediyor. Vaktiyle Sosyoloji öğrenimi de görmüş biri olarak, sokağın dilini anlama isteği doğuyor içimde. O sırada bir ayakkabı boyacısının, önünde bir boya sandığı, yanıbaşında da boş bir sandalye olduğu halde, müşterisiz, etrafa sanki bir tefekkür haliyle bakmakta olduğunu fark ediyorum. Yanına yaklaşıp selam verdiğimde, bana sandalyeye oturmamı söylüyor. Oturuyorum. Ayakkabımı çıkarıp veriyorum boyaması için. Bir yandan da önüme koyduğu sandalete doğru uzatıyorum ayağımı.
Orta yaşlı, saçları ve sakalı kırlaşmış ayakkabı boyacısının yaklaşık otuz yıldır bu işi yaptığını öğreniyorum. Ana caddeye bakan bir kaldırım kenarında çalışıyor. Boyacı tezgâhını akşam mesai bitiminden sonra yakındaki bir apartmanın (adını da söylüyor) giriş kısmında bir dolaba koyduğunu, kendisine dış kapının anahtarını verdiklerini ve böylelikle rahatça oraya girip çıkabildiğini anlatıyor. Yüzünde müteşekkir bir ifade beliriyor, bunları söylerken.
Hiç soru sormayan bu adam, yalnızca sorulara yanıt veriyor ve kendiliğinden birşeyler anlatıyor. Çalışma koşulları zor, para kazanma olanağı kısıtlı olmasına rağmen, şikâyet ve dertlenme yok anlattıklarında. Geçen yıllardaki ile bu yılki Ramazanı karşılaştırırken, önce Ramazan'da başka zamanlardakinin üç katını kazandığını, ama bu Ramazan'da öyle olmadığını ifade ediyor.
Bu arada, yıllar önce yaşadığı, kendi ifadesiyle, "çok hikmetli" bir anısını bizimle paylaşıyor:
- Gene bir Ramazan ayındaydık, diyor. " Bir gün sonrası Bayram, ben, akşam saat dokuz olmuş, daha boyacı tezgahının başında bekliyorum. Çocuklara bayramlık alacak param yoktu... İşler iyi gitmemişti. O zaman karşı caddedeydim. Bir adam geldi, ayakkabıyı kaça boyadığımı sordu, söyledim. Ayakkabısını boyadım. Ücretini ödedi. Sonra cebinden bir deste para çıkarıp dedi ki; "sen bu Bayram eve hazırlık yapamamış gibisin, şu parayı al ve çocuklarının Bayram ihtiyacını gör".
Ayakkabı boyacısı, bunları anlatırken, yıllar önce yaşadığı o anın etkisini bize de hissettiriyordu doğal ve samimi haliyle. Belli ki, o zaman henüz küçük yaşta olan çocuklarını bayramda sevindiremeyecek olmak O'na zor gelecekti. Boyacı kutusunun başında beklerken bu duyguların verdiği bir düşünceyle bakışları da hüzünlüydü demek ki. Ayakkabısını boyatmak isteyen adam sezmişti, boyacının iç dünyasındaki fırtınayı. Şimdi aradan sekiz, on yıl geçtiği halde, boyacı, o günkü kederi ve sevinci, özellikle de ikisini aynı zamanda yaşamış olmasını bugün bize sözleriyle olmaktan çok beden ve ruh haliyle bir kez daha anlatmış oluyordu.
- Adam gittikten sonra parayı saydım, tam 250 (iki yüz elli) liraydı, diyor. "Hemen hanımı çağırıp parayı verdim, çocuklara bayram için kıyafet almasını söyledim. O da çok şaşırdı. 'Önce borçlarımızı ödesek', dedi. Yok dedim, bu bana parayı veren kişinin tembihi, mutlaka çocuklara harcanacak... Sonra hanım dediğim gibi yapmış, ayrıca kendine birşeyler almış, bana da bir gömlek."
Fitre ve zekât mutluluğu
Ayakkabı boyacısının ve ailesinin Bayram öncesi umutsuzluğu ve kederi birden sevince dönüşmüş. Kimin sayesinde? Bu hiç önemli değil. Herhangi bir kişinin vermek zorunda olduğu fitre ve zekât sayesinde gelmiştir o mutluluk. Şimdi o çocukların en büyüğü hemşire olarak mezun olup İstanbul'da bir hastanede göreve başlamış. Diğer iki çocuk da üniversitede okuyormuş.
Zekât ve fıtır sadakasının toplumda iki türlü faydası görülüyor. Biri şudur: Servetin belirli kişilerin elinde aşırı büyümeyle bir tahakküm aracı haline gelmesi önleniyor. Ayrıca, servetlerinin bir kısmını yoksul ve darda olan ihtiyaç sahiplerine ayırarak, onların sıkıntılarına çare olan varlıklı kişilerin böylelikle bir iç huzuru duymaları ve maddiyatın veremediği mutluluğu tatmaları mümkün oluyor.
Diğeri de, yukarıda anlatılan örnekte görüldüğü gibi, bir anlamda toplumsal dayanışma yoluyla halkın bir kısmının gereksinimlerinin karşılanmasıdır. Aksi halde, yoksulluk sebebiyle ailede huzursuzluk, çocukların eğitimden yoksun kalması ve kirli emellere sahip örgütlerce istismar edilmeleri sonucunda teröre kadar varacak zararlı faaliyetlere bulaşma ihtimalini de düşünmek durumundayız. Zekât ve fitre bu bakımdan bir güvenlik işlevi de icra ediyor.
Yeryüzünde gezip dolaşarak, insanların yapıp ettiklerinin hangi sonuçları doğurduğuna tanık olmak, kişinin kendi karar ve eylemleri üzerinde de etkili olabilir, hatta olması beklenir. Bu seyahat sırasında biz de, bir vesileyle, geçmişte şöyle bir hadisenin varlığını öğrendik:
İki esnaf konuşurken, biri diğerine, 'komşu', der, 'sen fazla bir iş yapmıyorsun, yarın başına bir şey geldiğinde bu çocukların durumu ne olur, bunu düşündükçe çok üzülüyorum'.
Diğer esnaf, gülümseyerek, 'düşündüğün şeye bak komşum... Allah iyiliğini versin, bunu dert etmeye ne gerek var! Öyle bir şey olursa, çocuklar Allah'ın yardımıyla kendi yollarını bulur', der. Bir süre sonra bu tevekkül ehli esnaf vefat eder.
Şimdi biz öğrendik ki, gerçekten de, diğerine göre durumu iyi olmayan bu esnafın çocukları okuyarak, iyi meslekler edinmişler, maddi bakımdan da varlıklılarmış. Öteki zengin esnafın çocukları ise işlerini batırmış, yoksul ve perişan duruma düşmüşler.
Varlık esastır, varlıklı olmak geçici
Demek ki, varlık ve yokluk ne kadar aleni ve belirgin ise, varlıklı ya da yoksul olmak da o ölçüde değişebilir ve pamuk ipliğine bağlı bir durumdur. Önemli olan, irade gücü ve arayış azmi ile Varlığı tanımak ve onun gereklerini yerine getirmeye çalışmaktır. Yollar birer vesiledir
Necip Fazıl Üstadın dediği gibi,
"Yol O'nun, Varlık O'nun, gerisi hep angarya"dır.
twitter/icanbol
Yorumlar1