Ölmüyor, diriliyor onlar ama…

  • GİRİŞ22.08.2013 09:04
  • GÜNCELLEME22.08.2013 09:04

Asıl ölüler, haksızlık karşısında suskun kalan, kalpleri kararmış, dünyanın kölesi olmuş iradesiz ve hissiz dolaşanlardır. Acınacak durumda olanlar, bunlardır. 

Bunlar, heves ve korkularıyla, yalancı sığınaklara yönelerek, "kendi elleriyle kendilerini tehlikeye atan", yanılgılarının kurbanı olan ölülerdir. Yaşıyor görünseler de, gerçekte, ölüdür böyleleri. Hedoist hayat tarzının çevreye ve ötekine duyarsızlaştırdığı ölülerdir. 

Varlığa ve hiçliğe şahitlik edenler 

Ölümü güleryüzle karşılayan kadınlar, genç kızlar ve erkekler ise çirkinliğe ve güzelliğe tanıklık ederek gidiyorlar ötelere...  Varlığa ve hiçliğe şahitlik ediyor, şehit oluyorlar. 

Esasen, insanın dünyası tefekkürsüz bir yaşantı olarak geçiyorsa, onun da ölümü bir anlamda uyanış sayılıyor, gaflet uykusundan uyanış. Ölüm, gerçekle karşılaşması demektir böylelerinin. Ama bu bizim sözünü ettiğimiz diriliş değildir. 

Diriliş, varlık âleminde perdelerin kalktığı ve kişinin bu âleme tanıklık edecek mertebeye yükseldiği bir ruhî devinim halidir. Bireyde de olur, toplumda da. Yaşayan ölülerle, ölürken dirilenler bir değildir. Kıraç bir boz toprakla münbit bir toprak nasıl ki bir değilse, varlıklar âlemine duyarlı olan kişiyle ondan bihaber kişi de aynı değildir. 

Peki, bu nasıl anlaşılır? Ya da bu durumun sınanması nasıl gerçekleşir? 

 Planlayarak hazırlayamazsınız bu sınanmayı. O, hayatın kendi hercümerci içerisinde ortaya çıkar. Feragat, cesaret, inanç ya da ihtiras, bencillik ve korkaklık etkili olur bu sınanmada. Diriliş ya da ölüm böyle kendini gösterir. 

Düşünmek eylemdir 

Bir silkinişle hayatın ağır ve gereksiz yüklerinden kurtulmaktır diriliş. Hiç değilse, böyle olması gerektiğinin farkına varmaktır. Başkalarından medet ummak ya da kabahati dış etkenlere yüklemek değil, kendi iç potansiyelini harekete geçirmeyi akla getirme eylemidir. Düşünmek, düşünebilmek bir eylemdir çünkü. Bütün eylemlerin ilk basamağıdır. 

Bir toplum bu sözünü ettiğimiz süreçlerden geçerek kendini değiştirmediği müddetçe, Allah'ın o topluma yardım etmesi beklenmez. Toplumlar neye lâyıksa onu görür. 

İşte bu anlamda olmak üzere, Mısır halkının cesaret ve inançla dünya zevklerinden feragat edip zalimce bir hak gaspına karşı direnmesi, hem bir diriliş işaretidir hem de böylelikle Allah'ın yardımına layık olma yolunda ilerlediklerinin göstergesidir. Bu davranış sadece Mısır için geçerli olmanın çok ötesinde bir anlam içerdiği için, küresel ölçekte haksızlık ve zulüm siyasetine karşı bir model niteliğindedir. 

RABİAtül Adeviyye Meydanında dünyanın değersizliğini bir bakıma dünyaya haykıran Mısır İhvan Direnişi, çağdaş Firavun rejimi tarafından toplu katliam sonucunda dağıtıldıktan sonra da bitmedi. Mazlum halkların haksızlığa başkaldırısı ve Mısır halkına destek anlamında İstanbul'da Saraçhane Meydanında devam etti. 

"Ümmetin dirilişi" olarak da algılanan bu gelişme, özverili bir karşı duruşu simgeliyor. Bireysel ve toplumsal anlamda insan haklarına tecavüz fiili karşısında suskunluğu bozarak,    hak arayışına yönelmenin paradigması oluşturuluyor. Kahire ve İstanbul meydanlarında Müslüman halkın kendi ruhlarının dönüştürücü iklimine ve Rablerine yönelerek, bir iç muhasebe ve yakarışla, samimiyetle yola koyulmaları, söz konusu paradigmanın niteliği hakkında fikir verebilir. 

Anlatmaya çalıştığımız direniş ve dönüşüm modeli her yönüyle Mısır örneğinde gerçekleşmese de, orada kendine özgü şiddetsiz/silahsız direniş modelinin varlığını kabul etmek durumundayız. Bu model direnişçilerin bedenlerini, başkalarına zarar vermeden, inanç ve haklarını savunmada nesnelleştirip bir tür araç yani engelleyici gibi kullanmalarıyla, diğerlerinden farklılaşıyor. Çanakkale savunmasında da zaman zaman görülmüştür bu. Hemen önünde düşman askeri varken, öleceğini bile bile, dilinde Kur'an ayetleri, kalbinde imanla, siperden kalkıp ilerleyen Türk/Müslüman vatan savunmacısının davranışı burada örnek niteliğindedir. 

İntihar mı, şehitlik mi? 

Kişinin öleceğini bilerek bir davranış tercihinde bulunması intihar sayılmaz mı? Böyle soranlar da olabilir. Eğer göze alınan ölümün bir bedeli varsa, örneğin vatan savunması, bireysel ve toplumsal düzeyde insan hakkı ve dinî değerlere sadakat gibi hedefler uğruna kişi bedenini karşı tarafın şiddet eyleminden sakınmamayı düşünebilecek bir ruh ve fikir yetkinliğine ulaşmışsa, o anda gelen ölüme intihar denilmez, bunun adı şehitliktir. 

Gerçi Mısır'da İhvan mensuplarının tutuklu oldukları halde rejim tarafından öldürüldüklerine de dünya tanıktır. Bunu şimdi de yaptılar, Cemal Abdül Nasır zamanında da. Gerekçe ise komiktir, güya bu tutuklular firar teşebbüsünde bulunabilirmiş. Tam bir yalan ve dalavere siyaseti. 

Suriye'de de buna benzer alçakça uygulamalar görülüyor masum insanlara yönelik. Çocuklar, kadınlar, sokakta ve evlerde insanlar hunharca öldürülüyor rejimin şaşkın bekçileri tarafından. Ülkede sistemli ve kararlı bir direniş olmadığı için pek yankısı olmuyor belki bu katliamların. Sıradan vukuat gibi görülme tehlikesi doğuyor. 

Bunlar konunun bir boyutudur. Diğer boyutu ise Türkiye'nin de müdahil olduğu, reel, gözlemlenebilir politikalarla ilgilidir. Mısır'da ve Suriye'de sürmekte olan devlet cinayetlerini bu haliyle, adını koyarak, resmen kınayan ve eleştiren tek devlet Türkiye'dir. Son günlerde katliamlar örtbas edilemeyecek duruma geldikten sonra, bazı Avrupa devletlerinden de eleştiri sesleri duyulur olmuştur. 

Oysa mevcut Mısır ve Suriye yönetimleri tarafından sergilenen cinayet ve yıkım politikaları, insanlığa karşı işlenmiş suçlar kapsamındadır. Uluslararası ceza mahkemelerinin yargı yetkisine girecek suçlar işlenmektedir. Uluslararası toplumun bunlara duyarsız kalması halinde, farklı aidiyetler temelinde ayrışma ve gerilim daha da artar. Bunun farkında olan kanaat önderleri ve siyasetçiler, sivil toplum kuruluşları, devletler sorumluluk üstlenerek, girişimlerde bulunmak zorundadır. 

Türkiye şimdiye kadar bu konuda aktif rol almıştır. Bu durum bazı riskleri beraberinde getirmiş olsa da, Türkiye'nin, tarihî ve konjonktürel koşullar itibariyle, başka bir seçeneği olamazdı. Doğrusu buydu. 

Şimdi, Batı dünyasını bir kenara bırakalım, ne İran savunabilir bu iki ülkede halka karşı yürütülen devlet katliamını ne de Arap ülkeleri. Türkiye'nin pozisyonu her şeye rağmen haklılık zemini oluşturuyor kendisine. Bunu iyi değerlendirmek, tüm bölgenin yararına olur. 

Mısır ve Suriye'de katliamların kurbanı olan insanlar, evet, ölmüyor, diriliyor... Ama bu diriliş öncelikle onların dirilişidir… Belki biraz da bundan ibret ve ilham alacak olanların uyanışına vesile olabilir. 

Onarım ve ıslah siyaseti 

Ama geride kalanların geleceği için devletlerin geliştireceği bir onarım ve ıslah siyasetine gereksinim vardır. Türkiye, bütün olumsuzluklara rağmen, böyle bir siyasete öncülük edebilir. Etmek zorundadır. Bir yandan İslam Konferansı Teşkilatı nezdinde girişim ve öneride bulunarak, bir yandan da Birleşmiş Milletler ve Batılı ülkeler ile konuyla ilgili çözüm arayışları yoluyla böyle bir etkinlik mümkün olabilir.

Prof.Dr. İbrahim S. Canbolat - haber7 

icanbol@hotmail.com

Twitter/icanbol

Yorumlar4

  • mehmet nacar 12 yıl önce Şikayet Et
    ONURLU YAŞAM. İnsan değerleriyle yaşadığı sürece insandır.Yoksa sadece yiyen,içen ve eğlenen insan insanlığından habersizdir.Niyazi Mısri'nin deyimiyle "Her kim ademliğini bulduysa odur adem,yoksa görünen suret bir gölge imiş ancak."Mısırda ve Suriyede kutsal değerler uğruna canını ortaya koyan o insanlar gerçek manada dünyaya insanlık dersi veren ve gerçek ademliği bulmuş bahtiyarlardır.Keşke vicdanları kararmış ve sadece bu vahşeti seyretmekte olan gafiller de bu gerçeği anlayıp gerçek insanlığa doğru yol alabilseler.
    Cevapla Toplam 2 beğeni
  • kenan elli 12 yıl önce Şikayet Et
    kul olmanın kazancı. kaygı-tasa vuslat, kızgınlık, umut, dua gitgelleri içinde bulunduğumuz yaşadığımız sürece uygun, tefekkür temelli bir yazı... zahiri olarak zor günler. Evet o gidenler ölmüyorlar..Ancak kul olarak olup biteni izleyebilmek çok zor..Allahım sen büyüksün.
    Cevapla Toplam 4 beğeni
  • hüseyin duran 12 yıl önce Şikayet Et
    RUHUMUZUN TERCÜMANI.... ruhumuza tercüman olan yazınızdan dolayı teşekkürler ibrahim hocam...
    Cevapla Toplam 2 beğeni
  • ertan korkmaz 12 yıl önce Şikayet Et
    sisi'lerede piramit. Hiç bir heva ve heves'e kapılmadan Kutsal'ı için Rab'lerine yürüyenlerin şehadet şerbeti içmiş olmalarındaki güzelliğe bir kez daha amenna ve saddakna diyoruz.Onları yok ettiğini sanan yeni firavunlar da kendilerine ataları firavunlar gibi bedenlerini koruyacak ve de saklayacak yeni piramitler yaptıracaktır ki o da boş.
    Cevapla Toplam 3 beğeni
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat