İşte küresel siyaset budur
- GİRİŞ12.09.2013 08:37
- GÜNCELLEME12.09.2013 08:37
Suriye'nin kimyasal silah kullandığının tespit edilmesinden sonra ABD ve diğer büyük güçlerin bu ülkeye müdahale sinyalleri vermesini Türkiye ve bölge çıkarları açısından değerlendirerek, yapılmak istenenin bir küresel siyaset işi olduğunu belirtmiştik. İki hafta önceki "Türkiye'nin eylemsizliği" başlıklı yazıya başlarken, Türkiye'nin konuşan ama eylemsizlik arzeden görüntüsüyle nasıl bir gerçekliği yansıttığının sorgulanması gerektiğine işaret ederek, şunu sormuştuk: "Küresel siyaset, başta Ortadoğu olmak üzere, bölgesel dengelere ilişkin görünmez bir el marifetiyle icraatını sürdürürken, Türkiye nasıl bir konumda bulunuyor?"
Daha sonra da, küresel siyasetin esnek söylemlere dayalı tamamlayıcı çıkarlar peşinde olduğunu, bu yolla uluslararası alanda kamuoyu desteği bulmanın kolaylaşacağını ifade ederek, bu koşullarda durumdan vazife çıkaracakların küresel siyaset aktörleri olacağını ileri sürmüştük.
Savaşsız müdahale mi?
Şimdi, son günlerde "Suriye'ye savaşsız müdahale" seçeneğinin gündeme getirilmesini yukarıda değinilen küresel siyaset bağlamında anlamaya, anlatmaya çalışalım.
Ne olmuştu? Suriye'nin kimyasal silah kullanması uluslararası sözleşmelere aykırı bulunarak, buraya askeri müdahalede bulunulacağı açıklanmıştı. Olası müdahalenin esas aktörü Amerika Birleşik Devletleri olmakla beraber, Rusya'nın ve bazı Batılı güçlerin de konuya bir biçimde müdahil oldukları anlaşılıyordu. Asıl sorun, müdahale sırasında küresel ve bölgesel dengelerin nasıl kurulacağıyla ilgiliydi.
Önce ABD Başkanı Obama konuyu Kongre'ye havale ederek zaman kazanmaya çalıştı, sonra da Rusya'nın önerisiyle Suriye'ye askeri müdahale yerine diplomatik müdahale seçeneği konuşulur oldu. Bunun için Suriye'nin elindeki kimyasal silahları imha etmesi ya da BM yetkililerine teslim etmesinin şart olduğu ileri sürüldü. Fransa ve İngiltere de bu önerinin kabulü ve BM Güvenlik Konseyi'nin ilgili kararının çıkması durumunda Suriye'ye askeri müdahalenin yapılmaması yönünde bir irade ortaya koydu.
İşte küresel siyaset budur. Peki, bu siyaset yoluyla Suriye'deki soruna çözüm bulunacak mı? Kendi halkını katleden bir rejimin elinden sadece bir tür öldürme aleti alınmış olacak, o da uluslararası sözleşmelerle yasaklandığı için. Bu durumda, can çekişen devletin can havliyle eline geçirdiği diğer her türlü araçla insanları öldürmesi, tarih ve kültür birikimlerini yok etmesi meşru mu sayılacak?
Böyle bir gelişmeden en fazla zarar görenlerden biri Türkiye'dir. Bundan dolayı da Türkiye Dış İşleri Bakanı Davutoğlu'nun haklı olarak eleştirel açıklamalar yaptığına tanık olduk. Çünkü büyük güçlerin izlemeyi tercih ettikleri siyasetin amacı ile Türkiye ve diğer bölge ülkeleri için yararlı olacak girişimin amacı ve niteliği birbirinden çok farklıdır.
Toplumsal ve ekonomik mağduriyet
Küresel siyaset önceliğinde Türkiye ve Suriye halklarının toplumsal ve ekonomik mağduriyetleri, bu ülkelerdeki sosyolojik dokunun zarar görmesi hesaba katılmaz. Bir tarafta ailelerin parçalanmış olması ve komşu ülkelerde sığınmacı durumuna düşmeleri, diğer tarafta ise sosyal ve ekonomik külfetin yanı sıra çok boyutlu maddi ve kültürel sorunların ortaya çıkması, sözünü ettiğimiz büyük güç siyasetinin umurunda değildir. Aksine, bu durum, farklı siyasî ve ekonomik müdahale tarzlarına zemin hazırlayan gelişmeler olarak değerlendirilir.
Dışarıdan bakıldığında, bir ikilem şekilleniyor olabilir. Savaş mı yoksa savaşsız, diplomatik bir çözüm mü? Hangisi daha iyidir? Böyle sorulduğunda, tabii ki, savaşsız çözümün tercih edilmesinden yana fikir beyan etmek gerekir.
Gel gör ki, işin gerçekliği çok daha farklı düzlemde seyrediyor. Mesele yalnızca bir devletin kimyasal silah kullanıp kullanmamasından ya da ona sahip olup olmamasından ibaret değildir. Hâlbuki şimdilerde gözlemlediğimiz küresel siyaset Suriye'deki soruna sırf bu açıdan bakarak, belki biraz da övünç vesilesi yapıp savaşsız bir müdahale yönteminde uzlaşmış olmanın keyfini çıkarmayı hedefliyor. Böylelikle, herkes kendi konumuna uygun düşecek biçimde hedefe ulaşmış sayılacaktır.
Şimdi en azından böyle bir siyaset planlaması mevcuttur. Bu, gerçekleşse de, gerçekleşmese de, küresel siyasetin karakteri hakkında bilgi edinmemiz bakımından önemlidir.
Bu arada, gerçekleşmesi durumunda böyle bir çözümden en etkin yararı mevcut Suriye rejiminin göreceğinden şüphe yoktur. Bunun zararı ise öncelikle Suriye halkına olduğu kadar, aynı zamanda baştan beri Esat yönetimine karşı tavır alan Türkiye'ye de olacaktır. Türkiye'nin daha önce dile getirilen eylemsizliği sorunu da özellikle Suriye konusunda devam edecektir.
Tehdidi savmak
Ama bütün bunlara rağmen, uluslararası sorunlarda savaşsız çözümün kuşkusuz iyi yanları da vardır, bu hiç bir zaman yadsınamaz. Komşu bir ülkede her an tehlike oluşturacak kimyasal silahların varlığı, başlı başına bir tehdit demektir. Eğer uluslararası merciler denetiminde bunlar imha edilecek ve kullanılma olasılığı ortadan kalkacaksa, bu da Türkiye için rahatlatıcı bir gelişme sayılır. Çünkü Başbakan Erdoğan'ın da bir vesileyle ifade ettiği gibi, Suriye'ye uluslararası bir askerî müdahale sırasında Esat'ın irrasyonel savunma refleksinden etkilenecek ülkelerin başında Türkiye gelir.
Burada belirsizlik arzeden iki husus olabilir. Biri, Suriye'deki katliam ve yıkım siyasetinin devam edip etmeyeceğiyle ilgilidir. İkincisi de söz konusu sorunla ilgili olarak Türkiye'nin ne derecede aktif olacağı, daha doğrusu, olabileceği meselesidir.
Vicdansızın zevali
Birinci hususa ilişkin olarak şunu ifade edelim ki, bölgesel ve küresel düzeyde devletler salt iktidar ve siyasî çıkar kaygısıyla hareket edip insan hayatını görmezden geldiği müddetçe, katliam ve yıkımın durması vicdansızın zevaline bağlı olacaktır.
Türkiye'nin neler yapabileceği hususuna gelince; görüyoruz ki, olumlu anlamda basiret ve dirayetin yanı sıra, olumsuz anlamda dış faktörler de söz konusudur. Hele bir de bunların iç irtibat merkezleri mevcut ise, Türkiye'nin özgün potansiyel gücüne karşı muhtelif alanlarda direnç noktaları oluşabilir. Hem dış politikada, hem de iç siyasette.
Küresel siyaset bunlardan habersiz değildir. Bizim de (halk, yönetici ve kanaat önderleri olarak) bunun farkına varmamız ve ona uygun davranmamız, Türkiye'nin geleceği için olağanüstü öneme sahiptir.
icanbol@hotmail.com
Yorumlar5