Dinde felsefenin hikmeti
- GİRİŞ19.09.2013 09:27
- GÜNCELLEME19.09.2013 09:27
Aklı çelerek, din içeriğinin temel kaynaklardan bağımsız yorumlanmasına mı götürür yoksa din öğretilerinin hayatın gerçeklerinden kopmadan esas anlamına uygun biçimde kavranılmasını mı sağlar?
Yukarıdaki soruların yanıtı, felsefeden ne anladığınıza bağlı olarak, her iki yönde yani olumsuz ve olumlu biçimde verilebilir. Nitekim öyle de olmuştur. İslâm dünyasında yüzyıllardır bir yandan felsefe alanında çığır açıcı çalışmalar yapılmış (örneğin Farabî, İbn-i Sina, El Kindî gibi disiplinlerarası çalışmalarıyla tanınan Müslüman düşünür ve bilim adamlarının eserleri) bir yandan da (aklı kendi yörüngesine çekip sorgulamalarıyla saf imana gölge düşürdüğü gerekçesiyle) felsefe reddedilmiştir.
Kadim bir tartışma konusudur, açıkçası, felsefenin akıl ve din ile ilişkisi. Şimdilerde Türkiye'de İlahiyat fakültelerinin adı ve ders programları ile ilgili değişiklik tartışmaları da felsefe eksenlidir. Yüksek Öğretim Kurumu'nun ilgili kurullarında alınan kararla, bir yandan İlahiyat fakültelerinin Batıdaki teoloji kavramının karşılığı gibi görülen bir isim (İlahiyat) yerine, temel İslâm bilimlerinin öğretileceği yer olduğu için, İslami İlimler Fakültesi adıyla yeniden yapılandırılması öngörülmüş; diğer yandan da bu fakültelerde okutulan felsefe, kelâm gibi derslerin içerik ve kredi toplamı itibariyle sınırlandırılması benimsenmişti.(Gerçi daha sonra muhtelif zeminlerde konunun tartışılması ve bu arada ortaya çıkan karşıt fikirlerin de dikkate alınması neticesinde, söz konusu kararın YÖK nezdinde yeniden görüşülebileceği ifade edilmiştir. Bu da akademik bir kurum olarak YÖK'ün bilimsel muhtevaya sahip bir konuyu bürokratik bir işlemle değil, o alanın uzmanlarının görüş ve eleştirilerine saygı göstererek karara bağlamayı hedeflediğinin işareti sayılır.)
Felsefe-din ilişkisi konusunda iki farklı yaklaşım olduğunu görüyoruz. Bir anlayışa göre, felsefe, varlık ve varlıkların ilişkileri hakkında nakilden bağımsız bir akıl yürütmeyi temsil ettiği için, temel İslam bilimleri ve vahye dayalı iman konusundaki eğitimde başvurulabilecek yararlı bir yöntem sunmaz. Aksine, eleştiri ve aykırı sorular yoluyla dînin özündeki inanma ve teslimiyet olgusuna zarar verir.
Düşünme ve sorgulama zarureti
Bir başka yaklaşıma göre ise, felsefe, her ne kadar kavram olarak Batılı bir kimliğe sahip olsa da, düşünce geliştirme ve sorgulama yöntemi bakımından Doğu kültür dünyası ve İslâm geleneğinde karşılığı bulunan bir yöntem içeriyor. Bu, bir açıdan bakıldığında, hikmet kavramı, diğer yandan da Kur'an önermesi olan düşünme/akletme ve sorgulama zarureti çerçevesinde şekillenecek bir yöntemdir.
Abbasiler döneminde Halife Me'mun tarafından kurulan Beytü'l-Hikme (Türkçe ifade edecek olursak, Hikmet Evi), söz konusu yöntem temelinde bilimsel araştırmaların desteklendiği bir yer olmuştur. Felsefe alanındaki çalışmalarıyla tanınan El Kindî (Batı'daki adıyla: Alkindus), burada diğer meslektaşlarıyla maddenin ve varlığın esasını incelerken, bir Müslüman bilimadamı olarak, "mutlak BİR" diye tanımladığı Tanrı'ya erişmenin yolunu da felsefede görmüştür.
Avrupalıların Avicenne (okunuşu: Avisena) olarak bildikleri İbn-i Sina'nın en tanınmış eserlerinden olan Kitabu-ş Şifa (Şifa/İyileşme Kitabı) büyük ölçüde felsefe kapsamına giren konu içerikleriyle doğa bilimlerine ilişkin incelemelerden oluşmaktadır. Aynı şekilde Farabî'nin çalışmalarında da felsefenin ağırlıklı bir yeri vardır.
Şimdi, her iki açıdan bakarak, felsefe ve din konusundaki farklı değerlendirmelere ışık tuttuktan sonra, soruna güncel tartışma zemininde yaklaşalım. Tabii ki, İlahiyatçıların uzmanlık alanına müdahalede bulunmak değildir amacımız. Mesele salt bir dinî eğitim meselesi olmanın ötesinde, toplumun tümünü ilgilendiren, etkileyen bir boyuttadır. Varoluşun hikmeti ve varlık sürecinde beşerî davranışın esin ve referans kaynakları da girer bu tartışma kapsamına. O zaman din ve felsefe birbirini dışlayan değil, varlığın doğru kavranılmasına yönelik olarak birbirini tamamlayan, insanın yolunu aydınlatan iki kaynak olarak görülebilir.
İnsanın varoluş hikmeti
Yukarıda değindiğimiz Kur'an önermesini, insanın varoluş hikmeti ve hayattaki sorumluluğu hakkındaki soruların yanıtına yönelik ipucu olarak değerlendirmek mümkündür. Bir başka kişi aynı soruya başka bir açıdan bakabilir, önemli olan, sorgulamanın nasıl bir mantık temeline dayandığıdır. Eğer arayış ve sorgulamanın amacı bireyin gönenci ve toplumun refahı ise, bu, bir Müslüman'ın “iki dünyada iyilik” talebine uygun düşeceği gibi, felsefî bir zihinsel etkinlik de sayılır. Müftüler fetva verse de, kişinin bir de kendi kalbine/aklına danışması ya da sormasının önerildiği bir din sisteminde gerekli olan, sadece ezberlenilip öğrenilecek bilgi değildir. Tefekkür ve çalışma yoluyla edinilecek tecrübe ve bilgidir faydalı olan. Önerilen de budur.
Diyanet İşleri Başkanı Prof. Mehmet Görmez'in, bir gazetede çıkan söyleşide, “İslâmî bilimler sadece tefsir, kelam, hadise indirgenemez. İlahiyatları felsefe, dil, toplum bilim gibi diğer bilim dallarına açmak gerekir” diyerek, kamuoyu ile paylaştığı görüşleri bu anlamda önemlidir. Toplumu ilgilendiren diğer bilim dallarını da toplumsal fayda beklentisiyle varoluş kapsamında düşünmek, dolaylı bir dinî düşünce tarzı sayılır. Ama bir başka açıdan bakıldığında, bunun bir felsefî etkinlik olduğu ileri sürülebilir.
Bunları birbirinden kesin çizgilerle ayırmak, toplumun ve hayatın gerçekleriyle uyuşmaz. Bunu yapan din de eksik olur, felsefe de. “İslâmî İlimler” ifadesi eğer belirli din konularını içeriyor, bazı konuları dışlıyorsa, bu, Prof. Görmez'in vurguladığı gibi, “Batıdaki teolojinin karşılığı” olur ancak. O zaman da, kavram olarak yenilense de, yöntem ve içerik olarak klasik teoloji yani dünya gerçekliğinden soyutlanmış bir din eğitimi gündeme gelir. Oysa hayatın ve İslâm'ın gözlemlenebilen ve öğrenilen gerçekliği buna uymaz.
İşte o noktada hikmet arayışı devreye girer. Hikmet, iki taraflıdır; sadakat ve ikna olmuşluk durumuyla kendini belli eder.
Peki, hikmeti reddetmek akıllıca bir iş olur mu?
Dinde felsefenin hikmetini burada aramak lâzım. Hem doğruluk ve sadakat vardır, hem de aklın ve kalbin ikna edilmesi gerekir. İkna olmuşluk söz konusu ise, mesele bitmiştir. Ama o kapının açık olması, açık kalması şartıyla.
twitter/icanbol
Yorumlar16
-
Sultan Sonuncu Ahmet
12 yıl önce
Şikayet Et
Aklın Derecelerindeki Profesörlerden Kastım... Felsefeyi kendi heva ve heveslerine göre kullanıp, insanları sünnetten uzaklaştıran kişiler idi. Yoksa yazıyı yazan Sn. İbrahim S. Canbolat değildi. Yanlış anlaşılma varsa özür dilerim...
Beğen
Cevapla
Toplam 2 beğeni
-
turgut1
12 yıl önce
Şikayet Et
pozitif ilimlerden dışlanmış bir islam, islam değildir ve sonuç kaosun temelidir. en basit öreği ile sudi arabistan ve türkiye arasında ki ramazan orucuna başlama ve bayram etme zamanı ile alakalı...yıldızların seyrini bilmeyen,güneşin ayın hareketlerini devinimini bilmeyen,elbetki oruca başlama için gökyüzünde Ay'ı görme ilkesinden hareket eder..fakat hava karanlık bile olsa ayın nerede olduğunu bilen hesab eden bir ilim,bu kouya açıklık getirir..yani bir çok ibadetlerimiz pozitif bilim ile direkt irtibatlı..bir arkadaşımız domuz eti mevzusunu gündemine almış.bir veteriner gibi hayvanları tanımaz isen, sadece emre uyarsın ve kazanırsın.fakat veteriner gibi hayvanların biyolojisine,onların hastalık ve şifa hallerine yönelik bilgin var ise konunun hikmetlerini de rasyonel bir şekilde açıklayabilirsin..oruçta böyledir.obezite ile mücadelenin verildiği bir zamanda yaşıyoruz..
Beğen
Cevapla
Toplam 4 beğeni
-
kartal
12 yıl önce
Şikayet Et
felsefe yüksek lisans öğrencileri için belki belki düşünülebilir ki oda zor. işin gerçeği temelin sağlam olması gerekiyor ki felsefe seni saptırmasın.halbuki islam tarihi boyunca araştırılması gereken o kadar çok konu varki felsefeye sıra bile gelmez.bırakın felsefeyi sapıtmayacağından emin olanlar yapsın.ne biliyim itikadi mevzuları daha çok işleyin tasavvufa yönelin biraz...diyanet gibi genellikle fıkhi konular üzerinden gitmeyin.
Beğen
Cevapla
Toplam 1 beğeni
-
abdullah oğul
12 yıl önce
Şikayet Et
Aklın dereceleri. Aklın dereceleri vardır, evet. Bir de akılsızlar vardır ki bunları sağa sola sert yorumlar yaparken görebilirsiniz. Bunlar bir yazıyı okuyup (ki bu yazıyı da anlamamış), o yazının yazarının eğitimi, dünya görüşü, hayata bakışı hakkında hiç bir şey bilmemesine rağmen, peşin hükümler verirler. Çok da dikkate alınmamaları gerektiği kanaatindeyim. Herkes kendi görüşünü ifade edebilir fakat bunu yaparken üslubuna dikkat etmelidir. Etmiyorsa hak ettiği cevabı alır.
Beğen
Cevapla
Toplam 4 beğeni
-
mert (önceki)
12 yıl önce
Şikayet Et
islamda felsefe yok. islamda iman ve sehadet var. kurana ve sünnete dayanan akil ve ilim var. gerisi yalan. gerisi aynen siyaset gibi yalan, dolan, kandirmaca ve düsmanlik. ancak harpte felsefe ve siyaset olur.
Beğen
Cevapla
Toplam 3 beğeni
Daha fazla yorum görüntüle