Dershane, siyaset, ticaret
- GİRİŞ28.11.2013 09:37
- GÜNCELLEME28.11.2013 09:37
İnsanın ömrü, gerçekte, bir dünya ticareti uğruna tüketilen zamandan ibarettir. Mesele, bu ticaretin sığ bir anlayışla maddî anlamda dünya ticareti olarak mı yoksa dünyada iken asıl menzile yönelik bir ticaret olarak mı görülmesiyle ilgilidir. Her iki halde de dünyada bir ticaret ile meşgul insan. Her insan bir tür ticaret yaparak harcıyor ömrünü.
Peki, nasıl bir ticarettir bu? Ne alıp ne satıyor bu ticarette insan?
Yunus Emre'ye bakarsak, canını satmak istiyor, ne ki, müşteri bulamıyor bu pazarda. Sonra da dertleniyor: "Satarım bu canı, alan bulunmaz..." Yunus gibi bir dünya ticareti ehlinin canını pazara çıkarıp satmaya çalışması, çağımızda kimi insanların ruhunu satılık etmesi gibi değildir. Canı satmak, dünya beklentilerinden azade etmektir onu. Hiç değilse niyet budur.
Ama ruhun satılması başka… Ruhunu satan insan hangi ticareti yaparsa yapsın, hep zararda olacaktır. Kazanç elde ettiğini düşünse de, zarardadır böyleleri. İster dershane işletsin, ister siyaset ya da bilimle uğraşsın ya da domates üretsin, esas ticareti kavramadığı takdirde, zarardadır. Hile ve cin fikirlilik yoluyla ticarette/işte kâr elde etmeye çalışanlar, her zaman yanılgı içerisindedir.
Kim kime karşı üstün olmaya çalışıyor bu dershane-siyaset kavgasında? Yoksa bu bir üçüncü boyutun (aktörün) tahrik ve yönlendirmesiyle tartışılıp alevlendirilen bir gündem maddesi midir?
Bu ayrıştırmacı gündem maddesinden en büyük zararı dershaneler ve Tayyip Erdoğan hükümeti görür. Taşların yerine oturması şarttır. Yanlış bir ticaret algısıyla değil, aklıselimle düşünüp hareket ederek, aslî görevi hakkıyla ifa etmeye çalışmak lâzım. Zıtlaşmanın zararı yalnızca bir tarafa olmayacaktır. İki taraf da, ülke de kötü etkilenecektir bundan. Sorumluluk büyüktür.
Burada bir hususa dikkat çekmekte yarar var. Önceki gün fakültemizde "Türkiye'de Anayasa Çalışmaları ve İnsan Hakları" konulu konferansta konuşan Prof. Ali Şafak, siyasî otoritenin rakip kabul etmeyeceğini söylemişti. Bu, meşru bir siyasî iktidarın kendisine tanınan egemenlik yetkilerini normal koşullarda başka bir güç ile paylaşmayacağı anlamına gelir. Max Weber' e göre de devlet ve siyaset bu noktadan hareketle tanımlanır. Devletin cisimleşmiş hâli olan hükümet organları, siyasetin uygulayıcıları olarak, otoriteyi meşru zeminde tesis ettirmekle görevlidir. Buna kimsenin karşı çıkma hakkı olmaz. Kanunlar uygulanır.
Öyleyse, sorun nedir?
Kanun eğer tek boyutlu bir emir tesisi öngörüyorsa, sorun orada baş gösterir. Kanunun bir hukukî düzenleme olarak gerçek anlamda hak ve hakkaniyet temelinde oluşturulması durumunda, buna hiç kimsenin itirazı olamaz. Konuyu tarafların bu açıdan bir daha gözden geçirmesinde fayda görüyoruz. Türkiye'de dershaneler genel eğitim sisteminden kaynaklanan bir ihtiyaçtan dolayı kurulmuş ise, bu eğitim sistemi iyileştirilmeden dershaneleri kapatmak yanlış olur. Düzenlemeye eğitim sistemiyle birlikte başlamak gerekir. Bu çok genel bir ilkedir. Sorunun dershane çevreleri ile siyasî iktidar arasında belirli bir anlayış zemininde halledilmesi zor olmamalıdır. Tarafların çeşitli vesilelerle içeride ve dışarıda açılım ve diyaloğa yatkın olduklarına dair mesajlar verdiklerini dünya âlem biliyor.
Sol ayak dilencisi olmak
Biraz duyarlılık gerekiyor. Düşünün dünyadaki ticaretin amacını. En azından bir sol ayak dilencisi gibi olmaya çalışın. Ne diyorsunuz, ne talep ediyorsunuz abdestte sol ayağı yıkarken? Bir düşünün. Eğer öyle bir alışkanlığınız yok ise, edinin onu. Sol ayağınızı yıkarken şöyle demiyor musunuz: Allahümme sa'yen meşkuren ve zenben mağfuren ve ticareten lentebura... Çalışmaların ve emeğin verimli, bereketli ve takdir edilip kabul görür olması... Hata ve yanlışların bağışlanması... Ve iştigal edilen ticaretin hayırlı, kazançlı olması... Dilek budur. Sol ayak dilencisinin talepleri…
Ruhunu satan üçüncü boyut tahriklerine kapılmadan, esas tarafların bir sol ayak dilencisi gibi davranmalarını beklemek, hakkımızdır. Bu ülkede ya da başka ülkelerde yaşayan milyonlarca insanın da hakkıdır bu.
Ticareti bir sol ayak dilencisi beklentisiyle açıklamamızı mümkün kılacak bir gözlemimizden de söz edelim. Türkiye İşadamları ve Sanayiciler Konfederasyonu (TUSKON) bünyesinde hizmet veren İnegöl Sanayiciler ve İşadamları Derneği (İNSİAD) bundan bir kaç ay önce geniş katılımlı bir yemekli toplantı düzenlemişti. Orada iş hayatındaki deneyimleri ile birlikte kendi düşünce ve önerilerini anlatan işadamı Ethem Sancak, ticaret ve kârlılık hakkında konuşurken gelecek planlarına ilişkin bazı ipuçları veriyordu. Konuşmalarından ve yemek esnasındaki sohbetten böyle bir izlenim edinmiştik.
Şimdi işadamı Sancak'ın ilaç ve sağlık sektöründeki iş alanını bırakıp medya sektöründe ticarete yöneldiğini öğreniyoruz. Son zamanlarda inşaat sektörüne ilginin artmasına rağmen, Sancak, bu alanda yatırımı düşünmediklerini ifade ederken, esprili bir dille, dünyaya çivi çakmak istemediklerini söylüyor. Konuşmalarında inanç ve medeniyet vurgusu gözlemlenen bu işadamı, bireysel kazancın yanı sıra Türkiye'nin dünyadaki yerinin iyileştirilmesi gibi düşünceler de dile getiriyor. Büyük medya kuruluşlarını satın alma fikri bununla da ilişkili olabilir. Çünkü böylelikle kamuoyuna ulaşma ve insanları etkileme olanağı söz konusudur.
Eğer bir işadamı maddî kazancın ötesinde, düşünce, inanç ve kültür temelinde bir ticaret beklentisiyle harekete geçiyorsa, burada farklı bir dünya ticareti anlayışı ve beklentisi hâkim olabilir. Ethem Sancak böyle bir düşünceyle mi yürütüyor ticaretini, bilemeyiz. Biz iyimser bakıyor ve öyle düşündüğüne inanmak istiyoruz.
Her ne olursa olsun, bu işadamının hayat serüveni ve tecrübelerine dayalı sözleri, kendisinin gerçekte ne düşündüğünden bağımsız olarak, bizde farklı bir ticaret tasavvurunun şekillenmesini sağladı. Bu, yukarıda ifade ettiğimiz anlamda, sol ayak dilencisinin ticaret anlayışına benziyor. Bu anlayışın toplumda yaygınlaşmasını diliyoruz.
Yorumlar5