Ey fidan, edep çimenini süsleyen, Sükûtun sağlam ipine tutun
- GİRİŞ09.01.2014 08:55
- GÜNCELLEME09.01.2014 08:55
Sözün hasına ve doğrusuna değil, duygulara ve siyasî-ideolojik tercihlere hoş gelenine methiyeler düzüldüğü kaht-ı rical dönemlerinde, topluma karşı sorumluluk bilinciyle “emr-i bil ma'ruf” görevini yerine getirmeye çalışan gönül ve inanç ehli kişiler hep var olmuştur. Toplumun ahlâk normlarından bireysel ya da kolektif sapmalar sonucunda iftira, rüşvet, dedikodu ve muhtelif ithamlar ile mâlûl bir siyasî kültür ve hukuk anlayışının hâkim olduğu zamanlarda, yapıcı eleştirilerle, hoşgörü temelinde iyi geçinme ve adalet üzerine tavsiyelerde bulunmanın en uygun aracı olarak şiirden yararlanıldığını görüyoruz. Şiir, şuur (bilinç) kökünden gelen bir etkinlik olarak, çevrede olup bitenlerin farkında olmayı sağlayan, ama bununla da yetinmeyip söz konusu farkında oluş ile ilgili duygu ve düşünceye zemin hazırlayarak, kişiyi bu yönde eyleme sevk eden bir üretkenliği beraberinde getirir.
Osmanlı'nın son dönemlerinde içeride bozulma ve istikrarsızlık, dışarıdan yıkıcı müdahaleler olurken, şair Nâbî, söyleyeceği söze muhatap arar… Ne ki, sözü kim üstüne alınacaksa bundan rahatsız olacak, belki de söz, amacı dışında bir etki yaratacaktır. Oysa Nâbî gibi bir inanç ve fikir adamının vatan ve millet (din) bağlılığıyla dile getireceği düşünce ve önerilerin amacıyla hiç örtüşmeyecek gelişmeler, her şeyden önce, vatana ve millete (dine) zarar verebilirdi.
En iyisi, oğluna tavsiyeler olarak söylemekti sözü. Öyle ya, bundan kimsenin alınmasına gerek yoktu. Nâbî de öyle yapar ve Hayriyye-i Nâbî adlı şiiriyle (oğluna tavsiyeler görünümünde) bir toplum ve siyaset eleştirisi/modeli ortaya koyar.1647 beyitten oluşan bu şiirden seçtiğimiz bazı öğütler şöyledir:
Ey nihâl-çemen-ârâyi edeb
Nur-bahşâ-yi dil ü dîde-i eb
(Ey fidan, edep çimenini süsleyen
Baba gönlüne ve gözüne nur bağışlayan)
Olma mahrûm-ı hayâtı ebedî
İlm ile fark edegör nik ü bedi
(Ebedî hayattan mahrum olma bak gör
İyiyi ve kötüyü ilim ile fark edegör)
Cevr (cefa, eziyet) ile kimseyi bîzâr etme
Sana cevr etse de âzâr etme
Gazâb u hiddet ü kîn gösterme
Kimseye çîn-i cebîn (çatık kaş) gösterme
Unf (şiddet ) ile halkı kapından sürme
Kimseye dâmen (etek) ü dest (el) öpdürme
Kimseye verme huşûnetle (kırıcılık ve kabalıkla) cevâb
Lütf ile izzet ile eyle hitâb
Kimsenin aybını urma yüzüne
Gûşunu (kulağını) bâb-ı kabûl et sözüne
Halka vir rıfk u tevâzu'la selâm
Zor ile eyleme teklif-i kıyâm
Varma şekvâ ile bâb-ı şâha
Sana cevr edeni sal Allah'a
Kimseye buğz u adâvet (düşmanlık) etme
Terk-i âsâyişi âdet etme
Hüsn-i hâl ile geçin herkes ile
Hoş-dil ol herkes ü her nâ-kes (insanlıktan nasipsiz) ile
Hüsn-i hulk (güzel ahlâk) ile gözet âdâbı
Gör hayâtında olan şâdâbı (suya kanmışlığı)
Bî-sebeb halk ile gavgâ etme
Terk-i bârû-yı müdârâ etme
(Bârû:Kale duvarı,sur. Müdârâ:Bir amaç uğruna iyi geçinme, zâhiren hoşnut görünme)
Herkesin kavlini sâdık sanma
Cümleyi lîk (lâkin) münâfık sanma
Hüsn-i zann eylemez îcâb-ı keder
Sû-i zandan olur olursa zarar
Kesr-i hâtır (gönül kırmak) günehin ekberidir
Cümle-i ma'siyetün (isyanın) bed-teridir
Eyle hâtırları ta'mire şitâb (acele)
Eyleme Arş-ı İlâhi'yi harâb.[1]
İşte şair Nâbî bu. Biz O'nu, Medine'ye görevli giden bir Osmanlı askerî birliğinin başındaki Paşayı tam şehre girerken binek üzerinde ayaklarını uzatıp rahat oturduğu için inceden uyaran şu beyitleriyle tanıyoruz:
Sakın terk-i edebden, kuy-i Mahbub-u Hüda'dır (Hz.Muhammed'in köyüdür) bu!
Nazargâh-ı ilâhîdir, Makam-ı Mustafa'dır bu.
Başta dile getirdiğimiz anlamda bir başka örnek de, çağdaş Arap şiirinin önemli temsilcilerinden, 1931 Mısır doğumlu Salah Abdussabur'un “Mutasavvıf Bişr El Hafi'nin Anıları” adlı şiiri olabilir. Genel olarak şiir, duruma göre, herhangi bir konuda araştırma ve inceleme yaparken bazen en otantik ve doğru bir veri, bazen de okur ve yazar için esin kaynağı işlevi görür. Bunun pek farkında olmasak, öyle görmesek de, aslında, bu böyledir.
Lirik ve dramatik türde verdiği eserlerle tanınan Abdussabur'un şiirini bu anlamda değerlendirerek, herkesin kendince bir tasavvur ve düşünceye kapı açması temennisiyle burada paylaşmakta yarar görüyoruz.
Mutasavvıf Bişr El Hafi'nin Anıları
Kaybedince kabul edip teslim olmayı biz
Kaderin isteklerine öyle titiz
Yağmur yağmadı
Ağaçlar yaprak açmadı
Meyve olgunlaşmadı
Kaybedince kabul edip teslim olmayı biz.
Kaybedince gülmeyi biz
Ağladı, yaşla doldu gözlerimiz
Kaybedince biz rahatlık ve sükûneti
Engin bir hoşnutluk yatağındaki
Uyudu, başını yastıktan
Kaldırmadan fesatçı şeytan
Yatağımı paylaşan, yoldaşım, sanki
Elime geliyor boynuzları.
Kaybedince gerçek bilgi cevherini
Ana karnındaki cenin yitirdi biçimini
Saçlar göz çukurunda çıkıyor
Alın çeneyle bitişik duruyor
Bir şeytanlar nesli
Bir şeytanlar nesli.
Titiz ol duymamakta
Titiz ol görmemekte
Titiz ol dokunmamakta
Titiz ol konuşmamakta
Dur!
Sükûtun sağlam ipine tutun
Derindir kuyusu konuşmanın
El küçüktür ondan
Orta, şahadet ve başparmak arasından
Akar, kuma gömülür söz.
Bilmediğin için anlamını sözlerin sözlerle
geliyorsun üstüme
Söz taştır
Söz ölümdür
Bir sözün üstüne koyarsan bir söz
İkisi arasından doğar bir söz
Dünyayı yeni doğmuş çirkin yaratık görürsün
Ölümü arzularsın
Lütfen…
Susmak…
Susmak!
Kalbe sıkıntı veren o gerçek öyle kalır
Söz denizleri kurusa ve hatıralar yüzmese
Ve suların üstünde zan yelkenleri yayılmasa da
Şu karşımıza çıkan aradığımız değil
Aradığımızla karşılaşamıyoruz
Seni memnun eder miydi, ey soframın konuğu
Diye çağırsaydım ve ölü hayvandan başka bir şey
bulmasaydın
Ulu Allah, sensin veren bu azap ve elemleri bize
Zira iyi görünemedik sen baktığında bize
Ulu Allah, bu dünya hastadır ve deva bulunmaz
Acırsan bize Rahman, tezce bir ölüm gönder
Ulu Allah, bu dünyayı hiçbir şey düzeltemez
Nerede ölüm? Nerede ölüm? Nerede ölüm?
Üstadım Basamüddin der:
“Ey Bişr, sabret
Dünyamız daha güzel senin düşündüğünden
Yücelerdeki aşktan bakıyorsun dünyaya sen
Başka bir şey değil gördüklerin kapkara bir enkazdan”.
Üstad ve ben yürüyerek indik çarşıya
Bir yılan insan dolanmaya çalışıyordu bir turna insana
Ve bir tilki insan yürüyordu aralarında
Ne tuhaf…
Turna insanın boğazı çenesinde tilki insanın
Köpek insan geldi çarşıya
Tilki insanın gözünü çıkarmak
Ve başını ezmek için yılan insanın
Çarşı sarsıldı adımlarıyla kaplan insanın
O gelmişti köpek insanın karnını yarmak
Tilki insanın da iliğini emmek için
Ey Üstad Basamüddin
Söyle bana: İnsan nerede? İnsan?
Üstad Basamüddin der:
“Sabret…O gelecek
Bir gün o dünyaya gelecek”.
Ey benim has üstadım!
Hangi günlerde yaşıyoruz, bilir misin?
Bu korkunç gün sekizinci gündür
Beşinci hafta içinde
On üçüncü ayda.
İnsan, insan gelip geçti
Ardında yılları bıraktı
Çekip gitti
Kimseler onu bilmedi
Taşa gömdü kendini ve uyudu
Acılarla örtündü.[2]
[1] Parantez içindeki sadeleştirmeler bu satırların yazarı tarafından yapılmıştır. Buraya alınan beyitler için bkz. Sadık Deniz, Bugünün Diliyle Divan Şiiri, İstanbul 1972, s. 322; İskender Pala, Şairlerin Dilinden, Kapı Yayınları, İstanbul 2011,s.228,229.
[2] Bkz.İbrahim Serhat Canbolat (Derleyen ve Türkçeleştiren), Kültürlerarası Şiir, Alfa Yayınları, İstanbul 1997.
Yorumlar4