Üçüncü tarafın isimsiz, bilinçsiz kahramanları
- GİRİŞ16.01.2014 09:25
- GÜNCELLEME16.01.2014 09:25
Türkiye'de siyasî iradenin de cemaatin de bu ülke insanının refahı için çaba sarfettiğinden kuşkumuz yok. Hatta son on iki yıllık süre içerisinde bir ortak etki meydana getirerek, Türkiye'nin içeride ve dışarıda genel kanaat açısından kabul görecek bir düzeye erişmesine zemin hazırladıklarını söylemek mümkün.
Öyleyse, ne oluyor şimdi? Niçin bu sözünü ettiğimiz taraflar arasında bir "savaş" çığırtkanlığı yoluyla husûmet ve atışma gözlerden kaçmaz hâle geliyor?
Demek ki, bir üçüncü taraf var. Genellikle uluslararası ilişkilerde varlığını hissettiren bu üçüncü tarafı biz üçüncü boyut olarak ifade ediyoruz. Kimdir ya da kimlerdir söz konusu üçüncü taraf? Bir de ihmal edilmemesi gereken şu soru: Acaba tek suçlu bu üçüncü taraf mıdır?
Bu soruların yanıtını düşünüp bulmadan, sürekli iki taraf mensuplarının birbiriyle atışması; bir otomobilin tekerleği çamurda patinaj yaparken gaz pedalına daha fazla yüklenmek gibi, asıl amaca ters düşecek bir davranış sayılır. Böylelikle nasıl ki otomobilin çamurdan kurtulmak yerine daha kötü biçimde çamura saplanması kaçınılmaz olacaksa, siyaset-cemaat geriliminden de Türkiye'nin zarar görmesi, arzu edilmeyecek bir sonuç olarak, ileride daha belirgin biçimde karşımıza çıkacaktır.
Krizden yarar sağlamak
Bununla beraber, gündemdeki kriz eğer iyi yönetilirse, siyaset ve gerçek hizmet ehlinin yanı sıra toplum bu durumdan bazı yararlar elde edebilir. Esasen, Türkiye ve tüm Müslüman ülkeler kazanç sağlar bu gelişmeden.
Bu nasıl gerçekleşir?
Biraz geçmişe yönelik hafızalarımızı canlandırmak, biraz da hâlen tanık olduğumuz sorunun sebepleri üzerinde düşünmek gerekiyor. Hâdiseleri böyle bir perspektiften değerlendirmek, daha isabetli ve sağlıklı sonuçlara götürür bizi. O zaman bu gelişmelerin Başbakan Erdoğan'ın ilk iktidar yıllarından beri dile getirdiği "üç Y ile mücadele" söyleminin de hayata geçirilmesine, bir bakıma test edilmesine ortam hazırlayacağını ifade etmek yanlış olmaz. Başbakan her vesileyle; yolsuzluk, yoksulluk ve yasaklar ile mücadele edeceklerini açıkladı. Rüşvet alanın da verenin de karşısında olacaklarını duyurdu. Her ikisi de oluyordu çünkü bu ülkede. Bir toplumsal hastalık gibi bulaşmıştı kurumlara ve işyerlerine. Tespiti doğruydu.
Güçlü iktidarların hâkim olduğu dönemlerde güç merkezlerinin çevresinde nemalanmak için fırsat arayanların bulunması ise hem iktidar hem de toplum için ayrı bir tehlike, bir asalak tehlikesi meydana getirir. Burada yolsuzluk ve yoksulluk ile mücadele daha bir gerekli ve anlamlı olur. Bu arada yasaklar ile mücadelenin bazı riskleri vardır, kaldırıp bir kenara attığınız engel taşı, eğer kültürel altyapı oluşturulmadıysa, sanki bir bumerang gibi dönüp size çarpabilir.
Alışkanlıkları bir çırpıda silip yok etmek kolay değildir. İster ekonomik alanda, isterse hukuk ve siyaset alanında olsun, hepsi bir toplumsal kültürden beslenir alışkanlıkların. Hedeflenen kültürün kısa sürede yerleşmesi beklenilmez. Yolsuzluk ve yasaklara karşı yasal düzenlemeler yaparken, bir yandan da kültürel alışkanlıklardan doğabilecek menfaat arayışlarını açık ve gizli yöntemlerle (ama meşru hukuk zemininde) tespit ve takip etmek bir mecburiyet haline gelir.
Hedefte Türkiye var
Türkiye şimdi böyle bir süreci yaşıyor. Bu süreçte bir üçüncü boyutun da devrede olduğunu anlatmaya çalışıyoruz. Bir ayağı küresel çevrelerde, bir ayağı da içeride olan bir üçüncü boyuttan söz ediyoruz. Hükümetin ve cemaatin dışında bir etki unsuru, bir aktör olarak üçüncü boyut... Bunun da hedefinde Türkiye var.
Canım bu da nereden çıktı şimdi, her gün kamuoyu gündemini işgal eden somut olaylar ve şahıslarla tanık olduğumuz bir Türkiye manzarası varken? Böyle denilebilir. "Üçüncü boyut" diye sanal bir aktör vehmetmek... Bunları soyut ve teorik varsayımlar kabul etmek... Böyle düşünenler olabilir.
Oysa teori denilen şey, menşe itibariyle, saf bilgi demektir. Muhakeme ve düşünme yoluyla ulaşılan bilgi. Bu anlamda olmak üzere, bilen ile bilmeyenin hadiselere bakışı bir değildir. Mesele bu açıdan değerlendirildiğinde, bilginin toplumda yaygınlaşması gerektiği daha kolay anlaşılır.
Sözü edilen bilgiden yoksun toplumlarda insanlar gerçeğin peşinde olmak yerine, nefse ve kişisel değer yargılarına hoş gelen kabul ve reddediş güdüsüyle hareket eder. Bunu yıkacak olan, gerçek anlamda bilgi marifetiyle ortaya konulacak davranıştır. Türkiye'yi karıştıran Üçüncü Boyut ancak bu sayede fark edilir. Aksi halde, üçüncü boyutun isimsiz ve bilinçsiz kahramanları olmaktan kurtulamayız.
Dilhûna dönüşür, farkında olmazlar
Öyle olunca da, tek suçlunun üçüncü taraf olmadığı, buna alet olanların asıl yükü bilinçsizce üstlendikleri ortaya çıkar. Bunlar üçüncü boyutun hamalları gibidir. Hem kendileri yorulur, hem de karşı tarafta gördüklerine taş atarlar dilleriyle. Dilhûna dönüşürler, farkında olmazlar.
Prof. Dr. İbrahim S. Canbolat - Haber 7
Yorumlar4