Uzlaşmayan rekabet ateşi kimi yakar?
- GİRİŞ13.02.2014 09:08
- GÜNCELLEME13.02.2014 09:08
Demek ki, modern uluslararası ilişkiler teorileri ve uygulamaları henüz oluşmamışken, Türkler dünyada farklı topluluklar arasındaki ilişkilerin karşılıklı fayda mantığıyla şekillenmesine öncülük etmişlerdir. M.Ö. 3 bin yılında atı ehlileştirip ondan yararlanmaya başlayan Türkler, Orta Asya'dan Ortadoğu ve Batı Avrupa'ya uzanan geniş bir coğrafyada göç(ebelilik) ve buna uygun siyaset sayesinde varlıklarını sürdürmüşlerdir. Çetin koşullarda geçen bu uzun zaman sürecinde tehdit ve risklerin yanısıra, büyük kazanım ve deneyimler de söz konusudur. Biz bunu Türklerin varlık siyaseti adıyla açıklıyoruz.
Geniş bir zaman diliminde jeopolitik ve jeokültürel tecrübe ve birikim sayesinde, Türkler arasında (etrak-ı bî idrak söyleminin aksine), halk irfanı diye tanımlayabileceğimiz bir anlama-kavrama-çözüm bulma yeteneği için elverişli zemin oluştuğunu söyleyebiliriz. Anadolu'da, Balkanlar'da münbit bir toprak gibi gelişen bu kültür, yeni karşılaşılan yabancıyı ötekileştirmeden onunla birarada yaşamayı mümkün hale getiriyordu. Kurumsal ve işlevsel işbirliği yapıları böyle şekillenmiştir. Bu, dış dünya ile işbirliğine örnektir.
Bir de muhtelif sebeplerle ortaya çıkan iç karışıklık ya da tehditler sırasında ülkenin siyasî ve toplumsal istikrarını koruyucu tarzda kolektif davranışa tanık oluyoruz bu kültürde. Halk irfanı kavramıyla ifade etmeye çalıştığımız olgu burada kendini gösterir.
Bir yandan tahriklere kapılmama, diğer yandan kamu ve ülke yararı için doğru siyasette uzlaşma söz konusudur halk irfanında.Türklerin tarih ve siyasî kültür geleneğinde gözlemliyoruz bunu. Türkler derken kastedilen, Batı dünyasının anladığı şekilde, Müslüman tüm etnik unsurlar (Türk, Kürt, Arap ve diğerleri... ) tarafından oluşturulan ve dış dünyaca algılanan kültürel, siyasî ve toplumsal aidiyet çerçevesidir. Buna Türk Milleti de denilir. Ama buna rağmen, bir Kürt kimlik algısına da saygı duymak gerekir.
Peki ama şimdi gördüklerimiz nedir? Niçin bir "savaş" görüntüsü var Türkiye medyasında? Gezi ve 17 Aralık hadiseleri nasıl açıklanabilir?
Onlar da, aslında, sözünü ettiğimiz halk irfanı marifetiyle etkisizleştirilmiş girişimler olarak görülebilir. Burada geniş halk kesimi Türkiye'nin hayrına olmayacak bir tahrik kavgasının ateşini körüklemek yerine, onu söndürmekten yana olmuştur. Yaklaşan yerel seçimlerde de bununla uyumlu bir sonuç ortaya çıkacaktır.
Bu anlamda halkın gündeminde nelerin öncelikli olduğunu, iki konu üzerinde durarak, açıklayabiliriz. Önce şunu ifade edelim ki,Türkiye'de on yıldan fazla bir süredir halk ekonomik ve siyasî istikrarın ne demek olduğunu doğrudan tecrübeyle anlamış, bunun dış dünyaya yansıyan olumlu etkilerini de görmüştür. Herhangi bir siyasî ayrım olmaksızın, insanlar yatırım ve gelecek planlamalarında bu istikrar durumunu veri ya da ölçü olarak aldıklarından, mevcut siyasî ve ekonomik koşulların zımnen de olsa devam etmesi yönünde bir irade geliştirmişlerdir.
Bu, birinci konu. Doğal olarak, bu konuda (Başbakan sıfatıyla) Tayyip Erdoğan faktörü önemli bir yere sahiptir.
İkinci konu, hükümetin Türkiye'de PKK terörüyle etkin bir mücadele ve Kürt sorununa çözüm için geleneksel yaklaşımın dışında, daha kararlı adımlar atması sonucunda bir "barış" umudu ve söyleminin geniş kesimlerde kabul görmesidir. Çözüm sürecinin nasıl sonuçlanacağı henüz belirsizliğini korusa da, bir buçuk yıla yakın bir zamandan beri şehit cenazelerinin olmayışı bile iyiye işarettir. Ülkede iç barış için yeni bir atmosfer ve buna bağlı beklenti meydana gelmiştir.
Ama gel gör ki, bu iki konu örneğinde göstermeye çalıştığımız değişen Türkiye gerçekliği, aynı zamanda bir tehlike de arzediyordu. Bu tehlike, esas üçüncü boyut dediğimiz taraf ve çevreler için geçerliydi. Ama bunlara karşı bağışıklığımız zayıf olduğundan, kendi çıkarları lehine bir kavgaya tutuşturabiliyorlar bizi. Oysa var olması gerektiğini düşündüğümüz ferasetle, tarihsel tecrübeden de yararlanılarak, Braudel'in dile getirdiği o "işbirliği yapıları"nın yeniden tesisi için harcanmalıydı esas enerji.
Her neyse... Biz yine de Türkiye'deki sessiz çoğunluğun, yukarıda değinilen iki konunun bilincinde olarak, bu yönde bir tercihle barış ve istikrar talep ettiğini biliyoruz. Ne ki, bir de kendi egosantrik çıkarlarının peşinde olan bazı kesimler var, bunlar memnun değil o barış beklentisinden. Çıkarlarına ters mi geliyor? Nasıl bir menfaat bu ki, devlet ve halk arasında barışçıl bir ilişki düzeni ihtimalini tehdit gibi algılıyor?
Bu süreçte serinkanlı değerlendirmelerine tanık olduğumuz Etyen Mahçupyan Türkiye'de cemaat-siyaset ilişkisi bağlamında bir "uzlaşmayan rekabet"ten bahsederken, zahiren bir gözlemi dile getiriyor, doğrudur. Ne var ki, aklı selim başka şey söylüyor: "İşbirliği yapıları"nın öncüsü olma yükümlülüğü var üzerinizde. Ortak çıkar anlayışıyla gerçekleştirilen "işbirliği yapıları"nın. "Uzlaşmayan rekabet" ateşi küle çevirmesin bunca yıllık Türkiye birikimini. Birikiminizi. Aslında, bu, mevcut siyasî iradenin katkılarıyla gelişen topyekûn Türkiye'nin birikimidir.
Başbakan Erdoğan'ın zaman zaman ifade ettiği bir kavram vardı: Win-win yani kazan-kazan... Ortak bir işte muhatabınız kaybeder siz kazanırsanız, bu iş devam edemez. İşbirliği olmaz. Ortak çıkar için "kazan-kazan" mantığına gereksinim var. Bunun yapısal anlamda sisteme dönüştürülmüş halini, Braudel'in tespitinden de anlaşılacağı gibi, dün Türkler tüm dünyaya göstermiştir. AK Parti iktidarı döneminde açıklanan "komşularla sıfır sorun" örneğiyle dış politikada, bazı vatandaş kesimlerinin temel insan haklarına riayet ve dil-kimlik tanınmasına ilişkin yasal düzenlemeler yoluyla iç politikada ortak çıkar anlayışına dayalı bir işbirliği önermesine tanık oluyoruz. Siyaset bilimci ve sosyolog kimliğiyle bunu bir tespit olarak dile getirmek, dürüstlüğün gereğidir. Hem meslekî, hem de insanî açıdan...
Bir de şunu belirtelim: Rekabet, birbirinin muadili ve türdeşi olan kişi ve kurumlar arasında olur. Bir cemaat ve siyasî yapı (hükümet) arasında rekabetten söz edilemez. Siyasetin doğasında rekabet vardır, onunla gelişir; bu da sadece türdeşi ile. Ama dinî bir cemaatin siyaset ile rekabeti kendisine ve temsil ettiği değerlere zarar verir. Burada rekabet olmaz, olsa olsa işbirliği olabilir.
Prof. Dr. İbrahim S. Canbolat - Haber 7
www.twitter/icanbol
Yorumlar2