Siyasetin dili başka, dinin ve bilimin başka
- GİRİŞ20.03.2014 08:37
- GÜNCELLEME20.03.2014 08:37
Düşünce, tespit, öneri ve eleştirilerimizi hiçbir kısıtlama olmaksızın, rahatça ifade etme ortamı sağladı bize Haber7.com yönetimi.
Daha önce kısa aralıklarla Yeni Yüzyıl, Yeni Binyıl ve Radikal gazetelerinde, ağırlıklı olarak dış politika konularında yazarlık deneyimimiz vardı. Haber7.com yazarlığının bunlardan çok farklı bir anlamı ve etkisi olduğunu gördüm. Her hafta e-posta ve twitter üzerinden görüş ve yorumlarını ileten değerli okurların bizi yazmaya sevk edici payını burada özellikle belirtmeliyim. Onlar bir teşvik, talep demekti. Bize düşen ise, her ne kadar başka iş ve yükümlülüklerimiz olsa da, o talepleri karşılıksız bırakmamaktı. Çünkü insanın gündelik işlerinin yanı sıra bir de yeryüzünde vesayet görevi ile yükümlü olduğuna inancımız tamdı.
İşte bu koşullar altında yazarken, bakıyoruz, üç yıllı aşkın bir zaman geçmiş ömrümüzden. Hayat yolunda biz de bu vesileyle yeni gözlemler, tecrübeler edinmiş oluyoruz. Bir yandan da esas mesleğimizle ilgili işler başka düşüncelere zorluyor bizi. Her hafta düzenli olarak yazı yetiştirmek yerine, acaba ihtiyaç duyulan ya da uygun olan herhangi bir zamanda, arada bir yazmak daha iyi olmaz mı diye düşünüyorum.
Aslında bu işi belki nitelik itibariyle profesyonel ama yazma istenci açısından amatör bir ruhla yürütmek, esas amaca daha uygun olabilir. Lise yıllarında içten gelen bir baskıyla yazıp bir kenara koyduğumuz deneme türündeki ilk yazın örnekleri nasıl amatör bir ruhla üretildiyse, üç yıldır Haber7.com'da yayımlanan yazılar da esasen öyledir. Bunlar, telif ücreti karşılığında ya da en azından öyle bir beklentiyle üretilen yazılar olmadı bizim için.
Burada esas motivasyon faktörü, içeriden gözlemlediğimiz toplumun bir ferdi olarak taşıdığımız sorumluluk, bunun bilincinde olmak. Bu bilinç, tanık olduğumuz sorunlar karşısında eylemsiz kalmamayı telkin ediyor bize. Belirli bir duruş/tavır ortaya koymayı gerekli kılıyor.
Bundan üç yıl önce haber7.com'da çıkan ilk yazımız da böyle bir algının sonucuydu. "Ay ışığının çatlattığı sandallar ve insanın yolu" başlığını taşıyan o yazı, şöyle başlıyordu: "Ay ışığının çatlattığı sandalların kendisini hedefe ulaştıramayacağını söyleyen genç adam, o sandallara binmeyi reddeder. ...ülkesinde görür ki, hayatın her alanında insanların her türlüsünde (evet, insanların her türlüsünde, ama neyse ki tamamında değil ) ay ışığının çatlattığı sandallara rağbet var... Bu sandalların izlediği yol sarsıyor, engelliyor insanı. İnsanın yeryüzündeki vesayet ödevini, bilincini, aklını…"
Bir de yürekli akıldan söz etmiştik: "...yürekli akıl; insandaki ben-bilincinin egoist enâniyet temelinde değil, farkında olma/şuurluluk ve kendini bilme anlamında bir dönüşüm marifetiyle eşya ve olaylar karşısında hakkaniyete uygun tavır almasını sağlar. İnsan, yanılmaya da, gerçeği görmeye de uygun bir fıtrat üzeredir. Akıl yoluyla yapar her ikisini de. Burada, duruma göre, maddî, mecazî varlığa takılan ferasetsiz akıl ya da varlığın esasını kavrayabilen yürekli akıl etkili olur."
Bugün Türkiye'de her zamankinden daha fazla gereksinim var yukarıdaki anlamda yürekli akıl'a. Hem cesaret, hem sevgi, hem de hadiselerin farkında olma bilinçliliği içeren bir akıl...
Küresel siyasete karşı yürekli akıl yolu
Son günlerde Türkiye basınında Başbakan Tayyip Erdoğan'ın âkıbeti hakkında küresel siyaset ile ilintili bazı haber ve yorumlar çıktı. Örneğin, dünya genelinde "düzen koyucu" güç tarafından Tayyip Erdoğan adının üzerine "sen öldün" anlamına gelecek işaret konulduğu yazıldı. Bu gücü bir "Küresel Ergenekon" gibi görenler oldu. Sözü edilen uluslararası gücün hedefinde Tayyip Erdoğan vardı.
Niçin?
Çünkü O da artık çok oluyordu... Küresel siyaset bezirgânlarının Türkiye'ye biçtiği kısıtlı role karşı çıkıyor, bu ülkenin tarih ve kültür birikimine uygun rol arayışında bulunuyordu.
Yazılarımızı okuyanlar anımsayacaktır, Türkiye'nin Ortadoğu siyaseti ya da cemaat-hükümet gerilimi ile ilgili değerlendirmelerde bulunurken, ısrarla "Küresel Siyaset Aktörleri" veya "Üçüncü Boyut" vurgusu yapmıştık. Bu küresel siyasetin amacının, Türkiye'nin bölgede ve dünyada etkisizleştirilmesi olduğunu anlatmaya çalıştık. Bunun için Türkiye'nin yumuşak karnını keşfedip onun üzerinden hedefi dövmek, hırpalamak kolay olacaktı.
Şimdi bunu deniyorlar... İçeride bazı zaafların istismarıyla oluşturulacak paralel devlet yapılanması, dış çevrede ise Mısır ve Suriye gibi anti-model oluşumlar Türkiye'nin yükselen yıldızını köreltecek gelişmelerdir. Küresel siyaset aktörlerinin böylesi Makyevelist düzenbazlığı karşısında Türkiye'de siyaset ve toplum bir yürekli akıl yolu seçebilirse, bu ülkenin Başbakanı üzerine oynanan hileli oyunlar da bozulmuş olur.
Bu oyun, esasen, iki yıl önce, Şubat 2012'de MİT Müsteşarı'nın sorgulanmasına yönelik hamle ile kendini belli etmişti. O zamanki gerekçelerle 17 Aralık 2014 gerekçeleri arasında zahiren bağlantı yok gibi, ama yukarıda belirttiğimiz hususlar itibariyle, özde bir bağlantı vardır. Değişen, hadiseler ve aktörlerdir sadece.
Eğer bütün bunları hiç hesaba katmazsak, Başbakan Erdoğan'ın mevcut koşullarda kullandığı dili sert ve ayrıştırıcı bulabiliriz. Batı dünyasında da şimdilerde bu yönde yorumlar yapılıyor, hatta Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün başbakanı Üçüncü Dünya tarzı bir savunmacı üslûp tercihinden dolayı eleştirdiği yazılıyor. Görüyoruz ki, Cumhurbaşkanı Gül'ün Türkiye'deki siyasî kültüre ilişkin değerlendirmeleri de başbakan aleyhinde bir yorum olarak veriliyor.
Başbakan hata yapabilir tabii ki, neticede insan. Gel gör ki, sözü edilen eleştiriler tek yanlı. Başbakanın neye tepki verdiğine değinilmiyor. Oysa konunun o tarafı Türkiye için hayatî önemde.
Evet, Başbakan Erdoğan bugünlerde keskin ve kararlı bir dille konuşuyor... Yeri geliyor asabî bir görüntü veriyor, hiddetli söylemde bulunuyor. Kiminin sevgisini kazanıyor, kiminin kinini çoğaltıyor. Sormak lâzım, bunun sebebi ne?
Goethe'nin Doğu-Batı Divanı'nda, böylesi durumlar için aydınlatıcı olabilecek şöyle bir anlatım var:
"Ve kırkım altında koyunlara
Kim yasaklar deprenmeyi?
Serkeş olarak mı tanıtıyorum kendimi
Tüyüm oluyorsa bana bir diken?
Hayır, makastır o, makas hırpalar beni,
Odur beni böyle serkeş eden."
Yani, arada bir, deriyi de kesen makasın hiç mi suçu yok?..
Şunu da unutmamak gerekir ki, doğada ve toplumda kendine özgü bir işbölümü vardır... Siyasetin dili başka, dinin ve bilimin dili başkadır. "Din nasihattir", burada sözün en güzel şekilde söylenmesi icap eder. Ne insanların vicdanına, ne de maddî varlığa yönelik aşırı telkin ve baskı söz konusudur.
Siyaset, toplumun yararı için devlet düzenini tesis edip sürdürmekle görevlidir. Bu iş siyasete verilmiş bir görevdir. Bilim ise, belirli bir yöntemle gerçeği ararken, sorgular ve eleştirir. Mutlak anlamda olmasa bile, daha iyisi bulununcaya kadar, belki geçici olarak, toplum ve siyaset için "doğru" olanı önerir. Bu da sadece bir öneridir, siyaset (gerekli görürse) ondan yararlanır.
Bu üç farklı dil birbirini anladığı takdirde; ülkede/toplumda barış, refah, özgürlük ve güvenlik hüküm sürer.
Ve son olarak;
burada her hafta düzenli yazmaya ara verirken, Haber7.com'un değerli okurlarına ve bu köşede düşüncelerimizi paylaşma fırsatı tanıyan Haber7.com Yönetimi'ne içtenlikle teşekkür ediyorum.
Şimdilik, Allahaısmarladık...
İbrahim S. Canbolat
twitter.com/icanbol
Yorumlar4