Her gerçeklik gerçek değildir

  • GİRİŞ05.05.2011 07:21
  • GÜNCELLEME05.05.2011 07:21

     Prof. Doğu Ergil bir yazısında [*], öğretilen bilgilerle “yaşanılan gerçekler” arasında çelişkiler olduğunu belirterek, bunu bir gayrimüslim vatandaşın “şehit ilan edilmesi” ve atasözlerinde var olduğuna inandığı anlam karşıtlığı ile örneklendirip açıklıyor. Bu arada insan aklının söz konusu çelişkili durumu aşmak için bilime ya da dine müracaat ettiğini, bundan dolayı da işin hiç kolay olmayacağını savunuyor.

    Biz de bu vesileyle, son yıllarda bir tür kavramsal açıklama çerçevesi ya da yaklaşımı olarak geliştirmeye çalıştığımız Konjonktürel Gerçeklik perspektifiyle, sözü edilen yazıda dile getirilen bazı hususlar ve kavramlarla ilgili bir değerlendirme yapmanın yararlı olacağını düşünüyoruz.

     Önce, burada kullandığımız gerçek ve gerçeklik kavramlarını açıklayalım. Gerçek; hakikat, hakkaniyete uygunluk demektir. Gerçeklik ise gözlemlenen bir durum, varlığı yadsınılmayacak bir realite anlamında iyi ya da kötü bir manzarayı ifade eder. Her zaman değişebilir. Zamana, mekâna ve bunlarla ilintili koşullara bağlı bir gerçeklik söz konusu olur böylece.

     Bir de konu yani içerik/muhteva vardır. Konjonktürel Gerçeklik’te  konunun ya da içeriğin  ne olduğundan çok, nasıl olduğu, niçin öyle olduğu önemlidir. Burada öncelikle söz konusu olguyu, gerçekliği, anlama ve açıklama amacı hâkimdir.

     Demek ki Konjonktürel Gerçeklik yaklaşımı, zaman ve mekân ile kayıtlı bir konu içeriğini, karşılaşılan bir durum olarak ele alıp incelemeyi hedefliyor. Meseleyi önce kendi gerçekliğinde, ona herhangi bir subjektif değer yargısı katmadan, sebep-sonuç ilişkisi içerisinde doğal haliyle kavramayı gerekli görüyor. Bunun akabinde ise ilgili açıklama ve öneri geliyor.

       Doğu Ergil hocanın dile getirdiği “gerçekler”, bize göre, gözlemlenen durum anlamında gerçekliği ifade ediyor. Her gerçeklik, kendi oluşum koşulları itibarıyla çelişkisiz ve tutarlı olabilir. Çelişki, genel bakış açısından kaynaklanır. Oysa hadiseler ve olgular kendilerine özgü farklı gerçeklikler temelinde varlık gösterir. Örneğin, inanç ve kültürle ilişkili bir durum olarak şehitlik (şahadet) algısı. Müslümanlar gerçek şahadetin kendi inanç sistemine göre yaşayıp ölenlerde olacağını düşünürken, diğer dinlere (örneğin Hıristiyanlığa) mensup olanlar da kendi kutsal değerleri adına ölenleri şehit (martyr, Märtyrer)  kabul ederler. Bu da onlarla ilgili bir gerçekliktir. Biz bunu görüp tespit etmek durumundayız. Burada herhangi bir çelişki yok.

     Atasözleriyle ilgili olarak da gerçeklik ve gerçek arasında bir ayırım yapıldığı takdirde, “atalarımızın mı kafasının karışık” olduğu yoksa farklı atalara mı sahip olduğumuz kuşkusundan kurtuluruz. Ayrıca, "Bu kafa karışıklığı ile bir toplum sanat, bilim ve teknolojide ilerleyebilir mi?”  tarzında bir soru da gereksiz olur.

     Şimdi gelelim örnek verilen, zıt anlamlı bazı atasözlerinin neye işaret ettiğine:

    -  “Damlaya damlaya göl olur/Taşıma suyla değirmen dönmez”.

     Burada iki farklı gerçeklik, yani gözlemlenen durum söz konusudur. Her ikisi de, kendi oluşum koşulları ve edinilen tecrübeler itibarıyla,  toplum hayatındaki değişim ve gelişmelere uygundur. Biri diğerini geçersiz kılmaz. İnsanlar ikisinden de dersler çıkarabilir.

- “Bir elin nesi var, iki elin sesi var/Nerede çokluk orada bokluk”.

     Birincisi, dayanışma ruhunun sağlayacağı üretkenliğe işaret ederken; diğeri belirli bir amaçtan yoksun kalabalığın yararlı bir iş çıkaramayacağını dolaylı olarak söylemiş oluyor. Beşerî tecrübe (kolektif hafıza) her ikisini de doğruluyor.

- “Eşeğe altın semer vursan da eşek yine eşektir/Ye kürküm ye”.

         Eşeğin eşekliğinin baki kalacağına dair sözler çoktur. Doğu-Batı Divanı’nda da buna ilişkin olarak şöyle denilmektedir: Mekke’ye sürülseydi bile/İsa’nın eşeği, olmazdı/Böylece daha terbiyeli/ Gene eşek olarak kalırdı öyle.

         Burada, kimi zaman zahirî olanın (görüntünün) yanıltıcılığı ve özün yani içsel durumun, karakter özelliğinin, değişmeyeceği anlatılıyor. Bir durum tespitidir bu. 

         “Ye kürküm ye” ifadesi ise bir gözlemin sonucudur. İnsanların neye değer verdiğini, eleştirel bir tarzda, biraz da ironiyle dile getiriyor.

          Her ikisi de toplumda tanık olunan gerçekliklerdir. Birbiriyle çelişmez bunlar, aksine, dış görünüşün insanları etkilemesine rağmen, aslında, ne kadar yanıltıcı olabileceğini vurgular.

- “Düşenin dostu olmaz/Dost kara günde belli olur“.

           Bunlar birbirini anlam olarak tamamlayan iki atasözü. Düşenin eşi dostu ondan uzaklaşacağı için, esas dostun böylesi günlerde belli olacağı ifade ediliyor.

         - “Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır/Lafla peynir gemisi yürümez“.

           İkisi birbirinden farklı konulara yönelik atasözleridir. Birincisinde, bir iletişim yöntemi olarak  tatlı dilin sorun çözücü etkisine gönderme yapılıyor. İkincisinde ise sadece sözle, konuşmayla  her zaman sonuç alınamayacağı belirtilip eylemin/icraatın gerekliliğine dikkat çekiliyor.

        Şimdi de Türklerle ilgili bazı Batılı atasözlerini yukarıdaki açıklama çerçevesinde örnek olarak inceleyelim.

       -Bir Türk kurmak (Einen Türken bauen): Alman atasözüdür. Türk  etmek, Türk kılmak, şaşırtmak, pratik yolla göstermek anlamındadır.Bu atasözünün nasıl doğduğuna ilişkin iki rivayet  var.

      Birincisi:1895 yılında Kuzey Denizi Kanalı’nın (Almanların deyişiyle, Kayzer Wilhelm Kanalı) Kiel’de düzenlenen açılış töreninde her ülkenin temsilcileri geçerken onların millî marşı çalınır. Sıra Türk heyetine geldiğinde, orkestra ilgili notaları bilmediği için, Türklerin hilâli ile uyumlu olsun diye Alman Millî Marşı’nın “ey güzel ay, gidiyorsun ağır ağır…” kısmını çalar. Türkler de bu arada Itrî’nin bestelediği şekliyle tekbir getirir. Doğaçlama meydana gelen bu durum üzerine, zaman içerisinde,  “bir Türk inşa etmek/kurmak” anlamındaki atasözü doğmuştur. Bu, bir yandan zor durumlarda bir çıkış yolu keşfetmeyi gündeme getirirken, bir yandan da yanıltmakla ilintili durumlarda kullanılır.

    İkinci rivayet, Wolfgang von Kempelen tarafından 18. yüzyılda yapılan bir satranç makinesiyle ilgilidir. Kempelen’in satranç makinesi, başında sarığı ve pala bıyığı ile bir Türk kılığında mekanik satranç oyuncusunun el ve başını hareket ettirerek rakibiyle satranç oynayıp onu yenmesini sağlayacak özelliktedir. Uzun zaman şehirler ve ülkeler dolaşılarak yapılan satranç gösterilerinden sonra Kempelen’in hilesi ortaya çıkar. Meğerse makinenin içerisinde satranç ustası cüce bir insan varmış. Üstte Türk kılığında hareket eden adam,  yanıltıcı bir figürden başka bir şey değilmiş.

     Bu atasözünün bir sonraki aşaması, “…getürkt” kavramlaştırmasını beraberinde getirmiştir. Kelime anlamı, Türkleştirmek, Türk etmektir. Ama mecazî anlamı, ki bu anlamda kullanılır, sahteleştirmektir.

    Alman kültür dünyasında böyle bir gerçeklik gözlemliyoruz. Özellikle ikinci rivayet dikkate alındığında, bahsedilen atasözünün oluşumunda Türklerin hiçbir katkısı yoktur, bu tümüyle Batılı birinin hayal gücüyle ilgili bir sonuçtur. Bu gerçeklik, Türklerle ilgili bir gerçeği yansıtmaz. Hele de Türk demenin sahte demek olduğunu ileri sürmek, asla hakkaniyete uygun düşmez, yani gerçek olarak görülemez. İkisini birbirinden ayırt etmek gerekir.

     Fazlaca uzatmadan, iki Polonya atasözüyle bitirelim bu haftaki yazımızı.

    - “Viyana’da Türkler gibi mideye oturdu- leży na żołądku jak Turcy pod Wiedniem “.

       Polonyalılar bu atasözüyle, hazmedilmesi kolay olmayan şeyleri anlatmak ister. Sözün tarihsel arka planı epeyce inandırıcıdır. Türklerin Viyana’daki varlığı, Avusturya ve tüm Avrupa üzerinde nasıl bir ağırlık ve tehdit oluşturmuşsa, mideye ağır gelen yemeğin de buna benzetilmesi, müthiş bir ikna girişimi sayılır. Avusturyalı Metternich’in  “Avrupa’nın sınırları Landstrasse’de (Viyana’nın dış mahallesi) biter” demiş olması da bu Polonya atasözünün isabetliliğini gösterir.

- “Buradan Türkler, sonrası kurtlar- Stąd Turcy, stamtąd wilcy”.

       Umutsuz durumlar için kullanılır. 19. yüzyılda söylenilir olmuştur. Türklerin Orta ve Doğu Avrupa’dan çekilmesiyle birlikte oluşan siyasî karışıklık ve tehlikelere gönderme vardır bir bakıma. Türkler çekilince,  Avrupa’da kurda kuşa yem olma tehlikesi midir acaba Lehleri tedirgin eden?

         Bu gerçek olamaz mı?

        Atasözleri, bu türden sorular üzerinde düşünmeyi de mümkün kılıyor.

Prof. Dr. Ibrahim S. Canbolat - Haber 7
icanbol@hotmail.com


[*] Bugün gazetesi, 1 Mayıs 2011.

Yorumlar6

  • abdullah oğul 14 yıl önce Şikayet Et
    . " Görüntü Yanıltır". Davranışlarıyla ve fikirleriyle benim kendi yolumu bulmamı sağlayan birinden duymuştum bu Alman atasözünü. Sanırım yazının konusuna uygun bir örnek.
    Cevapla
  • Serdar Hasan 14 yıl önce Şikayet Et
    Çelişki değil zenginlik. "Akıl akıldan üstün" olup, bir akıl sahibi daha güzel bir fikir ortaya atıyor ve umum insanlar bu fikri benimsiyorsa "aklın yolu bir" olmuyor mu. Bu gibi örnekler çelişkiyi değil aksine atasözlerimizdeki zenginliği gösteriyor.
    Cevapla
  • tankoy oytun 14 yıl önce Şikayet Et
    hz ismail gözünü kör ettiğinde şeytan da doğru söylüyordu.... doğru olmak bir şey değil...hakkın yanında olmak...ayrıca davut aleyhisselamın zinciri neden göğe çekildi...hakkın zincirine bile hile yapılmış...allah bizi kalbi dosdoğru olanlarda ve olanlarla eylesin...yanılmayanlardan ve yanılmayanlarla....amin...
    Cevapla
  • kenan elli 14 yıl önce Şikayet Et
    anlayış temelinde buluşmalar... yazar, zihnimizdeki kimi algıların yeniden canlanmasına-şekillenmesine yol açmış.bazen farkında olarak, bazende kendiliğinden oluşan algılar bunlar. çok ince çizgilerle ayrışan ve algı temelinde yer bulan iki kavramla ilgili "dil bilgisi" inceliğinde kaleme alınmış bir yazı. gerçek eşittir hakikat, burada sorun yok. her gerçeklik de gerçek olmasa bile; önemli olanın gerçekliklerde asgari ölçüde buluşmalar olsa gerek. subjektifliklerden uzak, şartlarla şekillenen, anlayış temelindeki algı buluşmaları. günümüzün belkide en çok ihtiyacı budur..hem aynı kültürler arasında, hem de farklı kültürler arasında..
    Cevapla
  • kenan elli 14 yıl önce Şikayet Et
    anlayış temelinde buluşmalar... yazar, zihnimizdeki kimi algıların yeniden canlanmasına-şekillenmesine yol açmış.bazen farkında olarak, bazende kendiliğinden oluşan algılar bunlar. çok ince çizgilerle ayrışan ve algı temelinde yer bulan iki kavramla ilgili "dil bilgisi" inceliğinde kaleme alınmış bir yazı. gerçek eşittir hakikat, burada sorun yok. her gerçeklik de gerçek olmasa bile; önemli olanın gerçekliklerde asgari ölçüde buluşmalar olsa gerek. subjektifliklerden uzak, şartlarla şekillenen, anlayış temelindeki algı buluşmaları. günümüzün belkide en çok ihtiyacı budur..hem aynı kültürler arasında, hem de farklı kültürler arasında..
    Cevapla
Daha fazla yorum görüntüle
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat