O ne cehalet ki çam devirip, halkı bölüyor

  • GİRİŞ12.05.2011 08:25
  • GÜNCELLEME12.05.2011 08:25

 Oyun mu oynuyorsun kardeşim, “bölünsek iyi olur mu?”, “peki bölünmesek iyi olmaz mı?”  ne demek?.. Papatya falı mı bu?.. Başlık ele veriyor kendini… Şüyûu vukûundan beter olabilecekler hakkında fikir veriyor. Bin yıllık bir kültürle yetişmiş toplumun değerleri ve hassasiyetleri üzerinden fikir jimnastiği olmaz. Karşınızda bir sanal toplum yok ki senaryo geliştiresiniz. Kanlı canlı, eti kemiği ve ruhu ve kalbi ve duyguları olan, ortak aileleri olan bir toplumdur üzerinde bölme, çıkarma yapmak istediğiniz. “Türk milleti” denilmiştir bu topluma.

     Şimdi, konuyu genel çerçevesi içerisinde, ilgili hususlara değinerek ele almaya çalışalım.  Önce şunu belirtelim ki, İmralı’daki terör suçlusuna hukukî mevzuatın gerektirdiği muamelenin dışında, onu ve bazılarını beklentiye sevk edecek tarzda, herhangi bir rol yakıştırması, bu ülkede Kürtlere ve Türklere yapılabilecek en büyük kötülük olur. Çok tehlikeli bir süreci başlatabilir bu yol.

     Terör liderinin, yakalanıp Türkiye’ye getirildiği (gönderildiği) günlerde kendi canını kurtarmaktan başka bir hedefinin olmadığı anlaşılıyordu, bunun için devlete hizmet etmekten de çekinmeyeceğini ifade eden sözlerini herkes duymuştu haber ajanslarından. Şimdi de değişen fazla bir şey yok, bu birinci hedef gerçekleştikten sonra artık ülkedeki siyasi atmosfer manipüle edilerek terör suçlusuna yeni bir rol biçilmeye çalışılıyor. Ama bir farkla: Devletin karşısında, onunla pazarlık edecek bir konumda olarak. PKK, KCK, BDP, DTK gibi oluşumlar da birer araç durumundadır; esas etkili merkezler Türkiye dışında.

    Türkiye Mısır ve Suriye değildir

     Bu arada, açıklayıcı olması amacıyla, konunun güncel bir diğer bağlantı boyutuna da değinmekte yarar görüyoruz. Avrupalıların kavramadığı bir şey var, o da Türkiye ile ilgili olarak azınlık ve öteki algısının tıpkı kendilerinde olduğu gibi varsayılmasıdır.  Onlara göre, etnik farklılık azınlık olmanın sebebi sayılır. Ama diğer yandan, tarihsel önyargılarını gösteren bir başka durum da söz konusudur: Avrupalılara göre, Müslüman kimliğinden dolayı Türkler ve Araplar arasında fark yoktur. Daha birkaç yıl önce Fransa’da yapılan bir kamuoyu anketinden anlaşılıyor ki, Fransızların yüzde 86’sı Türkler ve Araplar arasında bir fark görmüyor, onlara göre Türk Arap sayılıyor, Arap da Türk.

     Bu kadarla kalsa, iyi:  Mevcut ön-kabul, muhtelif sorunlar ve siyaset yöntemi ile ilintili bir yanlışlığı beraberinde getiriyor. Örneğin Arap toplumundaki siyaset ve gösteri biçiminin geleneksel olarak Türkiye’dekinden farklılığı göz ardı edilerek, çözüm, daha doğrusu tahrik yöntemleri önerilebiliyor. Türkiye Mısır ve Suriye değildir. Son zamanlarda Arap ülkelerinde gözlemlenen başkaldırı/isyan gösterilerinin bir benzerinin Türkiye’de ortaya çıkması için çaba gösteren yerli ve yabancı tahrikçilerin planı tutmaz. Çünkü buradaki doku başkadır. Görüntü yanıltıyor.

     Türkiye’de genel seçim öncesindeki şu günlerde bazı iç ve dış çevrelerin yukarıda değindiğimiz anlamda bir tertip içerisinde olduğu görülüyor. Vekâleten düşünme talihsizliğine düşmemiş sağduyulu her vatandaşın hemen fark edeceği gibi; sahte ve art niyetli, bu ülkenin geleneksel olarak sosyal ve dinî kültüründe daha önce hiç görülmemiş yöntemler deneniyor. Cuma namazının sokaklarda alternatif imamların arkasında bir tepki ve direniş eylemi olarak kılınması ne demektir? Burada esas amaç cuma namazı kılmak mı, yoksa cumayı ve masum dindar insanların samimî inanç ve duygularını bir siyasî eylem için istismar etmek mi?

     Din, şimdilerde yeni ve farklı bir biçimde siyasete alet ediliyor. Dindar Kürtlerin bu oyuna gelmeyeceklerini biliyoruz. Türklerin de.

     Eğer birileri Arap toplumlarındaki Cuma namazı sonrası gösterilerinden esinlenerek halkı namazla sokaklara çekmeyi düşündüyse, bu toplumda korsan namaz hilesinin tutmayacağını bilmelidir. Bu, kendisinin imam olduğuna köylüyü inandıran, ama bırakınız imamlığı namazdan bile gerektiği ölçüde haberi olmayan birinin, cenaze namazını rükû ve secdeyle kıldırmaya kalkması kadar dinden uzak, ama görünüşte dinî olan bir yanıltma siyasetidir.

   BDP’nin Hakkari’deki seçim propagandası sırasında, İmralı’daki terör suçlusu kastedilerek, “sadece fotoğrafla değil bedeniyle de aramızda olup başımıza geçmeli”  sözlerine yer verilmesi, burada siyaset ile terör yönteminin ne denli iç içe olduğunu gösteriyor. Bunu parlamentoda halkı temsil etmekle görevli biri söylüyorsa, terör yöntemini siyasete bulaştırıyor demektir. Kürt Sorununa çözüm arayışı böyle olmaz.

     Bu hadise, iki yıl kadar önce tartıştığımız bir Avrupalının sözlerini anımsattı. Hukuk doktorası da yapmış bir iktisatçı olan bu kişi, yemekte konuşurken, Almanya’da işletme sahibi Türk arkadaşımıza dönerek, “Öcalan nerede?” diye sormuştu.  Alman vatandaşı olan ve işletmesinde farklı ülkelerden yüzlerce kişiye istihdam olanağı sağlayan, kendisi orada meşgul iken de yüreği Türkiye sevgisiyle çarpan bu dostumuz, “Öcalan şimdi bir adada…” diye başladı yanıt vermeye. Doğru. O kişi bir adada idi.

     Ama bu satırların yazarı, duramayıp sordu “Öcalan” meraklısına: Kimdir Öcalan?... Ve, karşıdakinin yanıtını beklemeden: Öcalan bir teröristtir ve o adada, yasalar gereğince, cezaevinde tutuluyor…

     Bunun üzerine aramızda bir tartışma başladı. Şimdi terörist denilen kişinin başarılı olması halinde kahraman sayılacağını anlatmaya çalıştı. Biz de terörist ile siyasî kahramanın, kullandıkları mücadele yöntemiyle birbirinden ayrılacağını belirtip teröristin amaca ulaşmak için çocuk, sivil insan gözetmeksizin herkesi öldürebileceğini, siyasî mücadele verenin bunu yapmayacağını söyledik.

     Şimdi görüyoruz ki, o yabancının beklentisiyle Türkiye’de Kürt-Türk gerçeğini ya tam kavramamış ya da esas niyeti Kürt gerçeğini anlamak değil birtakım siyasî hesaplar olan bazı çevrelerin beklentileri birbiriyle örtüşüyor.  Şimdi Kürtler ile Kürtler adına ortaya çıktıklarını ileri süren bu çevreler arasında ayırım yapma zamanıdır. Türkiye’de Kürtler ile PKK, KCK, DTK ve hatta BDP arasında ayırım yapılmalıdır. Bu sayılanların Türkiye’de Kürtleri temsil etme iddiasıyla o bilinen söz ve davranışları sergilemeleri, en azından Kürtlerin beklentilerine ve çıkarlarına aykırı olur. Bunları görüp kimilerinin, bölünmeyi bir seçenek olarak kamuoyu gündemine taşıması, Kürtlere ağır bir hakaret ve haksızlık sayılmanın ötesinde, esasen bu ülkenin birleştirici kültür birikimine de uymaz.

Türk ve Kürt yapışık ikizler gibidir

    Böyle bir yaklaşım, ülkenin sosyolojik ve kültürel gerçeği konusunda bir cehaletin yansıması sayılır. Bu bir eleştiri tarzında ifade edilse dahi, kanaat önderi konumunda olması gereken bir yazarın yapabileceği en vahim hata olur. Burada hem bilgi noksanlığı vardır, hem de usul (yol, yöntem) yanlışlığı. Özellikle de usul hatası, tahmin edilemeyecek derecede tehlikeli gelişmelere zemin hazırlayabilir. Sosyal ve psikolojik sarsılmalar, kırılmalar yaşanabilir toplumda. Dış bağlantılı tahrik ve propaganda çalışmalarının öncelikli hedefleri arasında da zaten bunlar vardır.

     Seçilen yol yanlış ise, sizin hedeflediğiniz yere ulaşmanız mümkün değildir. Hatta bu sizin varlığınızı da tehlikeye düşürebilir.  Bir bakıma, yapışık ikizleri birbirinden ayırmaya benzer Türkiye’de Kürtler ve Türkler arasındaki bölünme. Bunun mantığı yoktur. Dünyada sıklıkla görülen, ortak organlara sahip yapışık ikizleri birbirinden ayırma girişiminin onların her ikisinin de ölümüyle sonuçlanacağı biliniyor. Tıp doktorları böyle bir yolu asla tıbbî bir seçenek olarak görmüyor. Çünkü ayrılma, ölüm demektir.

    Türkiye’de Türk ve Kürt de, hayatiyetlerini sürdürme bakımından,  aynen yapışık ikizler (siyam ikizleri) gibidir. Tıpkı ülkedeki diğer etnik doku unsurlarıyla olduğu gibi.

     Yalnız, burada, yanlış anlamaya fırsat vermemek için şunu belirtelim ki, sözünü ettiğimiz yapışık ikizler zoraki birlikteliğin getirdiği sınırlı hareket kabiliyeti ve mağduriyete değil, bir operasyonla vücutların ayrılması durumunda bunların yaşama şanslarının olmayacağına örnektir.

     Birleştirici, diriltici kültür birikimi

      Şimdi, tekrar yukarıda değindiğimiz birleştirici kültür birikimine dönelim. Bu yalnızca Anadolu’daki kültür müdür? Tabii ki hayır. Türkiye’nin farklı coğrafyalardaki tarihsel, kültürel kökleri unutulmamalı. Avrupa, Kuzey Afrika ve Asya’daki izleri de. Avrupa içlerine kadar uzanan siyasî kültürün etkilerine bugün de rastlıyoruz. Bu kültür, ufak bir sorun karşısında hemen bölünmeyi akla getirecek kadar köksüz değildir; aksine, diğer milletlerin varlığının da garantisi olacak ölçüde kapsayıcı ve diriltici bir kültürdür. Geçen haftaki yazıda sözünü ettiğimiz Polonya atasözünü anımsayalım. Ne diyordu?  “Buradan Türkler, sonrası kurtlar…”

      Polonya’ya Erasmus Programı kapsamında bir dönem okumaya giden Türk öğrencilerin yaşadıkları da anlatıyor bu atasözüyle Polonyalıların ne demek istediğini. Örneğin bir Polonyalı öğrencinin, öğrencimiz İ.Çağrı Erkul’un yanına gelerek, “zamanında Osmanlılara gerekli desteği verememiş olmaktan dolayı şimdi senin şahsında Türklerden özür diliyorum” demiş olması, Türklerin zayıflayıp geri çekilmelerinden sonra Polonyalıların başına gelen felaketlerden bahsetmesi çok anlamlıdır. (Öğrencimiz bu anısını yukarıdaki Polonya atasözünü öğrendikten sonra anlattı).

     Diğer atasözü de “Viyana’da Türkler gibi mideye oturdu” idi. Dün nasıl Türklerin Avrupa’daki varlığı, hazmedilmesi zor bir durum olarak görülmüşse, bugün de Kürt, Çerkez, Türk ayırımı yapmaksızın istikrarlı biçimde gelişip büyümüş bir Türkiye’nin hazmedilmesi kimilerine çok ağır gelebilir. Bundan dolayı Kürt bölünmesi, “Ermeni soykırımı” iddiası üzerinden yürütülmeye çalışılan bir etkisizleştirme siyaseti vardır Türkiye’ye yönelik. Örneğin Aleksander Dugin’in Avrasya modeline göre, Türkiye Kürt Sorunu ve Ermeni Sorunu ile meşgul edilip zayıf düşürülmeli ve Avrasya bölgesindeki etkinliği kırılmalıdır.

      Böylesi dış beklenti ve hesaplardan da haberdar olup iki hususa dikkat etmeliyiz:  Bir defa, devletin herhangi bir temsilcisinin terör lideriyle yanlış algılama ve beklentilere yol açacak tarzda görüşmesi doğru değildir. İkinci olarak, yaklaşık doksan yıldır şöyle veya böyle gündemde olmuş bir sorunun gerçek zeminde çözümü için atılan samimi adımlar önemsenmelidir. Bunun için yalnızca iktidar değil, muhalefet ve toplumun her ferdi ortak çözüm arayışına yapıcı katkı sunmalıdır.

    Ak Parti hükümetinin başlattığı demokratik açılım girişimi, yukarıdaki anlamda bir ortak çözüm atmosferi oluşmadığı için başarıyla sürdürülememiştir. Bu ise çeşitli spekülatif tartışmalara ortam hazırlamış, siyasî irade de geri adım atmak zorunda kalmıştır. Şimdi oluşan kaotik durumun yıkıcı değil, yapıcı bir mecraya doğru yönlendirilmesi, ancak gerçek zeminde bir ortak çözüm arayışıyla mümkün olur. Kararlılık gereklidir. 1940’lı yıllarda Başbakan Şükrü Saraçoğlu’nun söylediği ifade edilen, “gelecekte ne olacağı belli olmayan bir bölgeye para akıtmanın gereksizliği” anlayışıdır biraz da Kürt Sorunu’nu besleyen. Fırsatçılar tarafından istismar edilmesine yol açan.

      Son dönemde bu anlayıştan uzaklaşıldığını memnuniyetle gözlemliyoruz. Ama bu yeterli olmuyor. Tesadüflere bırakılmayacak derecede önemli olan bir sorunun gerçek anlamda çözümü için hükümetin yanı sıra, ortak akıl temelinde diğer siyasal partiler ve kamuoyunda etkili kanaat önderleri ile muhtelif kurumların yapıcı katkıda bulunmaları şart.

İbrahim S. Canbolat - Haber 7
icanbol@hotmail.com

Yorumlar9

  • Havisoğlu 14 yıl önce Şikayet Et
    Niyeti Halislere. Bence çok güzel bir analiz olmuş. Tüm siyasetçilerin ve siyasete yön verenlerin bu yazıyı olumaları ve ders çıkarmaları gerek
    Cevapla
  • abdullah oğul 14 yıl önce Şikayet Et
    Bir Gözlem. Polonya da tarihlerinden haberdar olan Polonyalılar her fırsatta Osmanlıya minnettar olduklarını dile getiriyorlar.
    Cevapla
  • abdullah oğul 14 yıl önce Şikayet Et
    B. Polonya da tarihlerinden haberdar kişiler her fırsatta Osmanlıya minnettar olduklarını dile getiriyorlar.
    Cevapla
  • Serdar Hasan 14 yıl önce Şikayet Et
    Birlik. Tek millet, tek devlet kavramı sadece mhp'nin değil bu ülkenin birlik beraberliğini isteyen herkesin görüşü. Bu noktada özellikle güneydoğu'daki insanlara daha fazla görev düşüyor. Aklıselimle hareket edip, kardeşliğimizi ve birliğimizi muhafaza etmeliyiz, zaten başka yolu yok...
    Cevapla Toplam 1 beğeni
  • İsmetlim 14 yıl önce Şikayet Et
    Niyet okuyuculara.... Niyet okuyuculara "ders verici" güzel bir yazı olmuş.Böyle ele alınmalı meselenin tahlili.Fitneye vesile olmak neyin nesi.Yazıdaki 'Türk milleti' kavramının altını ben de çizmek istiyorum.Umarım bu uyarıcı ve bir o kadar da bilgilendirici olan bu yazıyı ders çıkarması gerekenler de okur..
    Cevapla Toplam 1 beğeni
Daha fazla yorum görüntüle
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat