Türkiye'nin asgari müşterek unsuru nedir?

  • GİRİŞ14.07.2011 07:56
  • GÜNCELLEME14.07.2011 07:56

Devletin varlığı ve halkın gönenci için asgarî müşterek     

Türklerin uzun süre göçebe bir toplum olarak varlık gösterdikleri bilinir. Bir yeri yurt edinmeden önce oraya tuz, yeni kesilmiş oğlak eti ve soğan kabuğu koyarak, belirli bir zaman geçtikten sonra tekrar gelip söz konusu mekânı etraflıca gözlemledikleri ve bunun sonucuna göre oraya yerleşip yerleşmemeye karar verdikleri anlatılır. Rivayet edilir ki; eğer tuz nem kapmamışsa,  taze oğlak eti bozulmamışsa ve soğan kabuğu da orada durmuyorsa, burası yerleşmeye uygun kabul edilirmiş. Anlıyoruz ki, sağlıklı bir toplum ile sağlıklı bir zihin dünyası ve siyaset uygulaması için, daha en baştan, işi tesadüfe bırakmama niyeti ve kararlılığı gereklidir.

Avrupa ve Ortadoğu’da Türkiye

     Böyle bir seçicilikle Orta Asya bozkırlarından kalkıp Avrupa içlerine kadar ilerleyen Türkler, Avrupa’nın siyasî ve kültürel terminolojisine yeni kavram ve içerikler kazandırmış, daha doğrusu, doğrudan ya da dolaylı biçimde buna vesile olmuşlardır. Örneğin, “Hun Kralı Attila”dan ve onun ülkesi Ungarn’dan bahsedilir Avrupa destanlarında. Macaristan bugün Batı dillerinde Hun Ülkesi anlamında Ungarn, Hungary kavramlarıyla ifade edilir.

     On altıncı yüzyılda Habsburg İmparatoru V. Karl’ı öven şiirlerde de Türkler, kendilerine karşı cesurca savaşılan güçlü yabancılar olarak geçer. Aynı zamanda Kutsal Roma İmparatoru olan “Büyük Karl” methedilirken, onun Roma Tacı’nı ele geçirmek isteyen Türklere karşı yiğitçe savaştığı anlatılır. “Roma Tacı Türklerin eline geçmesin diye” yapmıştır o bütün bunları (: Damit die römische Krone kommt nicht in Türkenhand).

     Sonuçta Türkler özgün kimlikleriyle Avrupa’da barınamamış, Attila Batı’dan gerçekleştirdiği ikinci İstanbul seferinde zehirlenerek öldürülmüş, onun çocukları da Avrupa’dan geri çekilmek zorunda kalmıştır. On dokuzuncu yüzyılda Avrupa edebiyatının şaheseri sayılabilecek Faust’ta  Türkiye olarak vurgulanan Balkanlar bile Türklerin yurdu olarak görülmüyor bugün. Yurt edinmenin ölçüsü; tuz, oğlak eti ve soğan kabuğu değildir artık. Başka mecburiyetler vardır.  Can pahasına ele geçirilmiş yurdun, yirminci yüzyılın başlarında savunulması, korunması için çaba sarf edilmiştir. Ama kolay olmamıştır bu.

     Amerikalı tarihçi Prof. Justin McCharty, Ölüm ve Sürgün adlı kitabında, Osmanlı’nın parçalanmasına yönelik içeriden ve dışarıdan ayaklanma ve müdahalelerin arttığı 1821-1921 yılları arasında Balkanlarda en az beş milyon Müslüman’ın öldürüldüğünü belirtir. Bu bir yana, Balkanlar’dan kaçış/göç, Türkiye için iki sonuç doğurmuştur. Biri Türkiye’nin mevcut demografik yapısıyla, nüfus çeşitliliğiyle ilgilidir. Diğeri ise Osmanlı Devleti’nin zayıflaması ve buna bağlı olarak daha o zamandan itibaren Kuzey Afrika, Ortadoğu ve Balkanlar bölgelerindeki nüfuzunu kaybetmesidir. Bu durum, devletin varlığı ile halkın gönenci/refahı için başka bir siyaset yöntemini gerekli kılmaktadır.

      Şimdilerde Ortadoğu’da gözlemlenen Arap isyanı, görünüşte ilgili Arap devletlerine karşıdır, ama gerçekte,  bölgede devlet-halk ikilemine de zemin hazırlayan Batılı güçlerdir esas karşı çıkılması gereken. Osmanlı’yı parçalayan da onlardı. Şimdi ise geçmişteki Osmanlı mensubiyeti, Türkiye’yi ve Ortadoğu ülkelerini, bir anlamda halklarını, sorunların çözümüne yönelik bir asgarî müşterek oluşturmaya zorluyor.

      Ayrıştırıcı değil, birleştirici bir modeldir bu. Dün nasıl, o zamanın koşullarda, temiz ve rutubetsiz havaya sahip mekânlarda yurt edinmek alışkanlık haline getirilmiş ise (ki bu çok önemlidir), bugün de mevcut dünya gerçekliğine uygun olarak, varlığı devam ettirmek amacıyla belirli siyasî ve kültürel değerler temelinde bir ortak anlayış geliştirilebilir. Bunun adı Yeni Osmanlıcılık değildir. Turancılık ya da Türkçülük, İslamcılık/Arapçılık, Kürtçülük gibi ayrıştırıcı model tasarımlarına da benzemez. Kimsenin kimseye tahakküm etmeyeceği bir ortaklık ve işbirliği modeli gereklidir bölgede. Bölge halklarının dil ve kültür değerlerine saygılı bir asgarî müşterek modeli.

      Sözünü ettiğimiz asgarî müşterek iki taşıyıcıya sahiptir. Biri tarihî ve kültürel değerler sistemidir. Din ve inanç değerleri de buraya dâhildir. Diğeri ise temel insan haklarına saygılı, eşit vatandaşlığı öngören demokratik hukuk sistemidir.

     Tuzun nem kapmaması, oğlak etinin belirli bir süre tazeliğini koruması (çevre faktörü, insan ve toplum sağlığı), gönenç içinde yaşanılacak bir yurt için dün ne kadar önemliyse,  yukarıdaki model marifetiyle gerçekleştirilecek olan da o ölçüde önemlidir şimdi.

   Osmanlı Devleti’nin karşılaştığı siyasî zorluklardan, ama aynı zamanda deneyimlerinden bugün bazı dersler çıkarmamız gerekebilir. Dün Yunan ve Sırp uyruklu Osmanlı vatandaşlarının ulusal ayrılıkçılık hareketi, dönemin siyasî ve kültürel atmosferinin de desteğiyle, başarılı olmuş ve Devlet-i Âli Osmanî dağılmıştır. Uluslararası konjonktür (örneğin Wilson İlkeleri) zaten imparatorlukların yaşamasına uygun değildi o dönemde. Bu açıdan bakıldığında, Osmanlı’nın dağılmasını normal karşılamak gerekiyor. Bizim bugün sorgulayıp öğrenmemiz gereken şey, öylesine geniş bir coğrafyada devleti hangi ortak değerlerin yüzlerce yıl ayakta tuttuğudur. (Bunu ABD Başkanı Bill Clinton da sormuştu, başkanlığının son günlerinde Türkiye’ye gerçekleştirdiği ziyaretinde. Hatta bir tür demokrasi modelinden söz etmişti).

Bir asgarî müşterek unsuru olarak Itrî Tekbîri 

     Biz, bir asgarî müşterek unsuru anlamında, Mustafa Itrî Efendi’nin bestelediği Tekbîr’e atıfta bulunabiliriz:  

Allahü Ekber Allahü Ekber
Lâilâhe İllallahü Vallahü Ekber
Allahü Ekber Velillahi'lhamd
."

Tekbîr’in önemini ve onun bestekârı Itrî’yi Yahya Kemal Beyatlı şöyle anlatır:

O deha öyle toplamış ki bizi,
Yedi yüz yıl süren hikâyemizi
Dinlemiş ihtiyar çınarlardan
”.

…………………………..

Nice bayramların sabah erken,
Göğü, top sesleriyle gürlerken,
Söylemiş saltanatlı Tekbîr'i.
Tâ Budin'den İrak'a, Mısır'a, kadar,
Fethedilmiş uzak diyarlardan,
Vatan üstünde hür esen rüzgâr
,
Ses götürmüş bütün baharlardan”.

     Balkanlar’dan Ortadoğu’ya, Afrika’ya kadar uzanan coğrafyada Itrî’nin bestelediği Tekbîr hem dün hem de bugün, kimi yerde bestelendiği hâliyle, kimi yerde düz lâfız olarak, ortak değer anlamında kabul görmüş ise, bu olguyu fark etmek ve onun birleştirici gücünden yararlanmak durumundadır bölgenin siyaset yapıcıları. “Yumuşak Güç” denilen şey nedir ki? Tahrip etmeden, yakıp yıkmadan, karşınızdakini öldürmek zorunda kalmadan mâkul bir hedefe ulaşmanızı, belki de ortak hedefte buluşmanızı sağlayan bir yetenek, bir birikim ve bir araç değil mi?..

    Konunun bir de Türkiye’nin siyasî ve sosyolojik davranış seçenekleriyle ilgili boyutu var. Bunu, Âşık Daimî’nin aşağıdaki dizelerinden esinlenerek, özlü biçimde açıklamaya çalışalım. Şöyle diyor, Âşık Daimî:

“Görmüyorsam eğer gerçek varlığı,
Alevi olsam, Sünni olsam, ne çıkar.
Sanat edindiysem sahtekârlığı,
Alevi olsam, Sünni olsam, ne çıkar.”

Burada, Türkiye gerçekliğine uygun düşecek şekilde, Âşık Daimî’nin sözlerine şunu ilave edebiliriz:
Kürt olsam, Türk olsam, Çerkez olsam
Arap olsam, Gürcü olsam ne çakar…
“Görmüyorsam eğer gerçek varlığı”.

Türkiye’nin gerçek varlığı

   Türkiye’nin gerçek varlığını birbiriyle bağlantılı iki farklı boyutta görmek durumundayız. Biri Osmanlı, Selçuklu ve daha önceki dönemleri kapsayan tarihsel oluşum ve dönüşüm süreçlerinde şekillenen kimlik derinliği, diğeri de bütün bunların ardılı olarak Cumhuriyet döneminde varlık göstermeye başlayan yeni Türkiye gerçekliğidir. Yeni Türkiye’nin, tarihteki kimlik derinliği ile münasebeti ölçüsünde, komşuları ve uluslararası toplum nezdinde kabul göreceğini söyleyebiliriz.

     İran ziyaretinde Dışişleri Bakanı Ahmet Davudoğlu’nun, Türkiye ile İran’ı ve diğer bölge ülkelerini yanyana duran ahşap evlere benzeterek, herhangi bir evde çıkacak yangının sadece o evde kalmayacağını, halkların taleplerinin reformlara dönüşmesi gerektiğini ifade etmiş olması da, yukarıda dile getirdiğimiz asgarî müşterek modeline duyulan gereksinimin bir işareti sayılır. Bu, henüz düşünce düzeyinde dile getirilen, ileride ayrıntılı biçimde hazırlanıp geliştirilebilecek bir modeldir.

Prof. Dr. İbrahim S. Canbolat - Haber 7
icanbol@hotmail.com

Yorumlar2

  • kenan elli 14 yıl önce Şikayet Et
    türkiyenin gerçek varlığı temelinde buluşma. türkiyenin gerçek varlığını," bir güç ve artı değer olarak", tarihsel süreç içinden bir anlatımla, günümüzde de uygulanabilecek, bütünleştirici ve aynı zamanda ulusal ve uluslarası yönü ile bir model sunumu olabilecek içerikte bir yazı.
    Cevapla
  • İsmetlim 14 yıl önce Şikayet Et
    asgari müşterek modeli. Osmanlı'dan günümüze yaşananları, kronolojik olarak anlatan doyurucu bir yazı.Okuyucu açısından istifade edililebilirliği kadar,İdare edicilerimizin de uzun yol haritalarında alacakları kararlarda;(tespit, analiz ve çözüm içeriğiyle) ufuk açıcı bir yazı. Umarım farkında olunur.
    Cevapla Toplam 1 beğeni
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat