İt telâşı başka, halkın telâşı başka
- GİRİŞ08.09.2011 08:38
- GÜNCELLEME08.09.2011 08:38
Güncel Türkiye-İsrail ilişkilerindeki gerginlik, doğal olarak, yazarların da gündemindedir. Gerginlik, İsrail’in Gazze’yi uzun süreli, dehşetengiz bir bombalama sonrasında ablukaya almasıyla başlamıştır. Daha sonra oraya yardım götüren Mavi Marmara gemisine baskın düzenleyip dokuz Türkiye Cumhuriyeti vatandaşını öldürmesi, Türkiye’de kamuoyu nezdinde bir İsrail karşıtlığı meydana getirmiştir. Devlet/hükümet ise İsrail’in söz konusu fiilinden dolayı özür dilemesi ve tazminat ödemesi şartını ileri sürerek, bunların yerine getirilmemesi durumunda ikili ilişkilerin kademeli biçimde en alt düzeye çekileceğini ilân etmiştir.
İsrail’in yukarıda belirtilen taleplere uygun bir davranış sergilememesi ve Mavi Marmara olayına ilişkin BM raporunun da Türkiye’nin hassasiyetleri açısından yetersiz kalması üzerine, şimdiki durum ortaya çıkmıştır.
Nedir bu?
Her şeyden önce, algılanan haksızlık karşısında bir tepki durumuyla karşılaşıyoruz. Bu, gayet tabiidir. Mavi Marmara saldırısı sonrasında biz de bir değerlendirmede bulunarak, bazı ihtilâflı durumlarda taraflar arasında caydırıcı nitelikli hava sahası ihlâlleriyle ilgili olarak Uluslararası İlişkiler terminolojisindeki “it dalaşı” kavramına gönderme yapmış, İsrail’in davranışının öyle olmadığını, onun ancak bir it telâşı sayılabileceğini belirtmiştik. Bütün olup bitenlerden sonra, o günün koşullarında uzun anlatımlara gerek yoktu. ”İt dalaşı değil, it telâşıdır bu”, demiştik.
Sözün bittiği yerde insanlık kaybeder
Harflerle ve kelimeyle oynamanın ötesinde bir vurguydu yapmak istediğimiz. İsrail’in taşkınlığına ve katliamlarına karşı uluslararası hukuk işlemese de, bitse de, söz bitmemeliydi. Sözün bittiği yerde insan da çok şey kaybeder insanlığından.
Yukarıda dile getirdiğimiz durumla ilgili olarak, sözü iki türlü kullanmak mümkün. Birincisi, haksız gördüğünüz muhatabınızı en ağır hakaret ve küfürle betimlemek. Ama bu herhangi bir çözüme götürmez sizi. Söyledikleriniz karşınızdakinde bulunsa da, bir şey değişmez. İkincisi, küfürlü ve uzun sözün hisleri okşayıcılığı yerine, bir durum tespiti ile gerçekliğin algılanmasını önceleyen kısa ve özlü sözün çözümleyiciliğini tercih etmek. Karar alıcılarda ve kamuoyunda yeni bir idrak için zemin hazırlamak.
İsrail devletinin dünkü telâşı, çevresi için zararlı ve tehlikeliydi. Orta ve uzun vadede kendi çıkarlarına da ters düşecek özellikteydi. Nitekim bugün Türkiye’nin İsrail’e yönelik kararlarında görülebiliyor bu.
Tam da bundan dolayı, şimdi, “acaba İsrail devletinin telâşından halkın ve bürokratların telâşına doğru bir dönüşüm mümkün olabilir mi?” diye sorma zamanıdır. Bu ikinci türdeki telâş, birincisi gibi zararlı olmayabilir. Hatta bir anlamda, yeni bir idrak oluşumuyla, bazı hususlarda İsrail’in normal siyaset çizgisine gelmesini de sağlayabilir.
Sözünü ettiğimiz idrak, öteden beri kendini tehdit altında hisseden İsrail halkının, tehdidi savması için İsrail hükümetini ne pahasına olursa olsun desteklemesinden vazgeçmesini beraberinde getirebilir. Bu bir yenilik olur İsrail’de. Ama kolay değildir.
Yeni bir idrak için tarihsel ve güncel sebepler
Kolay olmaması, hiç mümkün olmayacağı anlamına gelmez. Bunun mümkün olabileceğine dair iki boyutlu sebep ya da gerekçe var önümüzde. Bunlardan biri tarihsel ve teorik, diğeri güncel ve pratik/deneyimsel niteliktedir. Birincisiyle ilgili olarak şu gözlemlenmiştir ki, İsrail halkı, daha geniş anlamda söyleyecek olursak, Yahudiler, Siyonist İsrail Devleti’nin tasarrufları konusunda birlik içinde değildir. Özcü/dindar Yahudiler, daha önceki tutumlarından dolayı kendilerinin böyle bir devlet kurmaya yetkili olmadıkları inancındadır. Dolayısıyla, İsrail devletinin etrafa zarar veren politika ve eylemlerini meşru görmezler. Sosyalist düşünceye sahip İsrail halkının önemli bir kısmı da İsrail’in Filistin’e yönelik uygulamalarına karşıdır.
Güncel gelişmeler bağlamında Türkiye’nin İsrail ile ilişkileri asgarî düzeye indirmesinin İsrail üzerindeki olumsuz etkileri konusunda fikir beyan eden bürokrat ve düşünürlerin sayısı da az değil bugün İsrail’de. Örneğin İsrail Merkez Bankası Başkanı Stanley Fischer, Tel Aviv'de düzenlenen Bölgesel Ekonomik İşbirliği konulu uluslararası bir konferansta, Türkiye’nin büyüyen ekonomik potansiyeline dikkat çekerek, ilişkilerin kesilmesinin İsrail’e büyük zarar vereceğini belirtip siyasî karar alıcıları uyarmıştır. İsrail’in Sanayi ve Ticaret ile Çalışma Balkanlığı görevinde bulunmuş olan Binyamin Ben-Eliezer ise, Türkiye’nin hem büyük bir güç, hem de Ortadoğu’da İsrail’in en büyük dostu olduğunu belirterek, “Dökme Kurşun Operasyonu konusunda bilgi vermeyip Erdoğan'ı bizden uzaklaşmaya mecbur bıraktık” değerlendirmesinde bulunmuştur. Ben-Eliezer’e göre, böyle giderse, İsrail bölgedeki en büyük dostunu kaybedecektir; buna engel olmak için özür dilenmelidir.
İsrail’in güvenlik, savunma ve terörle mücadele konularında Türkiye’nin desteğine gereksinim duyduğunu dile getiren İsrailli uzman ve yetkililerin varlığını da göz ardı edemeyiz. Bazıları tarih ve olay belirterek, Türkiye’nin İsrail’e yönelik terör girişimlerini önlediğini savunmuştur. Bunlar basında yer aldı.
Şimdi, Türkiye’nin İsrail ile ilişkilerine yönelik yeni stratejisini yukarıdaki bilgiler ışığında incelediğimizde ne görüyoruz?
Türkiye, üç aşamalı bir siyaset izliyor:
1.Diplomatik ilişkilerin İkinci Kâtip düzeyine indirilmesi.
2. Bağımsız Filistin devletinin kurulması desteklenerek, İsrail’in meşru/yasal manevra alanının daraltılması. Böylelikle Gazze ablukasının temelsiz kılınması, ayrıca deniz sahasında İsrail’in Rum yönetimiyle ortak petrol aramasına engel olunması da hedeflenmektedir.
3. İsrail’in hukuka aykırı uygulamalarının Lahey Adalet Divanı’na götürülmesi.
Bu siyasetin başarılı olması belirli dış faktörlere bağlı olmakla beraber, hedefleri itibariyle düşünüldüğünde, bir satranç hamlesine benzetilebilir. Satrançta iyi hamleler yapılabilir, ama bunların hepsinde hedefe ulaşmak mümkün olmaz, çünkü karşınızdakinin de hesapları vardır. Atılan adımların neleri getirip neleri götüreceğiyle ilgili çıkar algılamaları farklı olduğu için, esas tarafların da kendi yörüngelerinde yerleşik taraftarları vardır. Mesele, bu taraftarların ne ölçüde klasik taraftarlıklarını sürdürüp sürdürmeyeceklerinde düğümleniyor.
Yukarıda dile getirdiğimiz yeni bir idrak oluşumu bu bakımdan önemlidir. Önce İsrail halkının kendi varoluşunu İsrail’in hukuk tanımaz şiddet eylemlerinden bağımsız kavrayıp bunu ulusal siyasî bir tercihe dönüştürmesi ölçüsünde, halkın telâşı anlam kazanacaktır. İt telâşı başka, halkın telâşı başkadır. Birincisi tahrip edici olurken, ikincisi yapıcı ve tamir edici olabilir. Tabii ki, dünya siyasetine güven olduğu ölçüde.
İbrahim S.Canbolat / Haber 7
icanbol@hotmail.com
Yorumlar4