Esat ve Erdoğan, anne ve Tayyip
- GİRİŞ13.10.2011 12:17
- GÜNCELLEME13.10.2011 12:17
Ne Esat değişti, ne de Erdoğan
“Arap Baharı” denilen isyan dalgasının Kuzey Afrika ülkelerinde başlayıp Suriye’ye de sıçramasından sonra Beşar Esat’tan beklenen, babasından devraldığı baskıcı Baas siyasetini terk ederek, değişmesi idi. Başbakan Tayyip Erdoğan’ın ise birkaç ay önceki seçimde halkın yüzde ellisinin desteğiyle daha da belirginleşen kendi tarzında yoluna devam etmesi, siyasetin gereğiydi. O tarzı/istikameti beğenip beğenmemek, herkesin hür tercihidir. Ama yeni bir seçimden güven tazeleyerek çıkmış bir siyasetçinin, kendi yolundan sapmaması gerekirdi; Erdoğan’ın siyaseti de bu yöndedir. Oyunun kuralına, eşyanın doğasına uygundur bu. Gerisi, farklı görüşlerle ilgili bir tartışma konusudur.
Suriye Devlet Başkanı Beşar Esat’a gelince; burada Türkiye’dekinin tersi bir durumla karşılaşırız. Halkın desteğini almış bir siyasetçi değil, imtiyazlı bir sınıfın, devlet çarkını halkın özgürlük ve refah talebini bastırmak için kullanan bir despot söz konusu. Sistem böyle çalışıyor. Esat’ın reformlarla bu sistemi değiştirmesi bekleniyordu. Dolayısıyla da, değişmesi.
Ama o bunu yapmadı. Kendisini ziyaret eden CHP heyetine, “ben değişmedim, Erdoğan değişti” dediğini okuduk basından. Erdoğan hakkında söylediğini bir yana bırakalım. Kendisinin değişmemesi, sorunun esas kaynağı olmasa bile, önemli bir sebebidir.
Esat ve Erdoğan değişmediğine göre, ne oldu da, esasen AK Parti iktidarında iyileşen Türkiye-Suriye ilişkileri son zamanlarda gerginleşti? Bu hususu iyi sorgulamak gerekir.
Evet, değişen ne Esat, ne de Erdoğan. Bir üçüncü faktör daha var. Bunu üçüncü boyut olarak da ifade edebiliriz. Bu, şimdi ABD olabilir, dün iki kutuplu dünya sisteminin yarattığı rekabet ve çıkar çatışması idi. Birinci Dünya Savaşı ertesindeki Osmanlı topraklarının paylaşıldığı bir zamanda ise Fransa ve İngiltere oluşturuyordu üçüncü boyutu. 1930’lu yıllarda İskenderun Sancağı ve Hatay sorunuyla ilgili Türkiye-Suriye uyuşmazlığının arkasında Fransa vardı.
Peki, bugüne gelirsek ne görüyoruz? Nedir Türkiye ile Suriye’yi (tam da iki ülke ve iki halk arasında olması gereken doğal ve sıcak ilişkiler başlamışken) karşı karşıya getiren?
Burada iki farklı siyasetin etkili olduğu anlaşılıyor. Birincisi, Esat’ın ülkesindeki geleneksel baskıcı rejimi değiştirme yönünde bir irade geliştirmemesidir. Ayrıca, Beşar Esat’ın CHP temsilcilerine açıkladığı üç husustan ikisi bu kapsamda değerlendirilebilir:
1.Esat, “Siz otuz yılda bir anayasayı değiştiremediniz, bizden üç ayda demokrasi getirmemizi istiyorsunuz” demiş. Kendince haklı. Ama mesele bundan ibaret değil.
2.“Türkiye için PKK ne ise, Suriye için de Müslüman Kardeşler odur” diyor. Bundan anlıyoruz ki, Suriye’deki siyasal rejim, kendi geleceği için ciddî bir tehdit olarak görüyor Müslüman Kardeşler’i. Onların “Arap Baharı” sürecinde Türkiye ile herhangi bir sıcak diyaloğu, Suriye yönetiminin Türkiye’ye bakışını değiştiriyor. Ortalık sakin iken bu türden ayrışmalar için sebep yoktu. Nasılsa her iki ülke de kendisi için yeni işbirliği ve açılım olanakları geliştirmeyi, kazanç olarak değerlendiriyordu. Öyle de olacaktı. Ama ne zaman ki suya sabuna dokunma durumu ortaya çıktı, işte o zaman belli oldu asıl niyetler ve korkular.
Söz konusu endişe ve korkunun sebebi olan algılamayı bizim bir veri olarak dikkate almamız gerekir. Türkiye’deki siyasî irade açısından bakıldığında da önemlidir bu.
Yukarıda işaret ettiğimiz etki unsurunun ikincisine gelince: Burada Esat’ın, “ABD Türkiye-Suriye dostluğunu istemiyor” şeklindeki görüşüne değinerek başlayalım açıklamamıza. Yalan değil Esat. Son gerginliğin esas sebeplerinden belki de en önemlisi, Batılı siyasî iradenin (belirgin biçimde ABD’nin) Türkiye-Suriye işbirliğini kendi çıkarları açısından iyi görmemesi ve bunu engellemekten yana olmasıdır.
Anlaşılıyor ki, ne Esat değişmiştir, ne de Erdoğan. Bunlar, kendilerine özgü siyaseti, ideolojik bir kılıfa büründürmeksizin, karşılıklı fayda beklentisiyle yürüttükleri sürece, herhangi bir sorunla karşılaşmadılar. Ancak, Arap ülkelerinin sokaklarında insanlar hak arayışı ve özgürlük talebi ile hükümetlerinin karşısına çıktıktan sonra durum değişti. Suriye için de belirli tehditler ortaya çıktı. Bu tehdit algılaması esnasında, gerek içerideki bazı gruplar (Müslüman Kardeşler gibi) gerekse dışarıdan gelen mesajlar (özellikle Batı’dan, ABD’den), mevcut uluslararası konjonktürde Türkiye ile Suriye arasındaki ilişkileri olumsuz etkiledi.
Demek ki, değişim, öncelikli olarak, bu iki ülkenin siyasî iradelerinin dışındaki gelişmelerden kaynaklanıyor. Türkiye ve Suriye liderleri de sözü edilen bu dış gelişmelere kendilerine özgü tercih ve yöntemlerle karşılık verdiklerinden, uyum ya da çatışma ortaya çıkmaktadır. Uyum ya da çatışma, iki ülke arasında olabileceği gibi, Arap ülkelerindeki halk hareketlerine ilişkin de olabilir. Türkiye-Suriye gerginliği (çatışma), bu ikincisi (halk hareketleri) ile ilgili farklı siyasî tercih ve davranışlardan kaynaklanmaktadır.
Dış politika, bir bakıma, muhatabın (üçüncü ülkelerin) ulusal hassasiyetlerine fazla girmeden, karşılıklı bir kazanç fırsatı yakalama işidir. Türkiye-Suriye ilişkilerinde de bu fırsat henüz elden kaçmış değildir. Belirli ölçüde yumuşama, her iki tarafın da çıkarınadır.
* * * * * * * * *
Ölümü bile sevdirir anne
Tayyip Erdoğan’ın ebedî âleme göç eden annesi Tenzile Erdoğan Hanımefendiye Allah’tan rahmet, başta (annesinin çok sevgili oğlu/Tayyibi, anneyi cennet vesilesi gören) Tayyip Erdoğan olmak üzere, çocuklarına ve yakınlarına başsağlığı diliyorum.
Her annenin çocuğuna, çocuğun da annesine sevgisi vardır. Bu gayet doğal. Ölüm, sevginin gücü nisbetinde hissettirir acılığını. Annenin ve evladın birbirine bağlılığı ölçüsünde, ölümün ağırlığı yansır sevenlerin çehresine. Sevgi dolu yürekler kabarır, damla damla yaş akar gözlerden.
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın yaşadığı da buydu annesinin cenaze töreninde. Başbakan olarak değil, bir anne evladı olarak, insanlığıyla, sevgisiyle öyleydi. Gözlerinden dökülen iki damla yaşa karşı koyacak güçte değildi.
Ahmet Altan, “İki damla” başlığıyla, bu konuyu işledi. Yazdıkları ilginçti. Annesinin ölümü, onun bir parçası haline geldi diye, ölümü bile sevdirmiş Altan’a. Ölüm korkusundan kurtuluşu da annesinin ölümüyle birlikte olmuş.
Demek ki, sevilen birinin, sizin bir parçanızın gittiği (meçhul) yer, bir korku unsuru değil, gidilmesi gerekecek bir (buluşma) yeri olarak görülüyor. Öyle düşünülüyor. Yanlış da değil bu. Aksine, çok mantıklı bir düşünme biçimi.
Annesini alan gücü “sonsuzluk” ile özdeşleştiren Altan, farklı duyguların/algılamaların “tanrısal” (İlahî) bir tekliğe kavuştuğu varsayımıyla, “tek olanın çok olandan daha güçlü olduğunu orada öğrendim” derken, samimî bir itirafta bulunuyor. Bunu, ontolojik içerikli bir cümleyle pekiştiriyor: “ Bilirsin ki tekten gelir teke gidersin”.
Bu, insanın Allah için olduğu ve tekrar O’na döneceği hakkındaki Kur’an hükmünün başka türlü bir ifadesidir. Burada bir kabul ediş söz konusudur. Ölüm ötesiyle ilgili bir bilgi, ölen biriyle tekrar buluşmaya dair bir inanç vardır. Ölüm korkusunun yenilmesinde de, yukarıda değinildiği gibi, annenin ölümünden sonra kavranılan bu durum etkili olmuştur.
Ama gel gör ki, bu zihin ve inanç berraklığıyla çelişen bir tasavvurla bakıyor hayata Ahmet Altan. Yaşamanın “sonsuz bir kayboluşa doğru kaybede kaybede yapılan bir yolculuk” olduğunu düşünüyor. Üstelik bunu ölümle kavradığını belirtiyor.
Oysa hayat bir kaybediş olmayıp sonsuzluğa doğru bir kazanım yeri olduğu takdirde, ölümün de anlamı olur. “Sonsuz bir kayboluş”a açılan kapı olmamalıdır ölüm. Eğer anneyle ve diğer sevilenlerle yeniden buluşmayı mümkün kılacaksa, kendisinden bu bekleniyorsa ve bu yüzden de seviliyorsa, ölüm, kayboluşun değil sonsuz varoluşun habercisi, oraya geçiş kapısı olarak kabul edilmelidir. Mantıken gerekli olan budur. Aksi halde, ölümü sevmenin ne gerekçesi kalır, ne de anlamı.
Ahmet Altan’a ölümü sevdiren anneye Allah’tan rahmet diliyoruz. Ve sonsuz varoluş bilinciyle istikamet hepimize. En sonda gerçekleşecek toplanma gününün bir yanılgı gününe dönüşmemesi için, (ölmeden) önce doğru bilgi-algı-inanç marifetiyle belirlenmiş bir istikamet.
Ibrahim S. Canbolat / Haber 7
icanbol@hotmail.com
Twitter.com/icanbol
Yorumlar3