Gül'le dövmek mavi gönülleri

  • GİRİŞ08.12.2011 09:28
  • GÜNCELLEME08.12.2011 09:28

      “Her gün yeni umutlarla yollara düşer gibi, yürek vurup tutuyorum kuşların kanadından” da ne geçiyor elime?  Bu soruyu sorarım kendime bazen. Yeni umutlarla yollara düşerken, varılmak istenilen yer neresidir?  Ya da, gerçekte elde etmek istediğimiz nedir?

      Bu yazıya başlarken de bazı sorular vardı aklımda. Her defasında bir sonrakine bıraktığım, içime her yönüyle sinecek, belki de öyle olmasını beklediğim/umduğum bir yöntem ve içerikti beni peşi sıra koşturan. Bu benim açımdan böyleydi.

     Diğer yandan, zaman zaman elektronik postayla (e-mail) gelen samimî okur mektuplarında dile getirilen hususlar da bir sorumluluk yüklüyor üzerinize tabii ki.Yoğun meslekî faaliyetler arasında bir de burada haftalık yazı çıkarmanın (üretmenin) tek savunulabilir yanı; onca günlük sıradan işlerin sizi maddileştirmesine izin vermeden haftada bir gün en azından zihinsel düzeyde bir başka dünyada olma ve orada çok değerli düşünce sahipleriyle, okurlarla bir şeyler paylaşma, belki kamuoyunu meşgul eden konular ve sorunlarla ilgili yorum ve önerilerde bulunma istencidir. Demek ki, iki taraflı bir amaç ve fayda beklentisi söz konusu. Bunun hakkı verilirse, mesele hâllolmuş sayılır.

      Burada en baştaki sorunun yanıtını bulmaya yönelik olarak, ilk sözün devamını da getirmek, daha doğrusu, ifade etmek şart. O da şudur:

    “Öyle bir tüy, öyle bir tüy tutsam ki, kalkan olsa tül yüreğime savaşta kalkan”. 

     Tüy… Kalkan… Tül… Yürek… Savaş…

      Hepsini birden söyleyelim:

      Her gün yeni umutlarla yollara düşer gibi,
      Yürek vurup tutuyorum kuşların kanadından.
      Öyle bir tüy öyle bir tüy tutsam ki,
      Kalkan olsa tül yüreğime savaşta kalkan…

      Şimdi, yukarıdaki sözler hakkında biraz akıl yürütmeye çalışalım… (Akıl nasıl yürütülecekse?..)  Bir şiir çözümlemesine kalkışmadan. Çünkü şiir anlatılmaz, hatta açıklanamaz bile. Şiir duyumsanır. Burada bizim yapmak istediğimiz, sadece belirli kavramlardan yola çıkarak, bir düşünce ufkuyla ilgili sorgulama ve paylaşımda bulunmaktır.

     Hemen başlayalım sorgulamamıza: Tüy, tül gibi ince ve hassas yüreğe mi kalkan olacak? Yoksa tül, bir savaş kalkanı olup yüreği mi koruyacak? Ya da ‘savaşta yürek öylesine şeffaf ve herkese açık olsun ki, bir tül bile onu korumaya yeterli görülsün’ mü denilmek isteniyor?

      Bir de, nasıl bir savaştır bu? Yüreğin savaşı mı? Öyleyse, işiniz zor demektir. Karşıdaki somut düşmana karşı savaşta herkesin bildiği araçlar, geleneksel silahlar kullanılabilir; buna bağlı olarak da sonucu az ya da çok tahmin edebilirsiniz. Ama yüreğiniz bir savaşta ise, orada bu türden silahlar iş görmez. “Şu kadar silahım var, güçlüyüm ve galip çıkacağım savaştan” diyemezsiniz.

      Bu, yürek savaşıdır. Hani denilir ya, “yüreğin yetiyorsa”… İşte öyle. Yürek yetmez bazen. Ama hiçbir zaman o bilinen tanklar, toplar, mermiler de işlemez yüreğe. Yürekteki savaşı bastıramaz bu silahlar. Yürek işidir çünkü bu. Beklentisi vardır. Umut ve korku arasında gider gelir.

      (Bir düşünme arası… Ve bu arada bir sebeple elim masanın çekmecesine uzanıyor… Bir de ne görüyorum? Tam da yürekten söz açmışken?... İnce ahşap üzerine nakşedilmiş sözler… Tam 25 yıl önce gönderilmiş. Liseden Edebiyat öğretmenim, sevgili dost Hasan Ali Kasır tarafından).

     Öğretmenlikten sonra Çukurova Radyosunda yapımcı olarak çalışırken bir trafik kazası sonucunda genç yaşında aramızdan ayrılan can dostum, hocam H.A.Kasır tarafından kâğıt yerine ince bir ahşap üzerine yazılmış o şiir de yürekten söz ediyordu … Yürekten geliyordu.

      Ve yazının bundan sonraki seyri için mecburî bir yön tayin edilmiş oluyordu artık. Yazıya başlarken bunu planlamış değildim. Spontane bir gelişmeydi bu. Belki çoğumuzun hayatında böyle şeyler olabilirdi. Çok ince hesaplar yapmadan, güvenecek bir insan bulmak ve güvenilecek biri olmak ne kadar zordu hayatta, biliyordum. Yine de bazı vesilelerin bilinmezliğine, belki de hikmetine inanç ve güven gerekliydi…

       Sözü uzatmayalım. O kısa şiir notunda şunlar yazılıydı:

       “İbrahim ovasına ulaşamadan
       Can verir mi gül yüklü karıncalar
       Bizim şarkılarımızı ateş te söyler
       Gül bir kurşun olur / kurşun gül
       Yüreklerimizde göğeren…”

       O ince ahşap üzerindeki sözler bu kadardı. Ama hatırası ve izleri daha başka şeyleri de çağrıştırıyordu. Örneğin, demişti ki gönderdiği (ve sonra yayımlanan) bir şiirde:

       “Sularda denenmiş yetmiş kez
        yüreklerimizin çeliği”…

         Onun açtığı yolda yürümeye çalışan bir öğrencisi olarak bu satırların yazarı da hocasının ölümünden sonra, kimi yerde onun sözlerini tekrar zihinlere çağırıp konuşturarak,  şunları dilden söze dökmeye çalışacaktı:

         Bu yürek o yürekti
         sensizlikte
         bir kelebek kanadı şimdi
         sararan güz yapraklarında.

         Hani demiştin ya:
         “Dünyanın gelgitiyiz seninle
         tanır bizi bu hüzünler
         bu acılar bizi söyleşir.

         Gerinir devasız töhmetle
          gerinir çileyle üretken zaman
          yıldırmasın seni yaşamaktan
          geceye açık ufuklarımız
          ki Çukurova’da
          soluk ve pusludur akşam:

                       yaşanan”.

        Çukurova’da kaldı şimdi seninle
        o “efsunlu yürek”
         yurda dönüş anısına
         armağan ettiğin:
 
         -“Ufka nasıl düşerse insan
         dünyama öyle geldin can
          beyaz bir geceye muştusun
          ………………………….

          yaşamak kadar kutlusun:
                  inansan.


          Gül’le dövmek mavi gönülleri
          kârın senin
          ve efsunlu yüreğini bırakmıştın
          pençesine yeryüzünün:
                          kan”
          dediğin.


          Şiirin
          “bir kelâm şelalesi”
          “kelimelerden balyoz”
           taşırsın
           “belâlarına
            belâlarına dünyanın”.

           Çağrın:
            “Yiğitler,
            soylu yiğitler
           diri düşünceler devşirin
           evrensel ülküden”.

            Güneş, zaman ve sen:
            “Doğuşlar, batışlar.
             Düşler ve imgeler”.


             Gerçekler.
             “Savaş adlı bir ülke yok” senin coğrafyanda:
             “Adıdır barış yârimizin, yarânımızın”
             ve sendedir sevdaların en hası, en dirisi:
             “münbit koynunda büyür senin ey sevgili;
              ölümsüz sevdamızın sonsuz yediveren gülü”.

             Yüreğinin ortadoğusunda
              umutlarını öfkeyle yarınlara sarmalarken
              “vefalı bir canânı görür gibi” bakarsın
              Evrensel “Leyla”ya

              “yüzü ki birazı matahari sanki”, birazı doğal
              “vaha serinliği” yüreğine.
              …………………………….

              Bana nasıl öğrettinse
                           sevmeyi
              şiir okumayı şiir yazmayı
              yürek yangınıyla özlemeyi
              ışığa ve çiçeklere vurgun
              kelebek olmayı bekleyen
             bir tırtıl sabrıyla sevdasıyla
             dünyanın med-cezirlerine
                      aldırmadan
             umutsuzluğa düşmeden

            sineye çekmeyi
                hasreti
             nasıl öğrettinse bana bunları

            gösterdin şimdi de sonunu yolun
            kaldırdın perdesini ölümün
 
            başlattın hayatını hayatların.

           Ölümün aşılmasıdır yaşamak
           her biri bin yıla sayılan günlere.

          Sen de, ey,  ince hesaplar yapmaksızın, kârını
          gül’le dövmekte bulan mavi gönülleri,
          aç yüreğini aç ki her dem sendeki sen’le
          savaşta kalkan olsun tül yüreğine.
          

          Aramızdan ayrılışının onuncu yılı tamamlanırken, H.A. Kasır hocayı rahmetle anıyoruz.

 Not: Yukarıdaki dizeler için bkz. H.A. Kasır: Yorgun İkindiler, Delâl; İ.S.Canbolat, Dünyanın Poetik Dili.

İbrahim S.Canbolat  / Haber 7
icanbol@hotmail.com

Twitter.com/icanbol 

Yorumlar5

  • mehmet nacar 14 yıl önce Şikayet Et
    İZ BIRAKANLAR. Öğretmen vardır,sadece adını hatırlarız.Öğretmen vardır,adını bile hatırlamayız.Ama öğretmen vardır ki hayatımız boyunca ufkumuzu aydınlatır.Eğer bu öğretmen hocamız gibi duygularını şiirle dile getiriyorsa hiç unutulmaz. Hocamız da bu duygu yüklü yazı ve şiirleriyle gönüllerimizde derin izler bırakıyor.Gönüllerde iz bırakanlara selam olsun.
    Cevapla
  • abdullah oğul 14 yıl önce Şikayet Et
    keşke. keşke herkesin adına şiirler yazabileceği , hayatına yön veren böyle hocaları olabilse...
    Cevapla Toplam 1 beğeni
  • İsmetlim 14 yıl önce Şikayet Et
    Duygu yüklü mesajlar. Gönüller arasında kurulan sevgi bağı..Aynı frekanslarda duygu alışverişinde bulunabilmek ne güzel bir keyfiyet.Seneler öncesinin ağızda bırakan tadını bu gün aynı tazeliğiyle hatırlamak ve seneler sonrasına da payeler göndermek ne güzel bir haleti ruhiye.Bu gün malesef böyle duygu yüklü mesajlar içeren terennümlere az rastlıyoruz.İnsanın hayatındaki önemli mihenk taşlarının yerli yerine oturtulmasına katkı sağlayan ve aynı zamanda gönül dünyalarına saçılan kıvılcımlarla iç alemin aydınlanmasına da vesile olan örnek alınacak güzel bir duyuş ve seziş.Böyle güzel bir yazının sunumuna vesile olan hocamıza biz de Allah'dan rahmet diliyoruz.
    Cevapla
  • kenan elli 14 yıl önce Şikayet Et
    gündemin ötesinde üst perdeden bir mesaj... Şike, köşk-hükümet kavga altyapı hazırlığı, iktidarı ile muhalefeti ile yer yer oluşturulan seviyesiz söylemler içinde, üst perdeden, duygu ve ruh yüklü özlü bir yazı. Mevcut gündem içinde rahatlatan, özleme vuslat olan teması güçlü şiirlerle donalı bir yazı olmuş. Yazar okuyucusunun muhatap olduğu üst üste gelen stresli gündem konulu yazılar arasına böylesine yazıları serpiştirerek, kendi okuyucusuna farkındalık kazancı sağlıyor.Yazarın okuyucusu olmanın keyfini de okurları çıkarıyor.. Yazara ulaşamayanların kaybı büyük.. Böylesine bir yazıya vesile olan yazarın edebiyat öğretmenine rahmet olsun.
    Cevapla
  • çubuktan 14 yıl önce Şikayet Et
    VEFA....... Bir öğrencinin yıllar sonra, öğretmenine olan bağlılık ve vefasının bir göstergesi. İnşallah herkes vefalı olur.
    Cevapla
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat