İsrail'e mi yarar yanıbaşındaki zulüm?
- GİRİŞ08.03.2012 08:32
- GÜNCELLEME08.03.2012 08:32
Anti-Semitizm Siyaseti adlı kitapta bölüm yazarlığı ve barış üzerine çalışmalarıyla tanınan İsrailli yazar Uri Avneri, geçen hafta yayımlanan yazısında[*], Suriye’de Beşar Esat yönetiminin (kendi halkına yönelik) katliamıyla ilgili olarak, “İsrail ne yapabilir yanı başındaki zulme?” diye bir soruyla, bizim de bu konuyu dördüncü kez ele almamıza vesile oldu. (Daha önce, Ortadoğu konulu diğer yazıların dışında, sadece Suriye ile ilgili yazı başlıkları şunlardı: Devlet Zafiyeti Türk Hacıları mı Vuruyor?; Esat ve Erdoğan, Anne ve Tayyip; Suriye’nin Âkıbeti, Türkiye’nin Sınavı).
Gerçekliğe uygun bilgi ve kanaat şart
Konuyla ve yazarın soruna yaklaşım tarzıyla ilgili doğru/hakkaniyete uygun bir bilgi ve kanaat edinmek için, yukarıda belirtilen yazı içeriklerinden de haberdar olmakta fayda görüyoruz.
Örneğin, Esat ve Erdoğan, Anne ve Tayyip başlıklı yazıda şöyle demiştik:
(Suriye’deki) Müslüman Kardeşler’in “Arap Baharı” sürecinde Türkiye ile herhangi bir sıcak diyaloğu, Suriye yönetiminin Türkiye’ye bakışını değiştiriyor. Ortalık sakin iken bu türden ayrışmalar için sebep yoktu. Nasılsa her iki ülke de kendisi için yeni işbirliği ve açılım olanakları geliştirmeyi, kazanç olarak değerlendiriyordu. Öyle de olacaktı. Ama ne zaman ki suya sabuna dokunma durumu ortaya çıktı, işte o zaman belli oldu asıl niyetler ve korkular.
(Suriye yönetiminde) “söz konusu endişe ve korkunun sebebi olan algılamayı bizim bir veri olarak dikkate almamız gerekir. Türkiye’deki siyasî irade açısından bakıldığında da önemlidir bu.
… Burada Esat’ın, ‘ABD Türkiye-Suriye dostluğunu istemiyor’ şeklindeki görüşüne değinerek başlayalım açıklamamıza. Yalan değil Esat. Son gerginliğin esas sebeplerinden belki de en önemlisi, Batılı siyasî iradenin (belirgin biçimde ABD’nin) Türkiye-Suriye işbirliğini kendi çıkarları açısından iyi görmemesi ve bunu engellemekten yana olmasıdır…”
Şimdi burada iki farklı durumun birbirinden ayırt edilmesi gerekiyor. Batılı siyasî ve emperyalist iradenin “Arap Baharı” denilen hareketliliği kendi tercihlerine göre yönlendirmek istemesi ile Arap halkının (o arada Müslüman Kardeşler’in) geçmişte ve hâlen maruz kaldıkları devlet baskısı karşısında özgürlük ve hak arayışına kalkışması, en azından amaçlar itibariyle birbirinden çok farklı olgulardır. İkisini birbirinin tamamlayıcısı gibi görür ya da göstermeye çalışırsanız, bir Müslüman olarak ve bir insan olarak büyük bir hata işlemiş olursunuz. Bunun sorumluluğu ağırdır.
Amacımız, üzerimize düşeni yapmak adına, önemli gördüğümüz bir hususa dikkat çekmektir; ondan sonra anlayan anladığı kadarıyla ya da isteyen istediği gibi tavır alabilir. “Sizin söylediklerinizin karşınızdakinin anladığı kadar” olabileceğini, bir de herkesin kendi karakter yapısı ve kişiliği ile uyumlu tepkide bulunacağını zihnimizin bir köşesine not ederek; işimize devam edelim.
Bu yazının girişinde dile getirmeye çalıştığımız hususla ilgili önce şunları belirtelim: Bir devlet (örneğin İsrail) ile o devletin bir yurttaşı aynı kefeye konulmaz. İsrail vatandaşı birinin görüşleri, İsrail devletinin izlediği siyasetten farklı olabilir. Bu bir.
İkincisi, “İsrail ne yapabilir yanıbaşındaki zulme?” derken, İsrail’in komşudaki zulüm karşısında bir eylemde bulunma olasılığı, zulmü önlemeye yönelik bir çaba içerisinde olabileceği gündeme gelmiş oluyor.
İsrail ve onun yanıbaşındaki zulüm?... Ve İsrail’in bu zulme mâni olma çabası?... Bunlar 1948 yılından bu yana bölgenin siyasî tarihi itibariyle düşünüldüğünde, dünyanın zihin kodlarında yeri olmayan şeylerdir. Eğer bunun tersi söylenilseydi, geriye dönük zihin kayıtlarında mutlaka onu doğrulayacak bir karşılığı bulunurdu. Onu aramaya da gerek yok zaten. 1948 sonrası Filistin’in yakın tarihi, Batılı emperyalist güçlerin de içinde yer aldığı böyle bir zulmün tarihidir.
İsrail’in bir Müslüman ülkeye yardım etmesi mi?
Peki, bugün ne oldu da İsrailli bir yazar, yaşadığı bölgeye “üç yüz kilometre mesafede” bir zulme karşı İsrail’in önleyici eylem seçeneklerini tartışmaya açıyor? Bu soru, ağır bir sorudur.
Ağırlığı, bir Müslüman ülkede kendi devletinin dehşetengiz uygulamalarına maruz kalmış insanlara İsrail’in yardım edip edemeyeceğinin soruluyor olmasındandır. Suriye’de son 11 ay içerisinde on bin kadar insanın devlet aygıtı tarafından öldürülmüş olması, İsrail’in Filistinli Müslümanlara karşı izlediği savaş politikası kadar zalimcedir. İsrail, algıladığı bir tehdit karşısında kendini savunduğunu ileri sürebiliyor… Gerçi burada orantısız bir tehdit ve mukabele durumu söz konusudur, İsrail’in açıkladığı gerekçeler inandırıcı değildir. Ama öyle de olsa, mantıken tutarlı olabilir, çünkü devletin dışarıdan gelen bir tehdide karşı savunma refleksinden söz ediliyor.
Suriye yönetimi ise bir dış tehdide karşı değil, içeride vatandaşlarına karşı devletin öldürücü gücünü kullanıyor. Bu, devlet erkinin ve yetkilerinin istismar edilmesi demektir. Halka zulümdür.
Bunun öyle olmadığını, Suriye’de muhaliflerin emperyalist ve Siyonist oyunun bir parçası olduğunu söylemek, gerçekliğe uygun düşmez. Benim Müslümanımın zulmü zulüm değildir diyemezsiniz. “Haksızlık karşısında susmak, şeytanlık”tır. O zaman Müslümanlık anlayışınız sorgulanmaya muhtaç demektir.
Suriye’de Esat rejimine karşı direnişi salt emperyalist ve Siyonist bir planın tezahürü olarak görmek yerine, sözü edilen rejimin halka zulmü bölgede kimin işine yarar diye sormak daha akıllıca olur.
Acaba İsrail’e mi yarar Suriye’deki devlet zulmü? En azından İsrail bu konudaki sabıkasıyla artık bölgede, hatta komşuda işlenen aleni bir devlet terörü sayesinde kendini tek görmeyecektir.
Şimdi Suriye’de cereyan edenleri düşünerek, “İsrail’le mi yarışıyorsun zulümde Beşar?” diye sorma zamanıdır.
Beşar Esat’ın böyle bir yarışta İsrail’e yetişmesi ne kadar mümkün olur, bu ayrı bir konu, ama esas mesele safların belli olmasına yöneliktir. Bütün bu yaptıklarından sonra Beşar, kimin safında yer aldığını göstermiştir. Zâlimlerin safındadır artık o.
Onu buraya kişisel tercihi mi yoksa devraldığı rejimin temel parametreleri mi sürükledi? Bu soru da önemlidir. Ama şimdi biz sonuçları inceleyip değerlendirmek durumundayız.
Ne gariptir ki, zâlim, zâlimin zulmünden kurtaramıyor mazlumu. İsrailli yazar Avneri, komşu ülkede halkın çektiği çileden öylesine rahatsızlık duymuş ki, İsrail hükümetinin Suriye’ye askerî birlik gönderip Şam’daki diktatörü devirerek, halkı zulümden kurtarmasını, gönlünden geçen bir istek olarak dile getiriyor. Ama bunun mümkün olamayacağını, İsrail’in bu sorunla ilgili hiçbir şey yapamayacağını da ekliyor hemen ardından.
Doğru. İsrail bu zulme karşı herhangi bir çözüm üretemez. “Çivi çiviyi sökmez” çünkü. Her ikisi de devlet gücünü bir tür baskı unsuru olarak kullanmayı gelenek hâline getirmiştir.
Öte yandan, bölgenin diğer ülkeleri, Türkiye’nin de aralarında bulunduğu Müslüman ülkeler bu sorunun çözümüne yönelik bir siyaset geliştirme yolundaki girişimlerini sürdürüyorlar. Ama yeterli olmuyor bu. Görünüşle sınırlı kalıyor toplantılar.
Ne gerekiyor?
Uluslararası toplumda, özellikle de Müslüman ülkelerde bu konuda gözlemlenen ikircikli tutum terk edilerek, daha net ve kararlı bir siyaset izlenmesi halinde, durum değişebilir. Ayrıca, İsrail’den sorunun çözümüne katkı anlamında beklenmeyenler, Türkiye’den bilhassa beklenir. Burada tarih, kültür ve jeopolitik konum etkili olmaktadır.
Bir de sadece ülkelerdeki siyasî irade değil, kamuoyunun duyarlılığı ve katılımı da önemlidir. Ortadoğu’da baskıcı rejimlere karşı halkın isyanını dış komutlara bağlayarak küçümsemek, tarihi inkâr etmek sayılır. İran’da despot Şah rejimine karşı verilen disiplinli ve uzun soluklu mücadele sonucunda kurulan İran İslam Cumhuriyeti’nde de mi emperyalist Batılı güçlerin parmağı vardı? Batı’nın fırsatçılığı ile Ortadoğu diktatörlerinin zulmü birbirine benzeyebilir, oysa söz konusu zulmün mağdurları her iki cepheye karşı savaş vermektedir. Bunu yadsımak, haksızlığa göz yummak olduğu kadar, zulüm siyasetinden dolayı İsrail’in sırtında taşıdığı yükü hafifletmek anlamına gelir.
İbrahim S.Canbolat / Haber 7
icanbol@hotmail.com
Twitter.com/icanbol
[*]Uri Avnery, The Laughing Beast. Why Intervening in Syria is a Crazy Idea
http://www.counterpunch.org/ March 2-4, 201
Yorumlar7
-
mehmet nacar
13 yıl önce
Şikayet Et
ORTADOĞUNUN KADERİ. Bir çok defa yaşandığı gibi Ortadoğuda yine kan ve göz yaşı akmaya devam ediyor.Bunda en büyük pay İsrail'e ait.Fakat şimdi onu geçmeye çalışan bir zalim var.Beşar Eset.Yaptığı zulümlerle sonunu getiriyor.Fakat Ortadoğudaki zulmün sona ermesi başta Türkiye olmak üzere bütün müslüman ülkelerin daha fazla sorumluluk alması ve seslerini daha yüksek çıkarmalarına bağlı.Yoksa Yeni zalimler türemeye devam edecektir.
Beğen
Cevapla
Toplam 2 beğeni
-
Serdar H.
13 yıl önce
Şikayet Et
İsrail Eksik Kalsın. Yazar Avneri'nin düşüncelerini benimsemez inşallah İsrail hükümeti. Filistinde yaptıkları ortada zaten. Suriyeden uzak olsunlar aman.
Beğen
Cevapla
Toplam 3 beğeni
-
kenan elli
13 yıl önce
Şikayet Et
. İsrail yıllarca bölgede müslüman olan diğer halklara zulmetmekte, Esad ise yıllardır (baba -oğul) Suriyede müslüman olan kendi halkına zulmediyor. "küfür tek millet" anlayışı tezahür ediyor böylece. Ebu cehilin torunları her dönemde dedelerini resmederek vazifelerini ifa ediyorlar..Müslüman halkların mazlum ve mahzun duruşu zamanı değil aslında bu asır. Müslüman daha basiretli, eğitimli ve donanımlı oldukça bu zalim yönetimlerin sonu gelebilir. Aksi halde tablo hep acılarla dolu olmaya mahkum.. Zaman, müslüman'ın DONANIMLI hale gelerek DİK duruş sergileme zamanı..
Beğen
Cevapla
Toplam 3 beğeni
-
çubuktan
13 yıl önce
Şikayet Et
İSRAİLİN HER ZAMANKİ SİNSİ VE ZALİM TAVRI. Unutmayalım ki İsrail Ortadoğuda barışı hiç bir zaman aramamış veya ilgilenmemiştir. Bütün planı ne kadar yeri elegeçiririm, ne kadar müslüman kanı dökerimin hesabı üzerinedir. Müslüman ülkeler Suriye'yi veya başka bir müslüman ülkeyi daha siyonizme ve onlara uşaklık edenlere kaptırmamalı o konuda devlet olarak uluslararası arenada olaya dahil olmalıdır. İsraile kaldıysa Suriyeli müslümanın kurtuluşu; vay onların haline.
Beğen
Cevapla
Toplam 2 beğeni
-
İsmetlim
13 yıl önce
Şikayet Et
Aklıselimi kuşanma vakti gelmedi mi??. Haklı gerekçelere dayansa da bir insanın katli bile hiç sevimli değildir.Yazıda da örneklendiği gibi bir tarafta kendi insanına yapılan zulüm,diğer tarafta komşularına yapılan zulüm ve katliam.Birinde şahsi ikbal için,diğerinde ulusal siyasetleri gereği yapılan zulümler.Burada artık özellikle Suriye'de bir şeylerin bir an önce hayata geçirilerek katliamların durdurulması gerekiyor.Bölge ülkelerinin "DOĞRU" da bir araya gelerek her türlü çıkar hesaplarını bırakıp aklıselimi kuşanma vaktidir bu vakit.Zira öyle görülüyor ki, Esad artık mücadeleyi kendi sonuna kadar sürdürecek.O zaman bütün gayretler bu süreyi en aza indirmek olmalıdır.Türkiye'nin sorumluluğu burada bir kat daha artıyor.Çünkü diğer ülkelerin stratejik öngörü hesaplarıyla meseleye lakayt kalmaları bunu zorunlu kılıyor.
Beğen
Cevapla
Toplam 1 beğeni
Daha fazla yorum görüntüle