YÖK yoksa yok mu?
- GİRİŞ10.05.2012 09:36
- GÜNCELLEME10.05.2012 09:36
Bu süreçte bazen üniversitelerden YÖK’e giden dosyaların kaybolması gibi durumlarla da karşılaşılıyor. Kimi zaman “dosya tekemmül etmediği için” (ifade edilen gerekçe bu) ilgili kurullardan geçmiyor ve tabii ki söz konusu üniversitenin/fakültenin öğrenim planı aksıyor.
Bunları yaşamış çok sayıda üniversite yöneticisi, bu türden hadiseleri olağan şeyler olarak görüyor. Sanki “YÖK’ün hikmetinden sual olunmaz” gibi bir anlayışla değerlendiriliyor böylesi uygulamalar.
Biz de, hiç beklemediğimiz bir anda, buna benzer bir durumla karşı karşıya kalınca, biraz da hayretler içinde kalarak, “nasıl olur, aylardan beri biz yetkililerle de görüşerek üzerimize düşeni yaptık, noksanlıkları tamamladık, herhangi bir sorundan bahsedilmedi” diye düşünerek, bunu telefondaki bürokrata söyledik. Art niyetsiz ama doğal bir öfke ile hitap ettik belki telefondaki muhatabımıza. Bu kişi o anda, belki de iş yoğunluğundan, bizim fakültenin (U.Ü.İnegöl İşletme Fakültesi) öğrenci alımına ilişkin dosyasından haberdar değildi, hattâ böyle bir dosyanın olmadığı söyleniyordu. Biz ilgili yazı ile eklerini yeniden gönderdik bu kişiye. Öğrenci alımıyla ilgili talebimizin Kuruldan geçip geçmediği hakkında bilgi edinmek için.
Dosyayı aldıktan sonra bu bürokratın ısrarla dosya içeriğinin noksan olduğunu savunması üzerine, biz de dosyada herhangi bir noksanlık olmadığını ve yaptığımız işin doğruluğunu yerinde dile getirmek amacıyla, ertesi sabah mesai başlarken YÖK’te olmak için sabahın alacakaranlığında yola çıktık. Çünkü bütün çabalarımızdan ve bu yıl öğrenci alınacağına dair vaatlerimizden sonra böyle bir sorunun çıkmasının etkileri olacak, hem yerel düzeyde hem de YÖK’ün işlevselliğiyle ilgili çok kötü sonuçlar doğacaktı. Bu yüzden, gidip yetkililerle görüşmek yararlı olabilirdi.
Öyle de oldu. Burada ayrıntıya girmemiz gerekmez. Amacımız kişileri, bürokratları suçlamak değildir. Sistemin işleyişine yöneliktir eleştirimiz.
Uzaktan sordurduğumuzda bulunamayan dosya, YÖK’e vardığımızda sadece bulunmakla kalmadı, aslında olumlu kararın daha önce YÖK Genel Kurulu’ndan da geçtiği ortaya çıktı. Bizim için artık önemli olan bu memnun edici sonuçtu.
Ancak, konuyu burada ele almamızdan da anlaşılacağı üzere, genelde üniversitelerle ilgili geleceğe ilişkin bir sorun potansiyeli vardır, bu devam etmektedir. YÖK ziyareti vesilesiyle bunları yetkililerle konuşma olanağı da doğdu. Özellikle Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK) Başkan Vekili, değerli meslektaşım Prof. Dr. Şaban Çalış ile bir saat kadar süren sohbetimiz, ağırlıklı olarak, üniversiteler ve YÖK’ün işlevi/işlevsizliği hakkında idi. Bir ara bir üniversitenin rektörünün de katıldığı bu konuşmalardan kendi adıma yararlı sonuçlar çıkardığımı ifade edebilirim.
Bugün aşağı yukarı herkesin mutabık olduğu bir husus, YÖK’ün 12 Eylül askerî darbesinin ardından, 1981’de, üniversitelere de askerî disipline uygun bir hiyerarşik düzen getirmek amacıyla kurulmuş olmasıdır. Bu böyledir de, acaba mevcut koşullarda YÖK tamamen gereksiz midir? Bunları birbirinden ayırt etmek durumundayız.
1982 anayasasında da yer bulan YÖK, şimdilerde yeni anayasa çalışmaları sürerken, kuruluş amacı ve kapasitesi yönüyle tekrar gözden geçirilmelidir. Şimdiki YÖK yöneticilerinin de bu konuda esnek ve yapıcı bir tutum içerisinde olduğunu görüyoruz. Örneğin Başkan Vekili Profesör Şaban Çalış, “gerekirse YÖK kaldırılabilir bile…” derken, hem akademisyen kimliğiyle kişisel kanaatini açıklıyor, hem de geçici makamlara bağlanmayan iyi bir yönetici davranışı ortaya koyuyordu.
Gerçekten de, otuz bir yıl önce 17 üniversiteye göre hazırlanmış bir sistem şimdi, devlet ve vakıf üniversitelerini birlikte düşünürsek, sayıları neredeyse 200’e yaklaşan üniversitelerin gereksinimlerini karşılayamaz hâle gelmiştir. Bu durum YÖK’ün yöneticilerini ve çalışanlarını yormakta, bunun yanında üniversite de istediğini elde edemediği için hiç kimse memnun olmamaktadır. Üstelik birçok idealist bilim insanının ve yöneticinin iyi niyetli gayretleri sistemin çarkları arasında etkisiz kalabiliyor.
İki farklı gerçeklik
YÖK’te gözlemlediğimiz iki farklı gerçeklik şudur: Birincisi, hâlen içtenlikle ve büyük özveriyle görev yapan yönetim kadrosu ile diğer çalışanların emeği. İkincisi ise hantal bir kurumsal yapıdan kaynaklanan karışıklık (işlevsizlik) ve üniversitelerle iletişim zayıflığı.
Sadece bu bile beşerî ve maddî kaynak israfı anlamına gelir. YÖK, ülkede istihdam alanı meydana getiren bir yapı gibi görülemez. Kaldı ki, YÖK, yapısı gereği, bazı çelişkileri de barındırmaktadır bünyesinde. O görkemli yapısına rağmen, ilgili alanda bir uzman çalıştıramayacak kadar da yetkisizdir öte yandan. Kendi içerisinde bir Denetleme Kurulu bulunduğu halde, burada bir uzman çalıştırmaya yetkili değildir. Bu, YÖK’ün görev ve yetki tanımındaki çelişki ve zayıflığa bir örnektir.
Ayrıca, bir fakültede hangi bölümün açılıp açılmamasına ilişkin nihai karar da YÖK’ten çıkacağı için, bir yandan bu kurum zaten aşırı iş yükünün altından kalkamamakta, diğer yandan ülkede yüksek öğrenimin planlanması ve yürütülmesi bürokrasiye takılıp durağanlaşmaktadır.
YÖK üniversitelerle ilgili bir eşgüdüm organı haline getirilerek, merkezî karar ve yetkinin ağır yükünden kurtarılabilir. Böylece üniversitelerin de uluslararası bilimsel yeterlilikler ve yerel özelliklerle kendilerine özgü akademik geleneklerini oluşturmalarının yolu açılmış olur. Bir üniversitenin, fakültenin kendi kimliğini kazanması buna bağlı.
Bundan sonra zaten üniversiteler Bologna ilkelerini içselleştirip hayata geçirmek durumundadır. Bu anlamda her üniversite, dolayısıyla fakülte, söz konusu ilkeler çerçevesinde akademik rüştünü ispat etmek zorundadır. O zaman ulusal düzeyde YÖK gibi tek ve nihaî karar yetkisinde bir kurumun da en azından değişmesi gerekir. Son zamanlarda YÖK’te de bu yönde bir iradenin varlığına tanık oluyoruz.
Şahısların riyakârlığından kurumların işlevselliğine
Üniversitenin/fakültenin rüştünü ispat etme mecburiyeti, bilimle uğraşan insanların da kendi kimliklerinin bilincinde olmalarını zorunlu kılar. Kişilere biat kültürü yerine, kurumsal işleyişe katkı yeteneği öncelikli olmalıdır. Şahısların dönemsel riyakârlığından kurumların işlevselliğine geçiş ancak böyle mümkün olur.
Somut bir örnekten yola çıkarak, YÖK ile ilişkisi bağlamında Türkiye’de yüksek öğrenimin ve üniversitenin sorunlarına değindik. Aslında, bilim kurumları olarak kabul edilen üniversitelerin iki önemli görevi var. Birincisi ve yaygın anlayışa göre ilk akla gelen, lisans ve lisansüstü düzeyinde akademik öğrenim, yani öğrenci yetiştirmektir. İkincisi ise ülkenin ekonomik ve sosyal kalkınması için bilim verileri üretmektir.
Bu işlerin yürütülmesi için akademik kadro ile idarî ve malî destek gereklidir. Konuya bu açıdan bakıldığında da, YÖK, yukarıda dile getirildiği anlamda bir eşgüdüm organına dönüştürülürse daha faydalı olabilir.
“YÖK yoksa yok mu?” diyerek çıktığımız yolun sonunda devasa bir kurumla karşılaştık. Dıştan göründüğü gibi olmayan. Gerektiğinde, yöneticilerin de girişimleriyle, süratle iş görebilen. Ama bir dönüşüme tâbi tutularak, daha işlevsel konuma getirilmesi gereken bir kurum.
Yorumlar5