Bir yol bulmak varlığa
- GİRİŞ31.05.2012 09:19
- GÜNCELLEME31.05.2012 09:19
Ne kadar konforlu ve akıllı binalar yaparsanız yapın, toprağın kayması, havanın ve gıdaların sizi zehirlemesi söz konusu ise, başka bir yol bulmak zorundasınız var oluşa.
Eğer, Hollanda’da olduğu gibi, konut inşa edecek toprağınız su altında kalmışsa, denizde yüzen ev mimarisi geliştirebilirsiniz. Dubalar üzerinde evler… Deniz seviyesi yükseldikçe yukarı kalkan binalar…Bu çözüm olabilir mi? Belki. Ama topraksız gıda üretimi mümkün mü? Yüzen evler arasında ulaşım nasıl sağlanacak?
Toprakları tümüyle su altında kalacak ülkeler de var. Örneğin, Hint Okyanusu’nda adalardan oluşan bir ülke olan Maldivler’in deniz seviyesinden yüksekliği bir metrenin altına inmiştir. Halkı Müslüman olan bu ülkenin yöneticileri şimdi kendilerine başka yerde ülke toprağı satın almanın yolunu aramaktadır. Bu durumda olan ülke sayısı, küresel ısınmaya bağlı deniz seviyesi yükseldikçe, artmaktadır. İleride Endonezya ve Hollanda için de aynı tehlike söz konusu olacaktır.
Bir de, tümüyle değil, belirli bölgeleri deniz seviyesinin altında kalacak ülkeler var. Bunlar denize kıyısı olan ya da tamamen ada konumundaki ülkelerdir. İstanbul’daki bazı tarihî yalıların da çok uzak olmayan bir gelecekte tamamen su altında kalacağı tahmin edilmektedir.
Üretim ve tüketim kültürü ile siyasî ve ahlâkî boyut
İnsanın yeryüzündeki varlığını tehdit eden faktörlerin bir kısmı, yukarıda dile getirilen örneklerden anlaşılacağı gibi, küresel ısınma ve ekolojik sorunlarla ilişkilidir. Burada üretim ve tüketim kültürünün payı büyüktür. Bir bakıma, insan, edindiği kültürle kendi kuyusunu kazıyor.
Bunun dışında, beşerî varlığa yönelik siyasî, ekonomik ve ahlâkî boyutları olan bir tehdit daha gözlemliyoruz. Hem gelişmekte olan ülkelerde hem de Batı’da kendini gösteren bir tehdit türüdür bu. Siyasî iktidar hırsı ve ekonomik kaynakların tek elde toplanması biçiminde tezahür eden geleneksel bir azgelişmiş ülke pratiğini örnek gösterebiliriz buna. Toplumun böylesi uygulamalar karşısında herhangi bir muhalif tavırla tepkisini ortaya koymaması, daha doğrusu koyamaması, en azından düşünce ve kanaat özgürlüğüne ilişkin bir soruna işaret eder. Halkın despot yönetime karşı ayaklanması ise, şimdilerde Suriye’de görüldüğü gibi, devletin kendi vatandaşlarını hunharca katletmesine ortam hazırlıyor. Bunun öncelikli sebebi de ilgili ülkelerde yeterince gelişmemiş bulunan siyasî kültürdür.
Batılı ülkelerdeki tehdit
Sözünü ettiğimiz (beşerî varlığa yönelik) tehdidin Batılı ülkelerdeki görünümü iki aşamada ifade edilebilir. Birincisi, değer değişimidir. Gerek dinî, gerekse genel ahlâkî değer yargısında gözlemlenen değişme ve yozlaşma Batı uygarlığının bugünkü sorunlarının en önemli sebeplerindendir. İkincisi ise, buna bağlı olarak, toplumun temel taşı niteliğindeki kurumların ( bu çerçevede tercih ve davranışların) etkisini yitirmesidir. Örneğin dinî inanç, aile kurumuna sadakat gibi değerler yerine, bireysel özgürlük (eşcinsel evlilik dâhil), ekonomik bağımsızlık ve hedonist kültür yani düşünce ve acıdan kendini uzak tutup yalnızca kişisel arzuların yönlendirdiği bir hazcılığın peşinde olma hâli, bugün Batı’da yaygınlaşan bir tercihtir.
Demek ki, varlığa yol arayışında önce anlayıştan, var oluş beklentisinden başlamak yararlı olacaktır. Toplumun selâmetinden ziyade, bireyin (biçimsel) özgürlük ve hoşnutluğunun, belki de bencilliğinin öne alındığı materyalist dünya görüşü, uzun vadede Batı toplumunu (hatta bu anlamdaki Batılı değerlere yönelen öteki toplulukları) krizin eşiğine getirmiştir.
İnsan tek boyutlu olamıyor
Batı’da bugün fen bilimlerinden çok, sosyal bilimlerin (toplum bilimleri) revaçta olması boşuna değildir. “Doğrusal model” anlayışıyla, Rönesans’tan itibaren pozitivist bilim temelinde maddî ilerlemeyi hedefleyerek, din ile beraber tüm fizikötesi alanı bilimsel incelemenin dışında tutan Batı, materyalizm duvarına çarparak durabilmiştir ancak.
Şimdi, oluşan yaraların iyileştirilmesi, mümkünse hastalığın esas teşhisi için, hatadan dönmek gerektiğini kavrama zamanıdır. Üniversitelerde mühendislikten daha çok, psikoloji ve psikolojik rehberlik bölümlerinin rağbet görmesi, Herbert Marcuse’ın[1] işaret ettiği gibi, insanın gerçekte tek boyutlu olmadığının bir kanıtıdır. Ne var ki, geçerli yaşam tarzı itibariyle kendini tek boyutluluğa indirgeyen insan, yalnızca kendine değil, çevreye de zararlı olmaya başlamıştır. Konuya bu açıdan bakıldığında, yukarıda değindiğimiz üretim ve tüketim kültürünün de, aslında, bu yaşam tarzından doğduğu anlaşılır.
Esas sorun
Buradaki esas sorun, insanın, “Aydınlanma” çağıyla birlikte, “mutlak doğru”yu yanlış yerde aramasıdır. Bu, başlı başına bir sorun teşkil etmiştir. Daha sonra gözlemlenenler bunun türevleri sayılır. Bunlar hem toplumsal ve siyasal alanda, hem de ekonomik ve fizikî alanda baş göstermiş sorunlardır.
Türkiye Cumhuriyeti de, kuruluşundan hemen sonraki yıllardan başlayarak, bu türden sorunların hem üreticisi olmuş, hem de ileri yıllarda onlarla mücadele etmek zorunda kalmıştır. Burada acı veren bir kırılma ve kopuş yaşanmış, Batı’dan kopyalanan model ile doku uyumsuzluğu ortaya çıkmıştır.
Çözüm
Bu bakımdan, Batı’daki Psikoloji’ye ek olarak, Türkiye’de Sosyoloji ve Siyaset Bilimi öğrenimi daha bir zorunlu hâle gelmektedir. Anayasa ve yasa marifetiyle getirilen norm ve yaptırımlar toplumda hukukî etkisini ancak o toplumun gerçekliğini kavradığı ölçüde gösterir. Bunun için toplum bilimi (sosyoloji) ile siyaset bilimi, hakkı verilerek, öğretilmelidir. Amaç yalnızca bu bilimlerin öğretilmesi değildir tabii ki. Bunların yöntemlerinden yararlanmaktır. Toplumu tam olarak tanımak, taleplerini ve gereksinimlerini bilmek bu yolla mümkündür. Yerel gerçeklik tanınmadan uygulanan eğitim ve siyaset modeli geri teper. Türkiye bu konuda tecrübeye sahiptir.
Görüldüğü gibi, varlık konusu geniştir. Varlığı sahiplenmek ve ona hükmetmek değil, varlığı tanımak ve onun gerçekliğine uygun bir davranış geliştirmek… Asıl olması gereken budur.
Ve tüm varlıkların ötesinde bir Var Eden vardır. Necip Fazıl’ın deyişiyle, “yol O’nun, varlık O’nun, gerisi hep angarya”dır.
Bunun anlaşılması, insanın kopyacı üretme ve tüketme hırsını öldürmesine bağlıdır. Böylelikle hem zihni açılır insanın, hem de faydalı olur. Çevresine de. Aksi halde, Goethe’nin (İslam Peygamberi’nin bir sözünden esinlenerek) dile getirdiği gibi, silik bir konuk olarak gelip geçer insan bu yeryüzünden.
Bu anlamda şöyle denilir Doğu-Batı Divanı’nda:
Ve sende yerini bulmadıkça
Şu gerçek: Öl ve Ol!
Sönük bir konuksun sadece
Bu karanlık yeryüzünde, bil.
[1] Herbert Marcuse’ın Tek Boyutlu İnsan adlı kitabı Türkiye’de farklı yıllarda, çeşitli yayınevleri tarafından yayımlanmıştır.
Yorumlar6
-
kenan elli
13 yıl önce
Şikayet Et
yaratılışa uygun yüklenmeler.... insanın sosyal varlık oluşu güzelce betimlenmiş yazıda. insanın materyal boyutla sınırlı tek yönlü donatılması, hem mutluluğu sağlamıyor, hemde teknolojik ve materyal açılımlarım getirdiği kaçınılmaz kimi yükler karşısında mutsuzluğu ve tatmizsizliği artırıyor. çağımızda yaşam maliyetinin enaza inmesi için psikoloji destekli yüklemeler ile, denge ve ilişkileri doğru anlama ve buna uygun aksiyonlar için sosyolojik tahlillerin gereği hissediliyor günlük yaşamımızda. hem maddi donanımlar, hem de düşünce - tefekkür temelinde yaratılış gayesine uygun donanımlar ve yüklenmeler, bir yol olarak gözüküyor varlığa. bu yolu bulan varlığın, yaratılış gayesine uygun olarak, vuslatı yakalaması da mümkün olsa gerek.
Beğen
Cevapla
-
noter tasdikli yorumcu
13 yıl önce
Şikayet Et
nükleer enerji , santrallar . hakkında düşünceleriniz vardır muhakkak. sizin yaklaşımınızı bilmek isterdim.
Beğen
Cevapla
-
Mehmet Ciranoğlu
13 yıl önce
Şikayet Et
tabi ki çift boyut... bilimsiz din kör, dinsiz bilim topaldır! tenperverlik ve kanaatsizlik psikolojik intihardır. çare belli ama anlatılınca anlaşılmıyor, mantığa aykırı gibi geliyor ve kabul görmüyor. mesela insan vererek mutlu olur. bunu ancak bu hazzı yaşayan anlayabilir, anlatsan saçma gelir. ama anlatacağız elbet, sonuçta kalpler allah'ın elinde ve takdir o'nun..
Beğen
Cevapla
-
çubuktan
13 yıl önce
Şikayet Et
batı mı? hangi batı ve hangi değer(!)leri. mensubu bulunduğumuz milletin dinini, örfünü, gelenek ve ananesini unutup, batıyı taklit etmek bizi buralara getirdi. biz değerlerimize sahip çıkmalıyız. bizi biz yapan, bu bahsedilen kötüye gidişten uzaklaştıran benliğimize sahip çıkmaktır.kokuşmuş zihniyetlerin peşinden gitmek her türlü ahlaksızlığı beraberinde getiriyor.
Beğen
Cevapla
-
çubuktan
13 yıl önce
Şikayet Et
denge. asıl kaybettiğimiz nokta dünyaya bağlanıp, gerçek gayemizi unutmamızdır. varlık sebebimizin ne olduğu bir hatırlasak herhalde bu kakar ipler kopmaz.
Beğen
Cevapla
Daha fazla yorum görüntüle