Kazıklı Firavunlar ve insan
- GİRİŞ16.08.2012 09:45
- GÜNCELLEME16.08.2012 09:45
Yeryüzündeki her şeyin tanığı (şahidi) olan insan, zulmün de şahidi olarak büyük bir yükümlülük altına girer. İnsanın yükümlülüğü, şahitliğindendir. Şahit olduğu gerçekliği görmezden gelme yönündeki bir tercihi, küfür ile eşdeğerdir. Küfür, gerçeğin örtülmesi demektir.
Hem tanık olmak, hem de yok saymak... Gördüğünü görmemiş gibi davranmak… Duyduğunu duymamış gibi. Uyarılması gerekeni uyarmamak, sorumluluğu üstlenmemek… Tüm bunlar gerçeğin üstünü örtmek anlamına gelir. Yani küfür sayılır.
Küfür hakareti değil, haksızlığı ifade eder
Küfür birine hakareti değil, gerçeğin inkârı anlamında bir haksızlığı ifade eder. Haksız fiil ya da eylemsizlik halidir bir bakıma küfür.
İnsanın varoluş gerçeğini ve doğal/fıtrî gereksinimlerini yok saymak da bu çerçevede değerlendirilebilir. İnsan hakkı ihlâli buna uygun bir örnektir.
Gerek devlet, gerekse birey tarafından yapılan insan hakları ihlâli sadece bir hak gaspı olarak görülmez; ihlâl davranışı, esasen, Hakkın kabul edilmemesinden kaynaklanır. Bu ihlâlin uygulayıcılarına verebileceğimiz en tipik örnek, Firavun olabilir. Daha doğrusu, Firavunlar. Tarihsel bir kişilik modeli olan Firavun, günümüzdeki emsalleri ile de hafızalardaki yerini korumaktadır.
Fesadı yaygınlaştıran Firavunlar
Geçmişteki kazıklı Firavunları hiç aratmayacak derecede halkına zulmeden modern Firavunlar vardır bugün. Azgınlıkta hiçbir ölçü tanımayan, kendi beldelerinde fesadı çoğaltıp yaygınlaştıran Firavunlardan biri de Suriye’de devrini tamamlamak üzeredir. Bu Firavunlar her zaman sonuçta kaybetmişlerdir. Göğe merdiven kurdurup ”Musa’nın Tanrısını vurmak” isteyen Firavun da yaşamıştır bu yenilgiyi.
Kazıklı Firavunlar bilgisizlik/cehalet ve iktidar/güç hırsı yüzünden düşmüşlerdi o duruma. Göğe yönelişleri boşunaydı. Onların tanık olduğu şey buydu. Sonuçta karşılaştıkları ise hüsran.
İnsan gökyüzünün de tanığıdır
İnsana gelince; insan, zaman içerisindeki gözlem ve tecrübeleri itibariyle, aynı zamanda gökyüzünün de tanığıdır. Kâinat Kitabı’nda varlığın bilgisine ulaşan insan, bu bilgi yoluyla göklerin gerçeğine de tanık olmaktadır. Ayın ve güneşin belirli bir hesap temelinde kendi yörüngelerinde devindikleri, semanın yükseltilip gökyüzünde bir düzenin oluşturulduğu gerçeğini öğrenen insan, hem bilgi sahibidir hem de şahittir artık.
Söz konusu bilgi, gerçeğe inanmanın, inancın kapısını açar. Göklerin gerçekliğini bilen, bunun şahidi olan insan, bizzat tanıklık ettiği gerçekliğe inanmak durumundadır. Gördüğünü inkâr etmek, insanın küfrüdür.
Gözlemi dar tutan insanın bilgisi ve tanıklığı da sınırlı olur. Batı dünyası skolastik düşünceyle ufkunu daralttığı bir dönemde, gökyüzü bilgisinden ve tanıklığından yoksun olması sebebiyle, dünyanın düz bir zeminde sabit olduğuna inanıyordu. Buna karşı çıkan ve dünyanın yuvarlak olduğunu, hatta kendi ekseninde döndüğünü söyleyen Galileo Galilei’yi idama mahkûm etmişti. Oysa aynı dönemde Müslüman düşünürler ve bilim adamları gökyüzü bilgisini çok ilerletmişlerdi, dünyanın ve diğer gezegenlerin gerçekliğine tanıklık ediyor ve bunu dile getiriyorlardı. Örneğin Türk bilgin ve devlet adamı Uluğ Bey, Galilei’den bir asır önce, 15. yüzyılda Semerkant ve Buhara’da gözlem evleri kurarak, gökyüzü gerçekliğini iyi hesap etmiş ve dünyada bir yılın 365 gün olduğunu kaydetmiştir. Zic-i Ulûgî (Zic-i Uluğ Bey) adı altında toplanan bilgiler, Avrupa Aydınlanma çağına geçtikten sonra Fransa ve İngiltere kütüphanelerinde yer almıştır.
Bugün uzaya uydular gönderen insan, aslında, hem gökyüzü hem de yeryüzü gerçekliğine daha iyi tanıklık ediyor. Her geçen gün daha sağlam ve güvenilir bilgiye sahip oluyor insan böylece. Vahiy ve nakil yoluyla gelen bilgiyi, belirli ölçüde, doğrudan gözlemle test etme/teyit etme olanağına kavuşuyor.
Bu durum, insanın yeryüzü ve gökyüzü tanıklığını inkâr edilmez bir noktaya taşıyor. Kaçınılmaz bir sorumluluk yüklüyor ona. Bu, her şeyden önce, inanma sorumluluğudur. Böyle bir gözlem ve bilgiye sahip olan insanın inanma sorumluluğudur. Aksi halde, akıl gerçeğini inkâr etmiş sayılır insan. Akıl aracılığıyla görüp şahit olduklarını da inkâr etmek demektir bu. Yani küfürdür.
Aklı olduğu halde, aklını yok hükmünde kabul etmek, onu örtbas etmek, küfürdür. Bu bilinçli ya da bilinçsiz biçimde olabilir. “Aklı olmayanın dini yoktur” hükmü de bu anlamda düşünülebilir.
Yerde ve gökte varoluşun tanıklığını üstlenen insan, Tanrı’nın vekili (halife) konumundadır. Şeytanla düşmanlığı da bundan dolayıdır. Şeytan, insan kılığındadır çoğu zaman. Kazıklı Firavunlar da dostlarıdır onun.
Her ikisi de gurur ve yanılgının tutsağı olmuştur. İnsan için de geçerlidir bu. İnsanın dünya sınavı bu yüzden çetindir.
İbrahim S. Canbolat
icanbol@hotmail.com
twitter / icanbol
Yorumlar4