Toplumsal barış için bireysel içsavaş şart
- GİRİŞ28.02.2013 09:24
- GÜNCELLEME28.02.2013 09:24
Bu anlayışın uygulamaya dönüşmesi sonucunda, insanın birbiriyle savaşı kaçınılmaz olur. Önyargılar, kin ve nefretle gittikçe büyür.
Bu durumda gerekli olan, insanın diğer insanlarla savaşı değil, insanın kendisiyle savaşıdır. Kendi içsavaşını başlatamayan insanın toplumsal barış arayışı, riyakârlıktan öteye geçemez. Çoğu zaman alışkanlık ve ihtiraslarının tutsağı olan insan, tekboyutlu düşünür ve bu savaşı göze alamaz. Oysa insanın önce kendi içindeki düşmanı öldürmesi halinde, gerçek kurtuluş ve barış için gün doğar.
İnsanın içindeki düşman bazen tembelliktir, bazen de bencillik ve ötekini dışlama eğilimi. Kimi zaman insanın aşırı derecede kendine güveni, kimi zaman da cesaretsizliğidir. Herşeyden önemlisi de, bütün bu özelliklerin ürünü olarak ortaya çıkan durumun sebep olduğu ulusal ve uluslararası etkidir.
Şimdi konuyu, bir sinema filminin çağrıştırdığı soruna değinerek, Türkiye ile irtibatlandırıp açıklamaya çalışalım.
Bir sinema filminin çağrıştırdıkları
Yıllar önce yurtdışında seyrettiğim bir Amerikan Western filmini TRT1 televizyonunda bir kere daha, ama bu kez çevremizde gözlemlenen gelişmeleri ve bununla ilgili tartışmaları düşünerek, seyrettim. Filmde, seyirci için ilginç ve taraf tutmaya müsait bir konu işleniyor. Esasen, filmlerde seyirci iyi ve kötü karakteri ya da tarafı kendisi seçme konumunda değildir, o sadece senaryodaki olayların gelişimine bağlı olarak, ister istemez, iyi ve kötü karşısında bulur kendini. Doğal olarak da orada kendisine sunulan iyinin yanında, kötünün karşısında yer alır.
Sözünü ettiğimiz filmde olaylar Meksika'da geçiyor. Siyasî rejimin (devlet) askerleri, belirli bir etnik kesime mensup köylülere kötü muamele ediyor… Genç erkekler dağlara çıkmış, orada güçlerini toplayıp devlet güçlerine saldırmaya çalışıyor. Köydeki orta yaşlı erkekler askerler tarafından toplanarak, götürülüyor… İşkence ve sorgulama sahneleri… Babasından ayrılan bir çocuk, askerlerin evlerini yaktıklarını, ailelerin ortalıkta kaldığını söylüyor… Kadınlar, çocuklar, yaşlılar dağ eteğinde, dere kenarlarında barınmaya çalışıyor… Delikanlılar, genç erkekler, mensup oldukları halkı baskı ve zulümden kurtarmak için dağlarda savaş taktikleri geliştiriyor… Dağa çıkmayan bir genç ise bir vesileyle karşılaşıp cesur ve mert biri olarak gördüğü bir silahşorun yardımıyla, halkını kurtarmak için planlar yapıyor… Sonuçta, devletin zalim askerlerine karşı başlatılan savaşta, seyirci de mazlum halkın kurtuluşu için bir umut yeşertmeye başlıyor içinde.
Bize anlatılan filmde böyle bir manzara söz konusu. Ama biz o ülkenin gerçeğini tam olarak bilmiyoruz. Belki de askerler, gösterildiği gibi değildir. Filmdeki çocuğun ve gencin halkı olarak gösterilen insanlar, gerçekte öyle perişan durumda değildir belki. Ya da bütün bunlar bir kurgudur. Film senaryosudur. Bilmiyoruz. Gerçek de olabilir.
Her ne olursa olsun, filmde yansıtılan tablo, seyirci olarak zihnimizde o ülkeyle ilgili belirli bir imaj oluşumuna yol açıyor. Türkiye ile ilgili olarak da "Kürt Sorunu" kavramsallaştırması ve algısı üzerinden böyle bir imajın doğabileceğini düşünmeliyiz. Hatta var bu şu anda.
Dış dünyaya yansıtıldığı şekliyle de olsa, filmdeki sahneler ile Türkiye'de özellikle 1990'larda Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde gözlemlenen hadiseler arasında biçimsel benzerlikler vardır. Güvenlik sebebiyle mezralardaki evlerin boşaltılması, bu arada kimi Kürt vatandaşların evlerinin (oradan taşınmalarını sağlamak amacıyla) yakılması gibi olaylardan haberdar olanlar, Türkiye hakkında negatif imaja sahip olabilirler. Biz sözü edilen filmdeki sahneleri seyrettikten sonra taraflar hakkında nasıl bir izlenim edindiysek, başkaları da bizimle ilgili olarak benzer bir kanaat edinirler.
Ülkenin değil, insanın içsavaşı
Kısacası; bir tarafta geleneksel alışkanlıklar ve ulusal gurur, diğer tarafta uluslararası imaj oluşumunun da etkisiyle ülkede iç barışın zarar görmesi. Sorun budur. Bu ikilemden kurtulmanın yolu, toplumsal barış için bireysel içsavaştan geçer. İnsan kendisiyle (nefsiyle) savaşında, ötekine karşı gereksiz düşmanlığa yer vermez, aksine, kalbinde iyiliğe ve paylaşımcı düşünceye yer açar. Bireysel feragat ve feraset marifetiyle, toplumsal fitnenin ülkede bir içsavaş ateşi yakmasına mani olur.
Ancak böyle bir psikolojik ve zihinsel atmosferin ülkede hâkim olması durumunda, Türkiye'nin şimdilerde tartışılan (terör) sorununa kalıcı bir çözüm mümkün olabilir. Böyle bir çözüm için gerekçeleri var bu ülkenin.
Söz konusu gerekçelerin başında, Türkiye'nin güç/kudret pozisyonu gelir. Acziyet ve zayıflık değil, güçlülük. Hem askerî anlamda, hem de tarihî ve kültürel birikim ve ortak tecrübe anlamında güçlülüktür bu.
Terör örgütünü silah bırakmaya ikna etme mecburiyeti yoktur. Devletin askerî gücünün terör odaklarını ezmeye de muktedir olduğunu biliyoruz. Ama bu yöntem, kalıcı çözüm yöntemi değil. İçeride ve dışarıda karşıt taraflar üreten bir yöntem. Türkiye'nin başını ağrıtan, budur.
Şimdi akıl ve kalp üzerinden yol alma zamanı. Tarihi ve bugünü unutmadan. Haddi de aşmadan. Körü körüne bir teze bağlanmak da haddi aşmaktır, sorumsuzca davranıp ipi salıvermek de. İşte insanın içsavaşı burada başlıyor.
icanbol@hotmail.com
Yorumlar5