Türkiye’nin Doğası

  • GİRİŞ15.04.2025 08:34
  • GÜNCELLEME15.04.2025 08:34

Antalya Diplomasi Forumu’nu takip ederken Türkiye’nin son yıllarda bölgesel ve küresel ölçekte etkinliği üzerine derin düşüncelere daldım. 

Öncelikle Türkiye’nin Afrika ülkeleri nezdinde geliştirdiği ilişkiler gözümün önünde canlandı. Ülke ülke kurulan irtibatlar, ilmek ilmek işletilen diplomasi Türkiye'yi Afrika’nın en hatırlı ülkeleri arasına soktu. İş birliği kurabildiğimiz bazı Afrika ülkelerinde yüzyıllık sömürge sistemi Türkiye’nin desteğiyle çöküşe geçti.

Ardından Suriye’nin yeni yönetiminin kuruluş serencamını düşündüm. Zalim Hafız Esad’dan başlayan ve oğlu Beşşar Esad’la devam eden sorunlu ilişkiler... Esad rejimlerinin onlarca yıl sürdürdüğü katliamlar... Bu katliamların yol açtığı sığınmacılar sorunu... “Esad’la anlaşmayı” her vesilede tavsiye eden muhalefetin ve tüm dünyanın şaşkın bakışları altında gerçekleşen Türkiye destekli Suriye devrimi... Hepsi de tespih tanesi gibi gözlerimin önüne dizildi.

Sonra, yüzyıldır dillendirilen Türk Cumhuriyetleri ile kurumsal ve sürdürülebilir iş birliği sisteminin kurulması hayalinin yavaş yavaş ete kemiğe bürünmesi... Rahmetli Turgut Özal, Karadeniz Ekonomik İş Birliği Örgütü ile bu hayalin bir ucundan tutmuştu. Özal ile çekişmeyi abartan Süleyman Demirel, başbakanlığı döneminde bu girişimi buzdolabına koyarak akim bırakmıştı. Bir yönüyle ‘Turan Birliği’ diye adlandırılabilecek olan bu siyasal hedef, ‘Türk Devletleri Teşkilatı’ ile ete kemiğe bürünüyor. Elbette gidilecek yol uzun. Rus emperyalizminin pençesinde geçen birkaç yüzyıl, kimlikler üzerinde ciddi tahribata yol açtı. Nekâhet döneminin arızî ataklarını görmeye devam edeceğiz. 

Başka neler mi düşündüm?

İkinci Karabağ Savaşı’ndaki etkimizi, Ukrayna krizindeki Türkiye’nin rolünü, Endonezya-Malezya hattında gelişen Uzak Doğu ilişkilerimizi. Ve daha neleri…

Bir de “150 yıldır Jön Türkleriz biz”den bahis açan muhalefetin duruşu gözümde canlandı. 

Dedim ki kendi kendime; “Muhalefet iktidarda olsaydı Afrika ülkeleri ile ilişkiler gelişir miydi?” Gerekirse; Fransa’yla didişmeyi, ABD ile yarışmayı, Rusya ile kafa kafaya gelmeyi göze alıp...

Muhalefet iktidarda olsaydı, Türk Devletler Teşkilatı diye uzun, ince bir zahmetli yola koyulur muydu? Suriye’de yüz binlerin katili olan Esad ile anlaşarak yeni katliamların kapısı mı aralanırdı, yoksa Suriye’de zulmün boğazını tıkayan bir özgürlük arayışı zorlanır mıydı? 

Muhalefetin gündemi bu analizlerin çok uzağında. Örgüt içi meselelerden başlarını kaldırabilirlerse muhalefet etme adına derinliksiz eleştirilerin ötesine geçmeyen bir performans sergiliyorlar.

Oysa ülkenin devlet politikası diyeceğimiz önceliklerinde, iktidar ile muhalefet arasında temel bir açı farklılığı oluşmamalı. Muhalefet bu politikalara yeni yöntem ve yeni vizyonlarla katkı sunma iddiasında olmalı. 

Peki, bizdeki bu karşıtlığın bir izahı var mı?

Şöyle söylenir; “Büyük mağlubiyetler milli kimlik üzerinde büyük tahribatlar oluşturur”. 

Çoğunlukla bu tahribat galiplerin kültürel normlarını koşulsuz kabul şeklinde tezahür ediyor. Varoluşsal değerler kaybediliyor. Medeniyet iddiasında bulunmaktan hicap duyuluyor. Teslimiyetçi ve özgüven yoksunu bir kimlik hâkim oluyor. Kendi değerlerinin değil, öykündükleri milletlerin değerlerinin devrimcisi hâline geliyorlar. 

Osmanlı’nın son yüzyılı da dâhil yaşanılan büyük mağlubiyetlerin milli kimliğimiz üzerinde negatif/menfi bir etki oluşturduğunu kabul etmeliyiz.

1990’lı yıllarda Türk Cumhuriyetleri ile ilişkiler kurmak gündem olduğunda eski istihbaratçı Prof. Dr. Mahir Kaynak; “Türkiye’nin sınırı aşan bir ideolojisi yok” demişti. Oysa ABD’nin strateji kuruluşlarından Stratfor analistlerine göre, “Türkiye doğası gereği lider ülke”. 

Bu iki değerlendirmenin istikametini belirleyen milli kimliktir. Lider bir ülke mi olacaksınız yoksa hâkim güçlere sığıntı gibi dayanacak mısınız? Aradaki fark Esad’la anlaşma fikri yanında Suriye’yi dönüştürme realitesi kadar büyüktür.

Hâkim güçlerin kültür atmosferine teslim olanların yöneteceği bir Türkiye, kapalı havza Türkiye’si olur. Doğası gereği lider bir ülke bu havzaya hapsolamaz. Şu durumda yapılacak şey en az savunma sanayine verilen önem kadar milli kimlik ve milli kültürün yeniden inşa ve ihyasına eğilmek hatta bunu bir seferberlik haline dönüştürmek olacaktır. Gençliğimizi popüler kültürün negatif etkisinden kurtaracak çok yönlü stratejiler geliştirme zarureti vardır. Bu başarılabilirse Türkiye’nin coğrafi ve ekonomik büyüklüğünün ötesinde inşa ettiğini gözlediğimiz küresel etki kalıcı hale gelebilir. 

Yoksa hatırlayın geçmişte “Jön Türk” zihniyeti imparatorluğun sonunu getirmişti. Bugünün Jön Türkleri de fırsat bulursa Türkiye’nin küresel hamlelerinin sonunu getirip kapalı havza sistemine ülkeyi mahkûm edebilir. 

Benden söylemesi. 

Yeni Akit

Yorumlar1

  • Ali 1 ay önce Şikayet Et
    Aynennn doğru, CHP iktidar, Türkiye ve millet batar..
    Cevapla
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat