Ahlak erozyonu

  • GİRİŞ02.09.2025 08:35
  • GÜNCELLEME02.09.2025 08:35

Market raflarında hemen her gün değiştirilen etiket fiyatlarını, piyasalarda görülen pahalılığı tablolarla izah etmek yeterli olur mu? 

Üç liralık malı talep arttı diye on üç liraya satan fırsatçı, malı depoda saklayıp kıtlık algısı yaratan stokçu... 

Fahiş kira artışları yapan mülk sahibi, mülk sahibine hak ettiği kirayı ödemeyen kiracı... 

Sosyal medyada feryat figan, “İstediğim açıklıkta giyerim, özgürlüğüme karışamazsınız, siz benim p.poma bakmayın” diyen genç kız... 

Metroda ayakta yolculuk yapan çarşaflı kadına, “Çarşafın bana değmesin” diye hakaretler savuran bir başka kadın... 

Şehrin meydanında “haracını vermedi” diye rızkının peşinde olan esnafın dükkânını kurşun yağmuruna tutan serseri... 

Fakirliği bir başarısızlık olarak gören kapitalist ahlaka ram olmuş, Allah’ın bir kuluna dokuz pulu, dokuz kuluna bir pulu reva gören zihniyetteki tacir... 

Hocasına her türlü saygısızlığı hak bilen öğrenci, öğrenciye bir harf öğretmenin kudsiyetini kaybetmiş hoca... 

Liyakat ve kifayetli atamayı ıskalayan yönetici... 

Apartmandaki diğer sakinleri çıkardığı gürültülerle taciz eden, balkona sadece altındaki iç çamaşırıyla çıkmaktan ar etmeyen komşu...

Sizce tüm bunların arka planında yatan gerçek sebep ne?

Bu birbirinden dağınık görünen ahlaki hezeyanların arkasında, aslında tek ve derin bir kopuş yatıyor: İnsanın vicdan pusulasından, yani fıtratından uzaklaşması. İyi ile kötüyü, doğru ile yanlışı, güzel ile çirkini ayırt etme kabiliyeti ile arasına ördüğü kalın duvarlar...

Peki, bu pusula nasıl kırıldı? Bu toprağın insanı, kendi özüne nasıl bu kadar yabancılaştı? 

Bana göre bu ahlaki çöküş, iki koldan gelen bir taarruzun sonucu. Birinci kol; reklamlarla, dizilerle ve sosyal medyanın parıltılı dünyasıyla zihinlerimize pompalanan tüketim odaklı kültürdür. Mutluluğun “vicdan rahatlığında” değil, “daha fazla şeye sahip olmakta” olduğunu fısıldayan bu kültür; kanaatkârlığın yerine israfı, helal kazancın yerine vurgunculuğu, mahremiyetin yerine ise teşhirciliği “modern değerler” olarak pazarladı.

İkinci ve daha derin olan kol ise, nesillerimizi kendi medeniyet kodlarına ve irfanına yabancılaştıran “köksüzleştirme” projesidir. Kendi değerlerini “çağdışı” bulan, kendi geçmişinden utanan, hocasına saygıyı “eziklik”, edebi ise “baskı” olarak gören zihinler inşa edildi. 

Kendi ruh köklerinden koparılan bir toplumun ayakta kalması mümkün değil. “Ben, başka değil, sadece iyi ve güzel ahlâkı tamamlamak (uygulamak) için gönderildim” buyuran Hz. Peygamber medeniyetimizin ilham kaynağıydı.

İşte kaybettiğimiz şey budur. Bütün hayatı kuşatması gereken “güzel ahlak” idealini kaybedince, geriye sadece çıkar çatışmaları, nefsani arzular ve bitmek bilmeyen bir kaos kaldı. İnşaatın demirinden çalan müteahhit de, kutsal aile birliğini hiçe sayan eş de, sınav sorusunu çalan öğrenci de, bu büyük mefkûrenin yokluğunda kendi küçük ve gayrimeşru krallıklarını ilan ettiler. ‘BEN’in keyfiliği ‘BİZ’in saadetinin önüne geçti.

Medeniyet ufkumuz insanda üç şeyin inşasını hedefler: Akl-ı selim ile sahih bir inanç terazisinde vücut bulan bir zihin duruluğu. Varoluş gayesinin idrak noktasında kavranması... "En büyük mesafe kafa ile kalp arasındaki mesafedir" denilir. Kalb-i selim ile yani gönlün fikirle tatmin düzeyinde ahenkli birlikteliği hayatı derinlemesine kavramayı sağlar. Zevk-i selim ile de insanın her türlü eylem ve eserinin bir edebe, estetiğe ve sanata dönüşmesi hedeflenir. Böyle bir ferdin elinden ve dilinden hiçbir canlıya zarar gelmez. O vakit çarşıdaki esnaf, hak geçmesin diye kantarın ayarını bozmaz. Metro’daki genç, yaşlı teyzeye yerini vermekten haz duyar.

İşte medeniyetimizin inşa etmek istediği "kâmil insan" buyken, modern dünyanın bize dayattığı model tam tersidir: Kalbi ve kafası birbiriyle savaşan, huzur yerine haz peşinde koşan, eylemleri bir estetiğe değil, anlık bir çıkara hizmet eden parçalanmış bir birey... Bu parçalanmışlık, toplumsal bir şizofreniye dönüştüğünde, girişte saydığımız o ahlaki hezeyanlar da "sıradan vaka" haline gelir.

Çözüm sadece polisiye tedbirlerde veya ekonomik paketlerde değildir. Çözüm, hayatın her sahasını yeniden kuşatacak bir “ahlak inşası” seferberliğindedir. Bu, her bir ferdin kendi içine dönüp o kırık pusulayı tamir etmesiyle, fıtratının sesini yeniden dinlemesiyle başlar.

Bugün yaşadığımız en büyük kriz, ne hayat pahalılığı ne de metrodaki nahoş manzaralar. Bunlar kaybettiğimiz değerlerin sonuçları. En büyük kriz, ahlaki yozlaşmadır. Onu çözdüğümüzde pek çok mesele kendiliğinden ortadan kalkacak. Bereket, o mefkûreye döndüğümüz gün geri gelecek.

Yeni Akit

Yorumlar7

  • Murat 5 gün önce Şikayet Et
    Süper yazı
    Cevapla
  • insan 5 gün önce Şikayet Et
    Eyvallah Azizim, yüreğine, emeğine ve ferasetine sağlık Kaleminden hakikat damlamış Allah ecrini versin
    Cevapla
  • BAYBURT LU HASANAĞA 5 gün önce Şikayet Et
    Haya sıyrılmış inmiş, öyle yüzsüzlük ki heryerde Ne çirkin yüzleri örtermiş, meğer o incecik perde Vefa yok, ahde hürmet hiç, lafe-i bi medlul Yalan raiç, hiyanet mültezem, heryerde hak meçhul Ne tüyler ürperir ya rab, ne korkunç MARKSİST- LENİST-MAOİST inkılab olmuş Ne din kalmış ne iman, din harab, iman türab(TOPRAK)olmuş YA RAB
    Cevapla Toplam 1 beğeni
  • Kaan 5 gün önce Şikayet Et
    Ellerinize sağlık çok güzel tespitler.
    Cevapla Toplam 2 beğeni
  • Kerimoglu 6 gün önce Şikayet Et
    kitabın tam ortası
    Cevapla Toplam 3 beğeni
Daha fazla yorum görüntüle
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat