Sabır taşı çatlarsa…
- GİRİŞ16.09.2025 08:39
- GÜNCELLEME16.09.2025 08:39
Ankara’nın sabırla yürüttüğü “Terörsüz Türkiye” stratejisi, “Terörsüz Bölge” kapsayıcılığına doğru önemli bir mesafe aldı. İşte bu strateji, şimdi Suriye sahasında tarihi bir yol ayrımına gelmiş durumda.
Bir yanda Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında “Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu” ile toplumsal barışın yolları aranırken, diğer yanda terör örgütü YPG/SDG bölgeyi ateşe atmak için elinden geleni ardına koymuyor.
Sözün hükmünü yitirdiği, niyetlerin ayan beyan ortaya çıktığı bir virajdayız.
“Barış ve Demokratik Toplum” çağrılarının yapıldığı, PKK’nın Zerdüşt ayinlerini hatırlatan törenle silah yaktığı o ilk günlerdeki temkinli iyimserlik yerini derin bir şüpheye bırakıyor.
Zira SDG, Suriye yönetimi ile Mart 2025’te imzaladığı entegrasyon mutabakatını uygulamamak için adeta ipe un seriyor. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın da altını çizdiği gibi örgüt oyalama taktikleriyle zaman kazanmaya çalışıyor.
Suriye dışından gelen terörist unsurları bölgeden çıkarmak bir yana Kuzey Irak’taki PKK militanlarının silah ve mühimmatlarıyla YPG/SDG saflarına kaydırıldığı biliniyor. Bu tavrın arkasındaki asıl motivasyon ise artık sır değil.
SDG’nin piyonu olduğu güç İsrail. Elbette sahadaki silah desteği ve YPG militanlarının eğitimini esas alan operasyonel faaliyetler ABD eliyle yürütülüyor. ABD’nin Senatodan geçirdiği 500 milyon ile 1 milyar dolar arası desteklemelerin bir kısmı istihdam edilen insan kaynağıyla ilgiliyken, örtülü kaynaklarla bu rakamın her yıl 1,5 milyar doları aştığı konuşuluyor.
Devlet Bahçeli’nin de ifade ettiği gibi, “Görünen odur ki SDG/YPG İsrail’in yörüngesindedir”. Terör örgütünün elebaşı Mazlum Abdi’nin, “İsrail bölgede etkili bir güç, desteğini memnuniyetle karşılarız” şeklindeki açıklaması, bu kirli ittifakın en açık itirafıdır. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Vaat edilmiş topraklar hezeyanı” olarak tanımladığı bu Siyonist projenin, Suriye’nin kuzeyinde bir “terör kantonu” kurarak bölgeyi istikrarsızlaştırma ve nihayetinde İsrail’in yayılmacı emellerine hizmet etme amacı taşıdığı gün gibi ortada.
Bu tehlikeli denklemin bir diğer yüzünde ise ABD’nin akıl almaz tutarsızlığı var. ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack, önce “SDG, YPG’dir. YPG, PKK’nın bir türevidir” diyerek gerçeği teslim etmişken, sonra tam tersi bir açıklamayla “Artık PKK ile ilişkili olmayan başka bir örgüt var: SDG ve YPG. Bunlar IŞİD karşıtı savaşta bizim müttefiklerimiz oldu” diyebilmiştir. Yangına benzin döken bu iki yüzlü politikayı mantıkla izah etmek zor.
Ancak bu karanlık tabloya karşı, Suriye’den son zamanlarda kararlılık vadeden açıklamalar geliyor. Suriye’nin Cumhurbaşkanı Ahmed el-Şara’nın, “Bir avuç topraktan dahi vazgeçmeyeceğiz” diyerek ülkesinin toprak bütünlüğüne sahip çıkması ve SDG’nin dayattığı bölünme projesini reddetmesi, Ankara’nın politikalarıyla tam bir uyum sergilemekte.
İki ülke savunma bakanlıkları arasında imzalanan “Ortak Eğitim ve Danışmanlık Anlaşması” teröre karşı ortak mücadelenin somut bir adımı.
Bu denklemde genellikle göz ardı edilen bir gerçek daha var: Terör örgütünün işgali altında inim inim inleyen bölge halkının dramı. YPG/SDG, petrol kuyularına el koyarak haraca bağladığı esnaftan zorla vergi toplayarak ve gençleri zorla silah altına alarak bölgedeki Arap ve hatta kendisine biat etmeyen Kürt aşiretlere zulmediyor. Bu yapı, bir özgürlük hareketi değil, dış destekli bir işgal ve sömürü aygıtıdır. Dolayısıyla, Ankara ve Şam’ın ortak mücadelesi, sadece bir terörle mücadele değil, aynı zamanda Suriye halkının kendi topraklarında onuruyla yaşama hakkını savunma mücadelesidir.
Bölgedeki stratejik tablo artık sürdürülebilir değil. Bir yanda ülkesinin bütünlüğünü savunan meşru bir yönetim ve kendi ulusal güvenliğini korumak isteyen bir komşu ülke; diğer yanda ise dış güçlerin maşalığını yaparak terör devleti kurma hayalinde bir örgüt var. Bu iki vizyonun bir arada yaşaması imkânsız. ABD’nin çelişkili politikaları ve İsrail’in ateşe benzin döken hamleleri, diplomatik çözüm yollarını her geçen gün tıkıyor. Bu tıkanıklık, bölgeyi kaçınılmaz olarak askeri bir çözümün eşiğine getirmekte, sabır taşını çatlatan son damlaya yaklaştırmaktadır.
Gelinen noktada seçenekler belli. PKK elebaşı Karayılan’ın “Önder Apo özgür olmadan barış olmaz” şeklindeki hezeyanları, örgütün barış gibi bir niyetinin olmadığına işaret ediyor. “Terörsüz Türkiye” sürecine destek vaadinde bulunan ve PKK’ya silah bırakması talimatı gönderen Abdullah Öcalan’ın Suriye’deki Arap aşiretlere ise “SDG’ye destek mektubu” gönderdiği yönünde spekülasyonlar yapılmış, ancak bu iddialar yalanlanmıştı. İşin doğrusu şudur: “Terörsüz Türkiye” konusunda samimi olunacaksa, DEM Parti ve Abdullah Öcalan’ın“SDG silah bırakmalı ve Şam ile entegrasyon sürecine derhal başlamalıdır” şeklinde net bir açıklama yapması gerekir.
SDG/YPG, ya aklını başına alıp Şam ile vardığı mutabakatın gereğini yapacak, ya da Devlet Bahçeli’nin uyardığı gibi, “Ankara ile Şam’ın ortak iradesiyle askeri müdahalenin kaçınılmaz hâle geleceğini” bilecek.
“Sözün yapamadığını yeri gelirse nice kahramanlık sahneleri başaracaktır” diyen Bahçeli, Türkiye’de oluşan hakim hissiyatı ifade ediyor.
Hakan Fidan’ın dediği gibi, “Ortaya koydukları küçük kurnazlıklar görülüyor. Kimse enayi değil.” Türkiye güvenliğini korumak için gerekli tüm önlemleri almaktan çekinmeyecektir.
Son söz; Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın vurguladığı gibi, Türkler, Kürtler ve Araplar olarak bin yıllık kardeşliğimiz, her türlü oyunu bozacak kudrete sahiptir. Sözün tükendiği yerde, bu kadim kardeşlik hukukunu e coğrafyanın kaderini korumak için gereken neyse o yapılır.
Yeni Akit
Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol