Ankara’nın pusulası

  • GİRİŞ27.09.2025 09:52
  • GÜNCELLEME27.09.2025 09:52

Tarih, bugünü anlamak için en güçlü ayna. 18. yüzyılın sonlarında, henüz çiçeği burnunda bir devlet olan Amerika Birleşik Devletleri, Akdeniz’de ticaret yapabilmenin bedelini, Osmanlı İmparatorluğu’nun Kuzey Afrika’daki paşalarına ‘himaye’ anlaşmaları karşılığında yıllık haraç vererek ödüyordu.

ABD’nin elçileri, ticaret gemilerinin güvenliği için Trablusgarp ve Cezayir’de Osmanlı paşalarıyla pazarlık yapıyordu.

Aradan geçen iki asırda ise roller, ibretlik bir hâle dönüştü. 2. Dünya Savaşı'ndan sonra kovboyların dünya hâkimiyeti ile birlikte ABD başkanlarıyla görüşmek, diğer ülkeler açısından sadece bir dış politika icabı değil, aynı zamanda iç politikayı tahkim etme vasıtası hâline geldi.

Ülke muhalefetleri, ABD Başkanları ile görüşen kendi liderlerini kaç dakika görüştüğüyle, elini nasıl sıktığıyla, nerede karşıladığıyla ve dahi cımbızla çektikleri her vaziyetle değerlendirir oldu.

Bu çerçeveden bakıldığında Ortadoğu liderleriyle yapılan toplantıda Trump’la birlikte masanın başına oturan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın görüntüsü bazı muhitlere mide spazmı yaşatmıştır muhtemelen.


Dün Akdeniz’de ticaret için izin isteyen Washington, o büyük medeniyetin mirasçısı olan Türkiye Cumhurbaşkanı’nı bölgenin hatta dünyanın istikametini konuşmak üzere ağırladı.

Peki, Beyaz Saray’da gerçekleşen bu tarihi görüşme ve BM koridorlarında yaşananlar, değişen güç dengeleri ve kurulmakta olan Yeni Dünya Düzeni hakkında bize ne söylüyor?

 

Bu sorunun cevabını bulmak için öncelikle ABD’nin içinde bulunduğu duruma bakmalı. ABD Başkanı, MAGA hayalleri kursa da artık tek parça bir kamuoyunun lideri değil.


Çöküşün en belirgin işareti, İsrail desteğinde yaşanan derin çatlak.

Üniversite kampüslerinden Hollywood’a, ilerici demokratlardan liberal medyaya kadar geniş bir yelpazede İsrail’in işlediği soykırım suçlarına karşı yükselen bir itiraz dalgası var. Eskiden sadece fısıltıyla konuşulan “Siyonist lobi” eleştirileri, artık yüksek sesle dile getiriliyor ve İsrail’in dokunulmazlığı her geçen gün daha fazla sorgulanıyor.

 Ancak asıl kırılma, İsrail’in en büyük müttefiki olarak görülen Amerikan sağından geliyor.

Trump’ı iktidara taşıyan MAGA hareketinin en etkili seslerinden Tucker Carlson’ın, Charlie Kirk suikastının arkasında İsrail’in olabileceğine dair ortaya attığı ve Amerikan sağını ikiye bölen iddialar, Netanyahu’nun ‘Amerika’yı ben yönetiyorum’ şeklindeki küstahlığını ifşa etmesiyle birleşerek, bir iç cepheleşmenin fitilini ateşlemiş durumda. Elbette, CNN ve MSNBC gibi ana akım medya kuruluşları bu iddiaları “sorumsuzca bir komplo teorisi” olarak nitelendirip, asıl tehlikenin Amerikan toplumunu kutuplaştırmak olduğunu savunuyor.

Ancak bu tepkiler, yangını söndürmek yerine daha da alevlendiriyor. Olay her geçen gün, dış politikada farklı görüşleri tartışmaktan ziyade, Amerikan vatanseverliğinin Siyonist vesayete karşı bir onur mücadelesi hâline dönüşüyor. İşte Beyaz Saray’daki görüşmeler, tam da böylesine fırtınalı bir siyasi atmosferde gerçekleşti.

 


Çözümün en net cevabı, bu fırtınalı atmosferde yapılan görüşmenin ardından bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan geldi. Erdoğan, o kritik tespiti yaptı: “İki devletli çözümün bölgede kalıcı barışı sağlayacak formül olduğunu, mevcut durumun sürdürülemeyeceğini ifade ettik. Sayın Trump da mevcut durumun böyle devam edemeyeceğinin farkında.” Bu cümle, Washington’da artık İsrail’in tek sesli propagandasının değil, Türkiye’nin adil çözüm önerilerinin de karşılık bulduğunun ilanıdır.

 Görüşmeler sadece Gazze ile sınırlı kalmadı. İki liderin, 100 milyar dolarlık ticaret hacmi hedefini teyit etmesi, Boeing anlaşması ve Rusya'nın bölgedeki nükleer etkisini dengeleyecek yeni nesil Modüler Reaktörler (SMR) konusunda stratejik bir iş birliği kararı, Türk-Amerikan ilişkilerinde kronikleşen krizlerin ötesinde, pozitif bir gündemin de mümkün olduğunu gösterdi.

Türkiye’nin Beyaz Saray’da elde ettiği sonuçlar, BM koridorlarında ahlak ve insan haklarını önceleyen duruşuyla birleştiğinde daha da anlam kazanıyor. Cumhurbaşkanı’nın da vurguladığı gibi, Birleşik Krallık ve Fransa gibi Güvenlik Konseyi üyelerinin de Filistin’i tanımasıyla bu sayının 150’yi aşması, tesadüf değil. Bu, “Türkiye ve tarihin doğru tarafında duran ülkelerin diplomatik gayretlerinin” bir sonucu.

 

Ancak bu diplomatik zafer adımları atılırken, İsrail merkezli iktidar muhalifi Haaretz gazetesinden Gideon Levy, acı bir gerçeğin altını çizdi.

Levy, tam da Batılı ülkelerin Filistin'i tanıdığı gün Batı Şeria’da yerleşimcilerin, köylülerin koyunlarını nasıl çaldığını, yolların demir kapılarla nasıl kesildiğini ve Gazze’de her gün onlarca insanın ölmeye devam ettiğini yazdı. Onun tespitiyle, “Devlet olma hayali, sahadaki gerçeklikten hiç bu kadar kopuk olmamıştı.” Bu tablo, tanıma kararlarının önemli olmakla birlikte, sahada somut bir baskı ve yaptırıma dönüşmediği sürece Filistinliler için bir karikatürden ibaret kalacaktır. Filistin Devlet Başkanı Mahmut Abbas’a vize vermeyen sistemin, hakkında soykırım suçlamasıyla tutuklama kararı olan Netanyahu’yu BM salonunda ağırlaması ise bu karikatürün en görünen yüzü.

Sonuç olarak, bu hafta Türkiye, “kıdemli lider” sıfatıyla BM’de küresel vicdanın sesi olurken, Beyaz Saray’da da reel politiğin dilini kullanarak stratejik çıkarlarını koruyan ve yeni iş birliklerinin kapısını aralayan taraftı. Trump’ın abartılı övgüleri, bir nostalji güzellemesi değil, yükselen yeni gücün kabulü olarak görülebilir. Öyle de olsa Trump’ın öngörülmez hâllerini düşününce, şöyle bir tedirgin oluyorum.

Yeni Akit

Yorumlar2

  • Şemsî 1 ay önce Şikayet Et
    Allah yar ve yardımcı mız olsun inşallah
    Cevapla
  • Türk beyi 1 ay önce Şikayet Et
    Tedirgin olma Allah'ın ipine sarıl. Ben inanıyorum ki Reis sopanın ucunu gösterdi Trump a. Ben Reis iktidar olduğu günden beri herşey çok güzel olacak dedim, olacak inşallah Rabbim alemi İslam'a yardım eylesin. O'nun korumadığını kim koruyabilir. O her şeyi hakkı ile bilendir. Lâ gâlibe illallah.
    Cevapla Toplam 2 beğeni
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat