Nüfusun intiharı
- GİRİŞ11.11.2025 08:47
- GÜNCELLEME11.11.2025 08:47
Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan, Azerbaycan ziyareti dönüşünde, karşı karşıya olduğumuz en hayati tehlikelerden birini açıkladı. 2025 Aile Yılı vesilesiyle yaptığı açıklamada, doğurganlık hızımızın gerilemesini tek bir kelimeyle özetledi: "Bu bir intihardır."
Nüfusta görülen azalma ve aile değerlerindeki zayıflamanın "beka" sorunu olduğu noktaya nasıl geldik?
Doğurganlık hızının tehdit boyutunda azalması birçok sebeple açıklanabilir. Ekonomik şartlar, eğitim ve meslek edinme süreçlerinin uzaması ve gençlerin hayata geç atılması gibi gerekçeleri bir bir sıralayabiliriz. Ancak buzdağının görünmeyen kısmında çok daha derin bir ideolojik erozyon yatıyor. Sorunun kökeninde, modernizmin bireysel hayatı özendirmesiyle başlayan ve "anne olmayı değersiz" bir rol olarak kodlayan küresel dayatmayı görmek lazım.
Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan BM 79. Genel Kurulu'nda yaptığı tarihi konuşmada, benzer bir yaklaşımı dile getirerek "aile kurumuna yönelik küresel tehditlere" açıkça temas etmişti. Neo-liberalizmin ve bazı küresel güç merkezlerinin açık hedefinin aile olduğunu BM kürsüsünden tüm dünyaya açıklamıştı. Küresel tehdit, aileyi ayakta tutan anne/kadın figürünün küçümsenerek alçaltılması yoluyla onun fıtrî/temel rolünden uzaklaştırılması üzerine bir strateji yürütmektedir.
Annelik Rolü Neden Küçümsendi?
Toplumda "annelik" rolünün sistematik olarak küçümsendiği bir dönem yaşıyoruz. Küresel hegemonyayı yönetenler, kariyer planlamasını kadınlar için öncelikli bir başarı olarak sunuyor. İş hayatındaki bir kadının çok çocuk yapması "kariyer" yolunda bir engel olarak görülüyor.
Durum öyle bir noktadaki bir kadın, “İşiniz nedir?” sorusuna "Ev hanımıyım" demeye utanır hale geldi. Oysa bir kadın için en kutsal makam, en önemli "kariyer" aile yuvasını idare etmek ve bir nesil yetiştirmektir. Bir çocuğun eğitimi ailede başlar ve insanın “ilk mürebbîsi annesidir.”
Bu küçümseme tesadüfî değil. Akademik çalışmalar, bu durumu net bir şekilde ortaya koyuyor. Uluslararası düzeyde birçok makale, “Modernizm ve Feminizm Ekseninde Annelik Rolünün Küçümsenmesi” konusunu değerlendirmiştir. Modernist ve feminist akımlar, kadını kamusal alana (iş hayatına) iterken, "annelik" rolünü "ikincil" veya "ücretsiz ev işçiliği" olarak tanımlayarak değersizleştirmiştir. Bu durum, geleneksel ve toplumsal normları zayıflattı. Bir kadın için artık en kutsal olan şey “annelik” olmaktan çıkarıldı. Öyle ki dindar/muhafazakâr ailelerin yetiştirdiği kız çocuklarında bile “evinin hanımı/sultanı” olmak öncelikli bir hedef değil artık.
Küresel Nüfus Savaşı
Bu ideolojik saldırı, küresel bir tehdide dönüşmüş durumda. İstanbul Aile Vakfı'nın (İSAV) raporları, bu durumu “Toplumsal Cinsiyet İdeolojisi” ve “LGBT propagandası” gibi “küresel tehditler” üzerinden tanımlıyor. Hatta vakfın son raporu, bu süreci “sosyo-kültürel terörizm” olarak adlandırarak tehlikenin ulusal güvenlik boyutuna dikkat çekiyor.
Bu tehlike, artık sadece sivil toplumun değil, devletin de en üst düzeyde gündemine girmiştir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın BM toplantısında neo-liberalizmin "aile müessesesine karşı kapsamlı bir savaş yürüttüğünü" belirtmesi, vehametin boyutunu göstermeye kâfidir.
Dün, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı yetkililerinden Bakan Yardımcısı Zafer Tarıkdaroğlu ve Aile ve Toplum Hizmetleri Genel Müdürü Tuncay Cevheroğlu Bey ile konu üzerinde faydalı bir hasbıhalimiz oldu. Bakanlığın küresel tehdidin farkında olduğunu görmek ve yeni birtakım vizyoner politikalar geliştirdiklerini duymak gelecek adına umut veriyor.
Durumu doğru tespit adına aldığım bazı veriler şöyle:
Türkiye'de 1965'te 5.7 olan doğurganlık oranı, 2025'te 1.48'e düşmüş.
Almanya'da 1965’te 2.4 olan doğurganlık oranı, şimdi 1.4'e gerilemiş.
Ancak İsrail’de 1965'lerde 2.94 olan doğurganlık oranını bugün 2.90'da tutmayı başarmış.
Parantez içi bir soru olarak, LGBT oluşumlarını destekleyen küresel sermaye gruplarının aynı zamanda İsrail destekçisi olması sizce de bir tesadüf mü?
Konumuza dönecek olursak, maalesef Türkiye'de 1960'lardan itibaren “doğurganlığı azaltıcı (anti-natalist) nüfus politikası” izlenmiş. 1975'te Aile Planlaması Derneği kurulmuş ve o yıllarda sağlık hizmetleri yaygın ve etkin değilken bile gebeliği önleyici ilaçlar bedava dağıtılmış.
Devletin Yeni Hamlesi Yeterli mi?
Bugün devlet bu "intiharın" farkındadır. 2025 Aile Yılı ilan edilmiş; Ailenin Korunması Vizyon Belgesi (2024-2028) açıklanmış ve Nüfus Politikaları Kurulu ve Aile Enstitüsü kurulmuş. Evlenecek gençlere faizsiz kredi, Modüler Aile Eğitim Programı ve "İlk Öğretmenim Ailem" mobil uygulaması gibi somut adımlar atılmış.
Bu hizmetler şüphesiz çok değerli, ancak mesele çok büyük.
Küresel sistemin "anneliği küçümseyen" negatif etkilerinin ülkemize sirayet eden boyutuyla topyekûn bir mücadele şart. "Toplumsal Cinsiyet İdeolojisi" ve "LGBT propagandası" gibi "sosyo-kültürel terör" unsurlar ailenin temeline dinamit koyarken topyekûn bir milli bilinç uyandırmalıyız. Aileye ve anneye "Cennet annelerin ayakları altındadır" diyerek işaret edilen o yüce mertebeyi iade ettiğimiz gün rahat bir nefes alabiliriz. Yoksa bebeksiz bir geleceğe doğru hızla yol alacağız.
Yeni Akit
Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol