Hani ikinci İran oluyorduk?

  • GİRİŞ08.04.2012 10:25
  • GÜNCELLEME08.04.2012 10:25

İran Devrimi’nin ardından Türkiye-İran ilişkilerinde uzun bir süre laiklik eksenli birtakım gerilimler yaşandı. Bunların temelinde İran’ın devrimini ihraç niyetini gizlememesi ve Türkiye’yi de kapsama alanına alması vardı. İran’ın bu niyetinin temelsiz olduğu da söylenemezdi zira hem devrimin kendisi, hem de kısa süre içinde diğer muhalif güçlerin tasfiye edilip “İslam cumhuriyeti”nin ilan edilmesi, tüm İslam dünyasında olduğu gibi Türkiye’de de bazı dindarlar, özellikle gençler tarafından coşku ve sempatiyle karşılanmış; ülkemizde de İran tipi bir devrim gerçekleştirmek isteyen gruplar ortaya çıkmaya başlamıştı. Tahran rejiminin bu gruplara yardım etmesi, daha açıkçası bunlara yatırım yapması Türkiye’de ciddi rahatsızlıklara yol açıyordu. İran’dan yapılan Türkçe radyo yayınları, ülkeyi ziyaret eden İranlı yetkililerin Anıtkabir’i ziyaret etmeyi reddetmeleri gibi olaylar da işin tuzu biberi oluyordu.

Bu durumun da etkisiyle, ülkemizdeki laik kesimler, 1980’lerden itibaren yükselişe geçen İslami hareketin ardında kısmen Suudi Arabistan’ın, büyük ölçüde de İran’ın olduğuna inanıyorlardı. “Türkiye yoksa ikinci İran mı olacak?” sorusu içerde ve dışarda sıkça soruluyor, buna “Türkiye laiktir, laik kalacak” cevabı veriliyordu.

İşin ilginci, sık sık Tahran yönetiminin PKK’ya da destek verdiği iddialarının da güçlü bir şekilde seslendirilmesine rağmen iki ülkenin ilişkilerinde hayati krizler yaşanmadı; diğer bir deyişle gök çok gürledi ama hiç yağmur yağmadı.

Neden böyle olduğu sorusunun cevabını öncelikle tarihte aramalıyız. Eninde sonunda, bölgede devlet, hatta imparatorluk geleneği olan iki ülkeden söz ediyoruz. Ve aralarındaki sınır yüzyıllardır aynı. Kısacası Türkiye ile İran’ı, birbirleriyle kıyasıya mücadele eden ama birbirlerine düşman olmak istemeyen iki bölgesel güç olarak tarif edebiliriz. Bu arada devrim sonrası 100 binlerce İranlının Türkiye üzerinden ülkelerini terk ettiklerini, bunların hatırı sayılır bir kısmının da ülkemizde yerleştiğini unutmayalım. Yine unutmamamız gereken bir başka husus, İranlı rejim muhaliflerinin Türkiye’yi bir üs olarak kullanmalarına izin verilmemesidir.

(28 Şubat müdahalesini laikliği korumak için yaptıklarını söyleyen bazı generallerin, Batı’dan kopup Doğu’ya açılmayı savunmalarını, bunu yaparken İran’ı yere göğe koyamamaları da bir muamma olarak orta yerde duruyor!)

Şii-Sünni stratejik gerilimi

Bu uzun girişin ardından başlığımıza, yani günümüze gelelim. Devrimden bu yana Türkiye-İran ilişkilerinde belki de ilk kez hayati olarak tanımlanabilecek bir krizin eşiğindeyiz. Üstelik bu kriz, yıllarca Türkiye’yi ikinci bir İran yapacağı vehmedilen Milli Görüş hareketi kökenli bir siyasi iktidara denk gelmiş durumda.

Yazının devamını okumak için bu linki kullanabilirsiniz


Ruşen Çakır / Vatan

Yorumlar1

  • hanif koray 13 yıl önce Şikayet Et
    28 şubatın iran ve doğu açılımı. bazı generaller irana ve doğuya yeşil ışık yakmıştı değerlendirmenize katılmıyorum. 11 eylülü global 28 şubat diye niteleyen yaklaşım daha doğru. elbette çin, rusya, hind gibi doğunun; batı ile bir çıkar mücalesi olduğu doğru. tsknin natocu derin yapısı düşünüldüğünde, tüm sol jargonlu, darbeci tsk alt biriminin sadece bir gladyo türü olarak anlamı var. 9 mart cuntası da, tsk ile işbirliğindeki sol gerillacılık ta, görünürde sol, ama aslında batıcıdır. kaldı ki doğu'da batının etkisi, yani çin-hind bölgelerinde batı baharları da rüzgarını hiç eksik etmiyor. demek ki doğu, sanıldığı kadar da doğu değil.
    Cevapla
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat