Yunanistan’ı kimler besledi, kimler büyüttü

  • GİRİŞ13.09.2022 10:55
  • GÜNCELLEME13.09.2022 11:13

Fatih Sultan Mehmet döneminde fethedilen Konstantin’e batının sihir anahtarlarından biridir, tarihin sihirli kapılarını Osmanlıya açan ve açtıran yüce Allah’tan başka kimse değildir. Ancak zamanla yıpranan Osmanlı ve ahali yönetimi, zaman diliminde öngörü ve analiz duyularını kaybetmeye başladığı tarih 1820’li yılara dayanmaktadır. Fatih Sultan Mehmet döneminde Rumların bir çatı altında toplatılması ve bunun sonucunda bütün Ortodoks Hristiyanların bir arada olmasına zemin hazırlanmıştır, bunun sonucunda Yunan veya Roma geleneği kendisini sosyal ve ekonomik olarak güçlendirmiş ve Osmanlı içinde ciddi güç elde ederek Hristiyan gücün oluşumuna katkı sağlamıştır.

Büyük Fatih Gennadios’u Gnadyüs unvanıyla patrik yapmıştır. Bu suretle Rumlar daha başlangıçtan itibaren her türlü din ve hürriyetine sahip olmuşlardır. Devlet yeni topraklar fethettikçe buralardaki Ortodoksları Rum patriğine bağlanmıştır. Böylece Rumlar imparatorluğun sosyal yapısı içinde de diğer unsurlardan farklı ve daha ayrıcalıklı hale getirilip, millet olma unvanı almıştır. Günümüz şartlarında halen birçok batılının Yunanistan’ı beslediği ve büyütmeye devam ettiği görülmektedir.

Rus Çarı’nın yaveri Alexandr İpsilinti’nin Yunanistan’a gelerek, Yunan bağımsızlığını sağlama ve daha sonra Bizans İmparatorluğunu yeniden canlandırma amaçlı Etnik-i Eterya derneğini kurması ile başlayan süreç önü durdurulmayan hata zincirleri devam etmiştir. Yani asıl mesele Osmanlı döneminde Rumlara verilen Ortodoks yapılanma Osmanlıya ciddi bedeler ödetmiştir.

Yunanistan’ın Osmanlı Devleti’ne karşı bağımsızlık için isyanında müdahale sistemi çok ağır bir darbe yemiştir. Metternich sisteminin Osmanlı Devleti’ni desteklemesi gerekirken tamamen batılıların oyunu sonrası Osmanlının yıkım süreçleri filen başlatılmıştır. Metternich sistemi Yunanlıların lehine işlemiştir. Şüphesiz bunda Osmanlı Devleti’nin içindeki Müslüman ve Yunanlıların da Hristiyan olması ağırlıklı bir etken olarak rol oynamıştır. Ve halen yapısal hücreleri coğrafyamızda yaşamlarını devam ettirmektedir.

Bu tarihi notları kaleme aldığımda asıl meseleye gelelim, malum son zamanlarda Yunanistan’ın Türkiye düşmanlığını konuşmaya başladık, oysa düşmanlık tarihimiz tozlu raflarında beklediğini, zaman tünelinde yolculuğumuz yüzleşmek için gün saymaktadır. 1923 Lozan Barış Antlaşması ile Türkiye ve Yunanistan arasında Ege Denizi’nde karşılıklı dengelerin kurulmuş olmasına karşın, bu denge 1930’ların ikinci yarısından itibaren, özellikle Avrupa ve Balkanlar’da bazı ülkelerin değişimci istemlerle ortaya çıkmalarından sonra, hem Türkiye hem de Yunanistan açısından, bazı değişikliklere uğramıştır.

Adalar sorunu, Uşi Antlaşması (18 Ekim 1912): 1911 Eylül’de İtalya Trablusgarp’a saldırması sonucu. İtalya, 12 Adalar’a saldırıp işgal etti. Aynı süreçte, İngilizler ve Fransızlar, Balkan ülkelerini de Osmanlı’ya karşı kışkırttılar. Yunanistan da Midilli’yi işgal etti. İki cepheden kuşatılan Osmanlı, İtalya ile Uşi Antlaşması’nı imzaladı. Bu antlaşma ile Osmanlı, 12 Ada’yı Balkan Savaşı sonuna kadar İtalya’ya bıraktı. Ancak kısa süre sonra başlayan I. Dünya Savaşı’nda Osmanlı ile İtalya’nın karşı karşıya gelmesiyle adalar İtalya’da kaldı.

Altı Büyük Devlet (Almanya, Avusturya-Macaristan, İngiltere, Fransa, İtalya, Rusya), Ege adaları konusundaki ortak kararlarını, 13 Şubat 1914’te Yunanistan’a ve 14 Şubat 1914’te de Türkiye’ye birer nota ile bildirdiler. Karara göre, Gökçeada, Bozcaada ve Meis Adası Türkiye’ye iade edildi. Yunan işgalindeki diğer Ege adaları ise silahlandırılmamak ve askeri amaçlarla kullanmamak şartıyla Yunanistan’a verildi.

Lozan Barış Antlaşması’nın 15. maddesinde Rodos ve 12 Ada’nın bağlı adacıklarından bahsedilirken, Meis için bağlı adacıklardan bahsedilmemiştir. Menteşe Adaları’nın Anadolu’ya çok yakın olması ve Lozan Barış Antlaşması’na göre, aykırı bir hüküm bulunmadıkça Anadolu kıyılarına 3 milden daha yakın adaların Türk egemenliğinde olduğu belirtilmiş olması nedeniyle, İtalya ile Türkiye arasında anlaşmazlıklar ortaya çıkmıştır.

Stalin, 16 Aralık 1941’de Eden ile Moskova’da yaptığı görüşmede; Ege Denizi’nde Yunanistan için önemli olan adalar dışında Rodos ve 12 Ada’nın Türkiye’ye verilmesi gerektiğini söylemiştir. Yunanistan’ın devam eden aşırı yayılma istekleri sonucunda Ege’de egemenlik ihtilafları çok geçmeden meydana çıkmaya başlayacaktır. 1996 yılında meydana gelen “Kardak Krizi”, Ege’deki temel sorunun “egemenlik sorunu” olduğunu açıkça ortaya koyacak ve Türk kamuoyunda Ege sorunları bambaşka boyutlar kazanacaktır. 

Son zamanlarda başkan Erdoğan’ın haklı uyarıları sonucu gerginleşen, Türk-Yunan ilişkileri Ege adalar denizinin suları ısınmaya başlamıştır. 1912 yılından beri sessiz ve sağır olan Türk diplomasi geleneği nihayet cesaret ve azimle biraz toparlanma sürecine girmiştir. Ancak bunun da yeterli olmadığı kanısındayım. Yunanistan’ın kontrolsüz bir denge üzerinden Türk sularına girmesi veya Türkiye’nin ekonomik münhasır alanlarına sıkça izinsiz girmesi, Türk milletini derinden sarsmaktadır. Bu bütün olup bitenlere Yunan ve Rumların anlayacağı dilden bir cevap verilmesi elzemdir. Türkiye’nin egemenlik hakları hiçbir unsur ve defakto duruma kurban edilemez olduğunu, bütün cihanı alem bilmek zorundadır. Vesselam…

YENİ AKİT GAZETESİ

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat