‘Kur’u konuşmayacağız da şimdi neyi konuşacağız?

  • GİRİŞ27.07.2018 09:48
  • GÜNCELLEME27.07.2018 09:48

Tüketimde sınırların aşıldığı, buna karşılık ekmeğe yüzde 15 zammın geldiği, tek kişinin ortalama aylık gıda harcamasının 500 liraya ulaştığı, 4 kişilik bir ailenin geçen yıl Temmuz’da 1497,66 lira olan açlık sınırının bu Temmuz ayında 1738,37 liraya (yüzde 26), yoksulluk sınırının 4878,39 liradan 5662,46 liraya (yüzde 27) çıktığı böyle bir ortamda enflasyonun baş sebebi yüksek borçlanmalara bağlı kur veya döviz riskini konuşmayacağız da neyi konuşacağız?

“Geçim şartları iyileşmiyor” ifadelerinin yer aldığı Türk-İş raporunda, “Uygulanan ekonomik politikalarda gündemi faiz ve döviz kurundaki gelişmeler meşgul ederken, özellikle gıda fiyatlarının mevsim normallerinin üstüne çıkması ve sürekli değişim göstermesi, enflasyona olumsuz yansıyor. Aylık ve ücretlere sonradan gerçekleşen enflasyon farkının verilmesi, başta çalışanlar olmak üzere dar ve sabit gelirli kesimlerin geçim şartlarını iyileştirmeye yetmiyor” söylemine asıl sebep olanın kur yani döviz ve buna bağlı enflasyon ve faizlerdeki artışlar olduğu niçin göz ardı ediliyor?

Bu hususta ilk olarak şu bilinmeli… Ekonomisi tüketime ve borçlanmayla ithalata dayalı bir ülkede kuru tutamazsınız? Dövizdeki fiyat artışlarının sebep olduğu maliyet enflasyonunu, buradan genele yayılan fiyat artışlarını ve yükselen faizleri nasıl engelleyeceksiniz?

“Nasıl olursa olsun borçlarımızı ödüyoruz, cari açığı çeviriyoruz, bütçe açıklarımızı kapatıyoruz” anlayışı, her yıl daha fazla borçlanmayı, daha fazla enflasyonu, daha fazla pahalılık ve daha fazla geçim sıkıntısını doğurmuyor mu? İstediğiniz kadar “Vatandaşı enflasyona ezdirmiyoruz” deyin… Zirâ vatandaşı enflasyona ezdirmemek için yapılan her hamle, ardından daha yüksek bir enflasyon dalgasını ortaya çıkarmıyor mu?

Konuyla ilgili “Türkiye niçin bu kadar borçlanıyor?” şeklinde çok fazla soru alıyoruz… Nedeni büyüme iştahı ve hırsıyla oluşan bâdireler… Bu bâdirelere bağlı olarak şirketlerin enflasyon endişeleriyle Türk Lirası yerine döviz cinsinden borçlanması ve ithalata yüklenmesi dış borç stokunu büyütüyor… Hele enflasyonu düşürme maksadıyla ithalatı köpürtmeler akıl alacak gibi değil. Bu durum da cari açığı olumsuz yönde baskılıyor… Cari açıktaki olumsuzluklar kur ve kur riskini yükseltirken kur da enflasyonu ve faizleri yukarı çekiyor…

***

Gidişatla ilgili ikinci olumsuz husus, günümüze kadar Türkiye, Kemal Derviş’in üzerine yeni bir ekonomi programı yazamamış olması!

2002 yılı öncesini hatırlamaya çalışıyorum… Türkiye’nin siyasi ve ekonomik yönden bunaldığı o günlerde siyasi irade, mal bulmuş mağribi gibi “Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı” adında bir planı yürürlüğe koymuştu. Programı ünlü Kemal Derviş hazırlamıştı…

Para politikası ve mali politikada disiplin… Bugün buna sıkılaştırma diyorlar… Tavizsiz bir denetim… Merkez Bankası ve bankalar başta olmak üzere, piyasalar ve ekonomik kurumlara dayalı bir sistem… Türk ekonomisinin para kaynağı piyasaların kurallarına uygunluk, programın ana temellerini oluşturuyordu. Özetle piyasaları merkeze alan bir sistemdi… Çünkü ülkeye para lazımdı… Hatta o dönemde kredi diliminin serbest bırakılması için IMF ile yaşanan “Telekom krizi” evlere şenlikti…

Kemal Derviş programı aslında bir IMF planıydı ve acı reçeteydi… Tabi o günlerde IMF’ye verilmiş sözler de vardı. Halka acı ilaç içirilecekti… “Güvensizlik” denildi, “Başbakanlık sorunu var” denildi… Program gerektiği şekilde uygulanamadı. Neticede koalisyon hükümeti acı reçeteyi göze alamadı ama erken seçim kararı aldı…

Koalisyon ortaklarından MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, 2002 yılındaki bir röportajında tâ o zamanlar, erken seçim olsa da yeni hükümetler tarafından “Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı”nın tavizsiz şekilde uygulanmasının Türkiye için mecburi istikamet olduğunu ifade etmişti…

***

2002 yılında AK Parti iktidara geldi. 16 yıllık iktidar, son seçimleri de Devlet Bahçeli desteğiyle kazandı. Maalesef AK Parti bu zamana kadar kendine has esaslı bir ekonomi programı oluşturamadı ve orası burasıyla oynayarak Kemal Derviş politikalarıyla yıllarca idare etti.

Her neyse, uygulanan politikalar sonucu ortaya çıkan kur riski, para bulmada yüksek enflasyonla gelen vadelerdeki kısalık ve fonlama maliyetlerindeki artışlar sebebiyle reel kesimi oldukça yoruyor, yatırım yapmada isteksiz hale getiriyor. Enflasyonun yanında, işsizliğin sebebi de aynı bela…

Bakınız, bugünlerde sıcak bir gelişme ile karşı karşıya kaldık… Serbest ticaret konusunda ABD ile Avrupa Birliği arasındaki buzların çözülmesi ve küresel ticaret savaşlarındaki tavsama elbette Türkiye’nin faydasına… Ancak bu fayda üretebilen, kalite ortaya koyabilen ülkeler arasında ilişkilerini artırmış, borcunu azaltabilmiş, finans sıkıntısı çekmeyen bir Türkiye için geçerli…

Bugün yeni kabine tarafından Kemal Derviş ve ekibinin hazırladığı “Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı”na benzer yeni bir Orta Vadeli Program (OVP) hazırlanıyor… Program Eylül ayında açıklanacak. Yıllardır tüketime alıştırılmış bu millete; acı reçete mi sunulacak, acı ilaç mı içirilecek yoksa klasik veya neoklasik kaynak bulma yolları mı denenecek, Ortodoks politikalar mı ağır basacak, orasını henüz tam olarak bilemiyoruz. Ancak bildiğimiz tek şey var, vatandaş 2002 yılı öncesi yıllara dönmek, hele hele IMF direktörlerini hiç görmek istemiyor!

Demek istediğim o ki, yeni OVP, Kemal Derviş’in “Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı”ndan daha farklı ve üstün yepyeni bir program olmalı. Ekonominin acil bekleyen sorunlarını hemen çözebilmeli ve “Üçkâğıt ekonomisi”ne asla fırsat vermemeli… 

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat