Hukuk imzacı akademisyenlerin yapay gerçekliğine teslim olamaz

  • GİRİŞ01.08.2019 10:50
  • GÜNCELLEME01.08.2019 10:50

“Ankara’da hukukçular da varmış”, sıradan taraftar aceleciliği ile söylenmiş cümlelerden biridir ve ne yazık ki sahici sorunlara karşı entelektüel ve bürokrat yabancılaşmasının kutsanması anlamına gelmektedir. Anayasa Mahkemesi bir defa daha kaosa yol açacak bir karara imza atarak zihinsel bölünmüşlük örneği sergilemiştir.

Bu son karar, kendine yabancılaşmanın ve sorunlara başkalarının gözüyle bakmanın tescilidir. En iyi ihtimalle mahkeme üyelerinden bazılarının, olanı dikkate almaksızın soyut hukukî ilkelere istinat ederek karar verdikleri anlaşılıyor. Böyle bir yaklaşım kesinlikle yeni durumları anlamak ve tanımlamak için yeterli olmayacaktır. Hukuk yeni durumları tanımlamakla da yükümlüdür. İçtihat müessesi de bunun için vardır. Biz bu ülkede yıllarca “içtihat kapısının kapalı olması” gibi bir yargı ile yüzlerce yıllık tarihi değerlendirdik. Bununla kastedilen İslam âlimlerinin zamanın gelişmeleri karşısında çözüm üretememiş olmasıydı. Anayasa Mahkemesi’nin son kararını da bu çerçevede ele almak gerekir.

Olanı gözden uzak tutamayız. Bu topraklara karşı en büyük haksızlığı milletin sorunlarına uzaklaşarak yaparız. Hukukun da böyle bir lüksü yoktur. Bu ülkenin gördüğü en büyük ihanetlerden biri 15 Temmuz 2016’da yaşandı. Eğer Türkiye, bu meseleyi zamanında, emperyalizm ve sömürge siyaseti çerçevesinde ele alabilmiş olsaydı, FETÖ konusunda yaşanan kafa karışıklığı söz konusu bile olamazdı. Nitekim 15 Temmuz’dan sonra dahi eşi görülmemiş büyüklükteki bu hadise mağduriyetler çerçevesine sıkıştırılmıştır. Türkiye’de böylesi bir olay daha önce yaşanılmış değildi. Aynı şekilde 15 Temmuz benzeri bir hadisenin dünyada da örneği yoktur. Eğer böyle bir örnek yok ise sürecin mevcut hukukî teamüllere göre analiz edilmesi bizi doğru sonuçlara ulaştırmayacaktır. Yeni bir yorum gerekiyordu. Mesele suça bulaşmış kimselerin ne kadar ceza alacaklarının çok ötesindedir. Yeni dinî hareketler bağlamında ele alınması gerekli bir örgüt, emperyalistler adına kendi ülkesini işgal etmeye kalkıyor. Bunun hangi hukukta yeri var, ona göre yeni bir tanımlama yapılsın. Eğer örneği yok ise ona göre yeni içtihatlar oluşturulsun.

İmzacı akademisyenler için de benzer bir durum geçerlidir. 2015 ve 2016 hendek olayları sadece Güneydoğu Anadolu Bölgesi şartları göz önünde bulundurularak anlaşılamaz. 2015’te Ankara’nın uzun zamandır birtakım haklar çerçevesinde yürüttüğü siyaset çökmüş, emperyalist ilişkiler içinde hareket eden örgüt (PKK) Türkiye’nin bizatihi varlığına karşı savaşa girmişti. Örgütün haklar çerçevesinde hareket etmediği anlaşılmıştı. Eğer konu siyasî haklar çerçevesinde dâhil olsaydı zemin çok müsaitti. Suriye’nin kuzeyinde devlet oluşturma faaliyetlerinde görüldüğü gibi Amerika gibi yabancı ülkelerin bölge üzerindeki tasarruflarının doğrudan sonucu olan bir durumla karşı karşıyaydık. Örgüt Türkiye içinde devletleşme sürecini başlatmıştı. Aylarca devam eden fiilî saldırıya rağmen akademisyenler PKK tezlerini dile getiren bir metne imza atarak Türkiye Cumhuriyeti’ni durdurmak istediler. Anayasa Mahkemesi’nin kararını bu şartlarda değerlendirmek gerekir.

2013’te başlayan içeriden işgal girişimlerini çok önemsemeliyiz. İşgal girişimlerine karşı tavır almak sadece belli siyasîlerin ve askerin görevi olmamalı. Eş zamanlı olarak bölgesel baskıların arttığını ve küresel değişimlerin hızlandığını da görmemiz gerekir. Hukuk gerçekliğe gözlerini kapatamaz. Amerika’nın bölgedeki varlığı ve askerî hareketleri siyasî bir tartışma konusu olmanın çok ötesindedir. Akademisyenler yarattıkları yapay gerçeklik alanına teslim olarak ülke, bölge ve küresel gerçekliğe sırtını dönmüştü. Türkiye Cumhuriyeti’ni mutlak kötü, PKK iddialarını mutlak iyi kategorisine yerleştirerek fikir beyan etmenin liberal demokrasi çerçevesinde üretilen kavramlarla tanımlanamayacağı açıktır. Ne yazık ki Anayasa Mahkemesi’nin bazı üyeleri de zikredilen akademisyenlerin yapay gerçekliğine teslim oldu.

Bu ülkede yıllarca FETÖ gerçek kimliği ile tartışılmadı. Lanetli yapı 1991 gibi son derece geç bir tarihte bile kendini tamamen açık etmiş, emperyalizmin hizmetinde olduğunu göstermişti. Bu ülkenin aydınları PKK’yı da gerçek kimliği ile tartışmaktan imtina etti. Marksistler bağımsızlık mücadelesi olarak gördüğü için PKK’nın Amerika ve İsrail ile ilişkilerini onayladı. FETÖ’nün Amerika ile ilişkisi de biliniyordu. Buna rağmen her iki lanetli yapının yabancı istihbarat örgütleri ile nereye varmak istediği konusu layıkıyla ele alınamadı. Eğer fikrî bir baskı olsaydı durum çok farklı olurdu. Bunu da aydınların Türkiye ve bölge gerçekliğinden kopuşu, yapay gerçekliklere teslim oluşu diye tanımlayabiliriz. Hukukun böyle bir gerçeklikten kopuşa hakkı yoktur.

YENİ ŞAFAK GAZETESİ

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat