Bu toprakların acısına da yabancılaşmışlar

  • GİRİŞ12.09.2019 11:07
  • GÜNCELLEME12.09.2019 11:07

Birkaç yıl öncesine kadar İzmir’de milliyetçiliğin yükselişinden bahsedilir, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerindeki olaylara karşı en sert tepkilerin bu şehirde görüldüğü vurgulanırdı.

Haksız da sayılmazlardı, bazı semtlerde seçim konvoylarına saldırılar düzenlendiğini bile gördük. Ama izahı zor birçok ayrıntı ile boğuşmak gerekiyordu, eğer konuyu açıklığa kavuşturmak gibi bir niyet varsa. Teröre destek verdikleri gerekçesiyle görevden el çektirilen belediye başkanlarını Karaburun’da, İzmir Belediyesi tarafından düzenlendiği anlaşılan bir etkinlikte sloganlar eşliğinde ağırlamanın siyasî bir bedeli olabilirdi. Saldırıların belli semtlerle sınırlı kalması yaygın bir davranış değildi. Yine toplumsal mühendislik örneği yaşıyorduk. İzmir’de milliyetçiliğin yükselmesi gibi siyasî bir gelişmeden bahsedilemezdi. Öyle olsaydı yeni başkanın temkinli olması gerekirdi.

Aradan bir zaman geçtikten sonra CHP’li bir vekilin İzmir’in bağımsızlığından söz etmesi, gazetelere konu olsa da Kafkasya’nın çiçeklerini İzmir dağlarında aramaya alışmış İzmirlilerin gündemine girmedi. “Devlet” kavramı her tarafından çekiştirildiği için üzerinde anlaşma sağlamak mümkün olmuyor. Diyarbakırlı anneler, oğullarının, HDP ve PKK tarafından teröre sürüklendiğini söyleyerek “eylemsellik içine giriyor” ama İstanbul ve İzmir’in çiçeği burnunda başkanları, devlet tarafından görevden uzaklaştırılan belediye başkanları ile birlikte olmayı tercih ediyor. Bu durum “devlet” kavramıyla ilgili sağlıklı bir fikre sahip olunmadığını gösterir. CHP başkanı Doğu Akdeniz’deki gelişmelerle ilgili “Amerika orada, Yunanistan orada (…) bir tek devlet yok” dediğinde de “devlet” kavramı ile olan muhaliflik ilişkisini ortaya sermişti. Klasik sol sözlüğünde devlet kavramı birçok olumsuz manayı içerir. Marjinal örgütlerin dilinin özümsendiğini, basit bir dil sürçmesinin söz konusu olmadığını söyleyebiliriz. Zihin dünyasında birileriyle kavga ediyor ama kavga ettikleri kesinlikle Amerika ve Yunanistan değil.

Muhaliflik kendi başına “devlet” hakkında sorunlu bir dil üretmeyebilirdi. Fakat PKK, FETÖ ve diğer örgütlerin açık faaliyetleri söz konusu olunca “devlet”i mutlak kötü kategorisine yerleştirmek sadece sorunlu bir dile işaret etmez. Bu durumu hukuk ve psikoloji sahasının kavramlarıyla da izah edemeyiz. Muhalifliğin ötesine geçilmiştir. PKK ve FETÖ dilinin benimsenmesi Diyarbakır’daki annelerin evlat acısını görmezden gelmeyi gerektirir. Örgütlü bir yaklaşıma teslim olduklarını söyleyebiliriz. Devlet ve terör örgütleri arasında bir karşılaştırma yapıldığı ve terör örgütlerinin dilinin benimsendiği aşikâr. Muhafazakârlar da benzer bir dili benimsemektedir.

Devletin kendini anlatamama gibi bir sorunu olabilir. Fakat bundan daha önce “devlet”i mutlak kötü kategorisine yerleştiren zihin dünyasının sorunlarına eğilmek gerekir. Anadolu coğrafyasının “devlet” hakkında çok güçlü fikirler ürettiği malumdur. Haçlı Seferleri ve Moğol İstilası dirlik ve düzeni bozdu fakat gelenek çok güçlü bir devlet anlayışını inşa etti. Emperyalizm de modern zamanlarda dirlik ve düzeni sarstı. Fakat bu kez münevverlerin, aydınların yeni bir dil üretemediği gerçeği ile yüzleşiyoruz. Bunun yeni bir dil üretememekle sınırlı kalmadığını, yeni bir sorun alanının oluştuğunu görmemiz gerekiyor. Devlet ve terör örgütleri arasında bir tercih yapan aydın, bununla “devlet” kavramı hakkında kendine özgü bir fikre ulaşamadığını göstermiş olur. Bu zihnin de yönlendirmelere açık olduğunu kabul etmemiz gerekir.

FETÖ’nün ortaya çıkışının birtakım yanlış uygulamalarla izah edilmesi yanlıştı. Hiçbir gerekçe uluslararası istihbarat örgütleriyle irtibatlı olmayı meşrulaştıramaz. Muhalif olmanın gayr-i meşru bir tarafı yoktur. Muhalif olan haklı davasının bedelini öder. Onu kahraman yapan da haklı davası uğruna gösterdiği gayrettir. Fakat yabancı devletlerin istihbarat ağına takılan muhalifin, herhangi bir meşruiyet zemini kalmamıştır. Eğer gönüllü bir üyelik söz konusu ise konu gerçekten hukukun alanına girer. Hiçbir başarı onu kahraman yapamaz. Eğer gerekçelerle yetinseydik görevden el çektirilmiş belediye başkanlarını Karaburun’da ağırlamak meşru bir davranış olurdu. Diyarbakırlı anaların acılarına sırtını dönen bir sanatçı, bu toprakların hangi bilinmezine ışık tutabilir? Onun ürettiği sanat, bu toprakların hangi acısını dindirebilir?

Sadece ülkeye, millete, devlete, kültüre, tarihe değil; bu toprakların acısına da yabancılaşmış bir aydından, siyasetçiden bahsediyoruz.

YENİ ŞAFAK AGZETESİ

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat