Korkak şiddeti!..

.

  • GİRİŞ29.11.2022 08:27
  • GÜNCELLEME29.11.2022 08:27

“Şiddet uygulayan kişiler korkak kişilerdir. Bağırarak, vurarak ‘Ben varım, ben güçlüyüm’ mesajını vermeye çalışırlar. Şiddet uygulayan kişilerin özgüvenleri yoktur. Medeni insanlar haklarını şiddete başvurmadan, ikna yöntemini kullanarak almaya çalışırlar.”

Uzmanların işaret ettikleri bu “korkak” tiplerin şiddet gösterileri hepimizin sinirlerini bozuyor.

Son birkaç günde, köpeklerin hunharca öldürülmesinden, bir maçta seyircilerin birbirlerini patlayıcı maddelerle hastanelik etmesine ve bu sırada sahaya atlayan bir herifin yerden söktüğü bayrak direğiyle arkası dönük kaleciye defalarca vurmasına kadar birçok şiddet görüntüsü izledik.

İşte…

O herif, kaleciyi öldürmeye teşebbüs etti resmen.

Boyu yetseydi, kafasına kafasına indirecek ve öldürecekti!

Yerlerde sürüklenerek dövülen kadınlar, bir eğlence yerinin valeleri tarafından koca koca sopalarla öldüresiye dövülen gençler…

Sahipsiz köpeklerin parçaladığı insanlarımız…

Ve toplumdaki korkunç duyarsızlık hâli!

*

Evet, bu saldırgan tipler fena halde korkaklar.

Güçsüz gördüklerini hedef alıyor, kalabalığa karışarak ölümcül maddeler fırlatıyor, elinde hiçbir savunma malzemesi bulunmayan gence arkadan yaklaşarak sopayı indiriyor, “ kana susamış sürüler” gibi hep birlikte saldırıyorlar.

Ellerindeki sopalar, tabancalar, aralarında kayboldukları kalabalıklar güven veriyor onlara.

Kaybettikleri özgüvenlerini şiddet eylemlerinde arıyorlar!

*

Özgüven meselesi…

“Savunma sporlarından” birinde uzmanlaşmış, karşısındakini bir hamleyle etkisiz hale getirebilecek kadar ustalaşmış insanlara bakın…

Onunla bununla çatışmak için fırsat aramazlar.

Kimseye saldırmazlar.

Birileri bulaştığında, mümkün olduğunca alttan alarak bölgeden uzaklaşmaya çalışırlar.

İyice üzerlerine geliniyorsa eğer, kaşınanları “savunma” yöntemleriyle etkisiz hale getirirler.

Onların küfürler yağdırdıklarını, ona buna bağırıp çağırdıklarını da pek göremezsiniz.

Sâkin, saygılı ve özgüvenlidirler.

*

Bu özgüven meselesi çok mühim.

Çocuğu özgüvenini örselemeden büyütmek…

Bizler, iyi niyetle çok fazla müdahale ediyoruz çocuklarımıza.

“Şunu yapma, bunu yapma”larımız çok fazla oluyor.

İyi niyetle “aşırı baskı” uyguluyoruz.

Bunu yaparken de, çoğu zaman “tehdit dili”ni kullanıyoruz.

“Bacaklarını kırarım!”dan “ağzına biber sürerim!”e…

“Böyle yaparsan seni sevmem!”den, “Sen yaramazlık yaparsan ben hastalanırım. Ben hastalanırsam sana kim bakar?”a kadar nice “tehdidi” yağdırıyoruz “iyi niyetle”.

Böyle yapa yaparak çocuğu, “pasif”, “çekingen”, “özgüveni kırık” bir insan haline getiriyoruz.

Yeteneklerini kullanamayan, etrafa ve kendine güven duymayan, “şahsiyetleri ezilmiş” ve eğitim mekanizmalarının da büyük katkısıyla “tektipleşmiş insanlar”, yaşadıklarını çeşitli şekillerde yansıtıyorlar etraflarına.

Kimileri içine kapanıyor, asosyal hale geliyor, kokmaz bulaşmaz tipler olarak yaşıyor, gidiyor…

Kimileri, “güçlü” gördüğü kişilerin boyunduruğuna giriyor, “birilerinin adamı” olmanın sağladığı suni “güvenle” yaşıyor.

Sığındığı kimsenin ya da grubun gözüne girmek ya da gözünden düşmemek için her türlü gayreti gösteriyor.

Kimileri, işte;

“fanatik kulüp taraftarlığı”nda buluyor “Ben de varım” diyebilmenin çaresini.

O renkler altında anlamlı hale geliyor kendince, topluluğun bir parçası olmak suretiyle bir “kimlik” sahibi oluyor…

Kan rengini bile değiştiriyor o yolda, o kulübün renkleri hangi renklerse, kanı da aynen öyle akar hale geliyor!

Bu “yapay kimliği” kaybetmemek için kalbindeki bütün güzellikleri bastırıyor.

Adaleti, merhameti, hamiyeti…

Bu “yapay kimlik”, “Doğru olan ait olduğun yerin menfaatine olandır!” diye sesleniyor kendisine.

Ve, amaca giden her yol meşrudur!

*

Ben böyle “Çocuk büyütürken verdiğimiz yanlış mesajlardan ve acı neticelerden” bahsedince…

Konu üzerine kafa yoran bir arkadaşımız,

“Sosyal medya ve televizyonlar üzerinden verilen subliminal mesajları unutmayın.” diye tamamlıyor.

Şiddete özendiren bilgisayar oyunlarından, “en muhafazakâr” kanallarda bile görülen örtük “şiddet ve cinsel yönelim” mesajlarından bahsediyor arkadaşımız.

Bunların organize işler olduğu şüphe götürmez…

Nasıl şüphe götürsün ki, “eşcinsellik propagandası”nın dozu arttıkça, çizgi filmlerdeki “renkler” de farklılaşıyor…

Ve küçücük çocuk karşınıza, “İlle de kadın ya da erkek olmak gerekmez. Herkes cinsiyetini seçmekte özgürdür!” cümlesiyle çıkıveriyor.

Ne güzel bir kavram değil mi, “özgürlük.”

O kadar ki, “teröre” bile “özgürlük” isteyebiliyor koca koca etiketli tipler!

Dert bir değil ki, elvan elvan…

Bazı televizyon programlarında, özellikle de bazı “sabah kuşağı” programlarında sürekli olarak “boşanma” vurgusunun yapılmasının sebebi ne olabilir?

Ya da, bitmez tükenmez “DNA testi” uygulamalarının sebebi ne olabilir?

“Kanıksatma” çabası, tekrar ede ede normalleştirme!

*

Yukarılarda bir yerlerde “savunma sporlarında uzmanlaşmış” kişilerin özgüvenlerinden bahsetmiştik.

Okumaya meraklı, elinden kitap düşürmeyen insanlar da genellikle şiddetten uzak dururlar.

Gereksiz kavgalara pek girmezler.

Öyle ortamlardan hızla uzaklaşırlar.

Onları, vatandaşın ambulansını, itfaiye aracını yakan, deviren taşlayan “vandallar” arasında görmezsiniz.

Sesini mümkün olduğunca yükselterek ona buna küfür yağdıran tiplerle alâkaları yoktur.

Böyle tiplerden biriyle karşılaştıklarında hemen yüzleri asılır ve hemen o ortamdan uzaklaşmaya çalışırlar.

***

Aile Huzursuz, Toplum Huzursuz!

Şiddete eğilimli insanların büyük bir bölümünün maalesef “parçalanmış” ailelerden çıktığını görüyoruz.

Sürekli olarak hırgürle yaşayan çiftlerin çocukları da, hak elde etmenin tek yolunun şiddetten geçtiği “örtük telkini”yle büyüyorlar.

Bazı odakların, özellikle de femi-faşistlerin niçin özellikle aileyi hedef aldıklarını, etkiledikleri politikacılara niçin “aile yıkan düzenlemeler” yaptırdıklarını çok iyi bilirsiniz.

Aile yoksa huzur da yok.

Aile huzurlu değilse, toplumda şiddet çok!

*

Yazıyı bitiriyoruz yavaş yavaş…

Şiddet, vandallık, hoyratlık görüntüleri gittikçe artıyor.

Bu sırf “sosyal medyanın ve televizyonların etkisiyle görünürlük arttığı için” böyle değil, gerçekten de tırmanıyor şiddet.

Sokağa, caddeye çıktığımızda “şiddet tablosuyla” karşı karşıya kalma ihtimalimiz artıyor.

Sokaklarda “sahipsiz bırakılmış” köpekler parçalayabilir bizleri, iki ayaklı vandallardan oluşan sürülerin de hedefi olabiliriz ya da olan birilerini görebiliriz.

Biz değilsek de, yakın çevremizden birileri son bir birkaç ay içinde mutlaka şiddete maruz kalmıştır.

Psikolojik şiddet gırla, ondan bahsetmiyoruz bile artık.

Fiziki şiddetten, hayatımızı tehdit eden şiddetten bahsediyoruz…

Bir de şurası var:

Bir insanı ellerindeki sopalarla öldüresiye darp eden insanların “çıkarıldıkları mahkeme tarafından serbest bırakıldıklarını” belirten birçok haberi bulabilirsiniz küçük bir internet araştırmasıyla.

Kafa parçalayan tipler, ellerini kollarını sallayarak aramızda dolaşabiliyorlar demek ki!..

*

Maalesef öğretmen-öğrenciler, işçiler- patronlar, amirler-memurlar, doktorlar-hastalar, çocuklar-büyükler, yaşlılar -gençler, kadınlar-erkekler…

Hemen herkes hedef haline gelmiş durumda.

Herkesin hedef haline gelmişse eğer, Allah korusun işler bambaşka yerlere gider!..

*

“Yetkililer bu gidişe bir an evvel el atmalı” gibi “içi boş” bir çağrıyla bitirecek değilim yazıyı.

Bizler el atlamalıyız bu gidişe.

Güzel bir faaliyet alanına iyice yoğunlaşmak, kitap okumaya ağırlık vermek, “kalbimizin sesini dinlemek”…

Çocuklarımızı “tehdit” etmekten, onların özgüvenlerini örseleyip durmaktan vazgeçmek…

Televizyondan, sosyal medyadan mümkün olduğunca (ve tabii kırmadan, dökmeden) “uzak” tutmak.

Empati yapmak;

Bugün zulmettiğimiz insana bir gün ”muhtaç hale” gelebileceğimizi unutmamak!..

Büyüttüğümüz şiddetin bir gün bizi de hedef alacağını unutmamak!

Kendimize daha fazla değer vermek!

Ve…

Elbette…

Kalbimizi günde en az beş kere ziyaret etmek!

MİLAT

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat