Fenerbahçe, Politika ve Mourinho
- GİRİŞ20.05.2025 08:52
- GÜNCELLEME20.05.2025 08:52
“Aziz Yıldırım’ın gitmesi Recep Tayyip Erdoğan’ın da gidişini müjdeleyen bir gelişmedir!”
Ali Koç, koltuğu ele geçirince birileri böyle demedi mi?
Dedi.
“Aziz Yıldırım’ın 20 yıllık saltanatı bitti, sıra Recep Tayyip Erdoğan’ın saltanatını bitirmekte!” demedi mi?
Dedi.
Ben,
“Arkadaşlar yapmayın etmeyin, futbolla politika arasında böylesine tuhaf bağlantılar kurmayın, Fenerbahçe’yi politikaya alet etmeyin!” demedim mi?
Dedim.
Fenerbahçe tribünlerinden “Hükümet istifa, hükümet istifa!” sloganları atıldığında…
“Yirmi sene oldu istifa ulan!” diye ortalık inletildiğinde…
Ali Koç,
“Ben tribünlerde hiçbir şekilde siyasi söylem, slogan olmasını istemiyorum.
Ama hakaret küfür olmayan tezahüratlar olursa ben SAYGI duymak zorundayım.” demedi mi?
Dedi.
Ben,
“Fenerbahçe taraftarının ‘Hükümet İstifa’ sloganını atması çok yanlış.
Bir başka kulübün taraftarı da ‘Kılıçdaroğlu istifa!’ diye bağırırsa o da yanlış olur.
Sayın Koç, politik tezahüratlara saygı duyduğunuzu söylememeliydiniz. Böyle yaparsanız Camia’nın birlik ve beraberliğine zarar verirsiniz…” demedim mi?
Dedim.
*
Bir Kulübün büyük ve süreklilik arz eden başarılara ulaşabilmesinin olmazsa olmazlarından biri de Camia’nın bütünlüğünü sağlayabilmektir.
Fenerbahçe’nin “haksızlığa” uğradığını, bir “yapı” tarafından önünün kesildiğini söylediğinizde mesela…
Camia’dan tam teşekküllü destek beklersiniz.
Benim gördüğüm kadarıyla taraftarlar bu konuda fazla da ısrarlı olmadı.
Yani, “yapı” meselesi üzerinde o kadar da durmadı.
Öyle olsaydı…
Şampiyonluğun bu sefer de kaçmasından sadece “yapı” sorumlu tutulurdu.
Tribünler, galibiyet golünden sonra bile “Yönetim istifa” sloganını atmazdı.
Hemen bütün Fenerbahçeli yorumcular da, “Mourinho’nun başarısızlığına” vurgu yapmazdı.
Öyle ya, mesele salt “yapı” meselesiyse…
Ne yapabilir ki
The Special One Efendi?
*
Mutlaka siz de görüyorsunuzdur;
Ali Koç döneminde Camia’nın heyecanında, motivasyonunda büyük sıkıntılar var.
Aziz Yıldırım zamanında durum böyle değildi, şampiyonluk gelse de kaçsa da heyecanlıydı Camia.
Bugün karşımızda “derbi” kazanamayan, hem Galatasaray’a hem Beşiktaş’a “teslimiyet kıvamlı” oyunlardan sonra yenilen bir Fenerbahçe duruyor.
Mağlubiyetleri adeta peşinen kabullenen bir Fenerbahçe.
Aziz Yıldırım döneminde, hele kendi evindeki derbilerin net favorisiydi Fenerbahçe.
Sonra sonra…
Bir şeyler oldu.
İlgi dağıldı.
İlginin bir kısmı günlük politikaya kaydı.
*
Fenerbahçe’nin bu sezonki hayal kırıklığını sadece “politika işlerine bu kadar bulaşmaya” bağlıyor değilim.
Bu tür işlerden uzak durulması gerektiğini söylüyorum yalnızca.
Bir ara Galatasaray tribünleri böyle şeyler yaptı, o da yanlıştı.
Sen çatır çatır oyununu oyna, dosta düşmana bunu göster.
Kafanı sadece işine yoğunlaştır.
Öğretmenlerimden biri, hak ettiğim notları alamadığım için şikâyetçi olduğumda,
“Oğlum bak, eğer 10’luk ya da 9’luk kâğıt verirsen hiçbir öğretmen tutup da beş altı vermez, veremez.
Aldığın not dört, beş ya da altıysa, hiç ses etme.
Yedi ise ve daha fazlasını hak ettiğine inanıyorsan, itirazını yap!” demişti.
Önce sen kendinden emin olacaksın.
Yaptığın işi beğeneceksin.
Sonrasında haksızlığa uğrarsan bunu hemen herkes görür.
Sen işine yoğunlaşmaz, ilgi alanlarını dağıtırsan…
Odaklanma problemi yaşarsan…
Dağılırsın!
Bu durum senin haksızlıklara uğramadığın anlamına gelmez.
Sadece, iddialarını hakkıyla savunabilecek kadar azim, kararlılık, birlik ve bütünlük havasını oluşturamadığını gösterir.
Ben, futbol dünyasından da bazı “dersler” çıkartmaya çalışıyorum.
Yoksa, bu alanla o kadar da yakından ilgilendiğim söylenemez.
Bir dostumuz, “Futbol taraftarı kadar istismar edilen yoktur. Hiçbir kârı olmaz, parasını zamanını, enerjisini boşa harcar. Dayak yer, ıslanır, üşür… Bazı uyanıklar da onlar sayesinde milyarları götürür.” diyor.
Doğrusu, eski halime baktığımda, kendimi “keriz” yerine konmuş hissediyor ve dostuma epeyce hak veriyorum.
Bu işlere “koyu taraftarlık” düzeyinde meraklıydım.
Fenerbahçe’yi tutardım.
Zamanla futbol dünyasını göz ucuyla izlemeye başladım.
Fenerbahçeliliğimin bir bölümü mazide kaldı ama hâlâ bir şeyler kalmış olmalı ki Fener’in galip gelmesini istiyorum ve tabii şampiyon olmasını.
Hele, böyle, yıllarca Galatasaray’ın ardından ikinci olması da biraz sıkmıyor değil canımı.
Biraz ama, çok değil.
Eski halimde olsaydım, “Yönetim İstifa, Yönetim İstifa!” diye slogan atanlar arasında yer alırdım herhalde.
Galatasaraylı arkadaşlarla karşılaşmamak için de eve kapanabilirdim birkaç günlüğüne.
Dedim ya,
futbol dünyasını daha çok “dersler” çıkarmak, çıkarttığım dersleri aktarmak için takip ediyorum.
Mesela, bir ders:
Bizim dünyamızda “yabancı hayranlığı” ağır mı basıyor acaba?
Görev üstlendiği her dönemde başarılı olan, Fenerbahçe’de geçen yıl kulüp tarihinin puan rekorunu kırdıran, oynattığı futbolla taraflı tarafsız herkesin beğenisini kazanan İsmail Kartal’a ne kadar ilgi gösterildi?
Kıymeti ne kadar bilindi?
Garibim İsmail Kartal, o sâkin haliyle basın mensuplarının her sorusunu cevaplandırmaya çalışır, sürekli olarak hesap verirdi hatırlarsınız.
Mourinho ise “kral” edasında.
Bizim gazetecileri küçümsedikçe küçümsüyor.
Yayıncı kuruluş muhabirinin, “Birçok eksiği olan Kayserispor’dan 3 gol yediniz, sebebi nedir?” sorusuna cevap vermek yerine…
“Sizin amacınız nedir?!” diye fırçalıyor mesela.
Böyle şeyleri defalarca yapıyor ama bizim “basın mensupları” nedense bu tavırlara tepki göstermiyor.
“Bizim size gösterdiğimiz kadar siz de bize saygı göstermek zorundasınız Sayın Mourinho!” diyemiyor.
Yerli teknik direktörlerden biri, hele bu kadar başarısız olmuşken böyle tavırlar içine girseydi, demediklerini bırakmazlardı herhalde.
Dahası, yönetim de o teknik direktörü kırk kere kovmuş olurdu sezonun bitmesini beklemeden.
Son yirmi yıla baktım;
Şampiyonlukların tamamını “yerli teknik direktörler” kazanmış.
Fenerbahçe’nin uzun yıllar evvel elde ettiği şampiyonlukta da “yerli teknik direktör” imzası var.
Milli Takımımızın ve kulüplerimizin uluslararası platformlardaki büyük başarıları da genellikle “bizimkiler”den gelmiş durumda.
Amma velâkin itibardan da, paradan da, hoşgörüden de, tahammülden de aslan payını alan yabancılar!
*
Bilhassa “Avrupalı” yabancılara “hayranlık” mı duyuyoruz ne?
Teknik direktörün yabancısı, futbolcunun yabancısı, hakemin bile yabancısı…
İlle de yabancı olsun, ister çamurdan olsun!
Serdar Arseven / Haber7
Yorumlar50