Cami imamlarımız da çok dertli!
- GİRİŞ08.06.2025 09:33
- GÜNCELLEME08.06.2025 09:33
Bayram namazından sonra köy odasında toplandık.
Muhtar Bey’in ikramları vardı; börek, poğaça, çay…
Yaklaşık seksen kişi; üçerli, dörderli gruplar halinde sohbet ediyordu.
Yanımdaki Beyefendi’ye, “Köylüler birbirlerini tanıyor mu?” diye sordum.
“Biz eski kuşaklar birbirlerimizi tanıyoruz elbette.” dedi ve ekledi:
“Şuradaki çocukları tanımıyoruz ama… Onların babalarını da tanımıyoruz. Ancak babalarının babalarını tanıyoruz. Buraya gelip gidiyorlar, bu köylüler ama çoğu birbirini hiç tanımıyor.”
Yani…
Anadolu’nun en güzel köyleri; kışın sadece birkaç küçük ailenin yaşadığı, yazın ise kökü oralarda olanların gezmek, tozmak, hava almak için gittiği yerler.
O kadar ki rahmetlilerin mezarları bile ziyaret edilmiyor pek, genç kuşaklar tarafından.
Köyleri terk ettik, böyle “yazlık” olarak kullanıyoruz artık.
Ben, Kastamonu’nun bir köyüne ilk defa gittiğimde, yaşlılar hemen “Kimlerdensin, nesin, necisin?” diye sormuş, bir güzel ifademi almışlardı.
Ondan sonra da, bir “delikanlı” olarak yaşlıların sohbetlerine katılmış, o köylülerden biri olmuştum.
Şimdilerde yaşlılar gençlerden, gençler yaşlılardan uzak duruyor.
Kuşaklar kopmuş, ne hazin şey!
***
Yine de gelenekten izler var buralarda.
Bayram namazının edasından sonra, cami önünde bayramlaşma…
Ardından köy odasında çay-börek sohbetleri…
Ve “ikram”ın ardından Kur-an-ı Kerim tilaveti.
Sahne bu kısımdan:
Börek, poğaça, çay, sohbet kısmında aşağı yukarı seksen kişi vardı.
Bayram namazını kıldıran imam efendi, köy odasında Yasin-i Şerif’i okumaya başladığında, sayı 15’e indi.
Onların da yarısı Kur’an-ı Kerim okunurken sohbet halindeydi.
Hoca Kur’an-ı Kerim okurken sohbet halinde bulunan köylü, sesin kesildiğini duyunca sustu.
“Niye durdu ki bu şimdi!” diye soran bakışlarını Hoca’ya yöneltti.
Hoca, biraz çatılmış kaşlarla onlara baktı.
Okumaya devam etti.
Sonra…
“Dostlar, dışarıdaki köylülerimize bir zahmet söyleyin de, bari dua kısmına gelsinler, hep birlikte ‘amin’ desinler!” ricasında bulundu.
Görevi çayları, börekleri dağıtmak olan genç dışarı çıktı.
Bulabildiklerini çağırdı.
Onlardan da 10 kişi kadarı geldi, duaya katıldı.
Duayı bitiren Hoca, “Kardeşlerim, böyle olmuyor ama… Bakın burada Kuran-ı Kerim okunuyor, dualar ediliyor, iştirak çok az.” dedi.
Köylülerden biri “Hoca, burada olan zaten burada, dışarıda olan da zaten dışarıda. Sen, bitirdin işte boşver!” diye hafiften çıkıştı.
Hoca, “Bir ara durdum ya… O Kuran-ı Kerim okunurken sohbet edilmemesi içindi!” dedi.
***
Köylünün ikazlardan hoşnut olmadığını gördüm.
Oysa güzel ikazlardı.
Kuran-ı Kerim okunurken, birilerinin konuşmamaya tahammül edemeyip, sohbetlerini sürdürdüklerini görürüm hep.
Bir süre sonra, “Ya olmuyor böyle, biraz Kuran dinleyelim de etrafa ayıp olmasın!” bakışlarını da fark ederim.
Bunlar olurken, gözlerim etrafta olduğuna göre, bende de sıkıntı var demektir.
Mânâsına yaklaşamayınca, Kuran-ı Kerim’i kalp gözüyle dinleyemiyorsunuz…
Bal dolu kavanozu yalayıp durmak gibi; kabın içinde şifa var ama bu şifaya camı yalayıp durmakla eremiyorsunuz…
***
Cami hocaları, bize bu şifayı sunabilir mi?
Görevleri arasında bu da var mı?
Kur-an ve Sünnet’i cemaate ve cemaate gelmeyenlere sevdirmek için çaba sarf etmek?
Görev tanımı içinde var ama bu ne kadar yapılıyor?
Cami hocalarından bazıları, gerçekten çok gayretli.
Birkaçını tanıyorum, camileri çocuklara sevdirmek için “oyun”lar kuran hocaların yaşadıklarını da çok iyi biliyorum.
Cami müdavimi yaşlıların çoğu çocukların cami avlularında hele hele içlerinde ses yapmalarından hiç hoşlanmıyorlar.
Onlara göre, çocuklar cami adabına riayetin içindeki “sessizliği” bozmamalıdır…
Anneleri, babaları onlara bunlara öğretmeli…
Hocalar da, onlara camide ses çıkartarak, oralara buralara koşturarak namaz kılanları, kılacakları rahatsız etmemek gerektiğini iyice anlatmalıdır.
Onun için, çocuklar alanına giren hocalar, “oyun” yöntemini kullandıklarında hayli sıkıntı çekerler.
Bizde çocuklarla camiler arasında tuhaf engeller vardır!
***
Bir de, Cami hocaları, ya da kimilerinin söylemiyle “Cami imamları”, devlet memurlarının aslında en az saygı gösterilenleridir…
Her yaptıklarında kabahat aranır her yaptıklarına kulp takılır, her fırsatta “müftülüklere” şikayet edilirler.
Bunlardan birini uzun yıllar öncesinden hatırlarım.
Çok itimat ettiğim bir arkadaşım nakletmişti.
Hoca, bir ev sohbetinin ardından namaz kıldıracakmış..
Bir bakmış ki, tam da kıblede kocaman bir fotoğraf.
“Namaz kılınan yerde hele hele kıblede resim olmaz, lütfen kaldıralım!” demiş,
Ev sahibi o fotoğrafı başka odaya götürmüş.
Namazlar eda edilmiş.
Aradan üç gün geçmiş…
Hoca’yı müftülükten arayıp çağırmışlar.
Müftü Bey, “Hakkında şikâyet var!” demiş…
Hoca, “Allah Allah, ne oldu ki acaba?” diye sorunca…
“Bir evde Atatürk’ün resmini kaldırtmışsın, şikâyet bundan dolayı!” karşılığını vermiş Müftü Efendi.
Cami İmamı, “Yok Hocam, Atatürk resmi olduğu için değil bu yaptığım, hangi resim olsa oradan kaldırılmasını isterdim” deyince…
Müftü Bey, “Öyle yapmasaydın da, odayı değiştirseydin, ya da başka bir çare bulsaydın, biliyorsun, bunlar şikâyet için bahane arıyor!” demiş.
Sonra…
Şikâyetçi köylüye gitmiş Cami İmamı, “Atatürk’e karşı olmadığını” anlatmış uzun uzun…
İş tatlıya bağlanmış!
***
Başka memur sınıflarına saygıda kusur etmeyenler, “cami İmamlarına” gelince tepkili oluyorlar.
Onlarda kusur bulmak için uğraşıyorlar.
O kadar ki…
“Hoca herkese akıl verir ama oğlu kapkara koladan içer… Bize Gazze’den bahseder ama derdini oğluna anlatamaz!” diyen köylü gördüm.
Cami imamlarının oğulları, kızları, karıları büyük baskı altında yaşarlar.
Toplulukta biraz fazla konuşsalar, “Bir de hoca karısı olacak!” diye dedikodusu yapılır hanımefendilerin.
***
Köylerde haneler arasında küslükler yaygındır.
Köpek yüzünden, inek yüzünden, sınır yüzenden küskünlükler meydana gelir.
Cami imamları, küskünleri barıştırmak istediklerinde bu işten zararlı çıkarlar bazen.
Lâf işitirler.
“Sen işine bak Hoca, Devlet sana bu işlere karışman için değil, namaz kıldırman için maaş veriyor!” yollu fırçalara muhatap olurlar.
***
“Kuran-ı Kerim okunurken lütfen sohbet etmeyelim!” diyen imam bile fırça yer.
***
Bu memlekette “cami imamlığı” meselesi, üzerinde durulmaya değer bir mesele.
Aslında büyük imkân; bu kadar kalabalık bir kitle, birçok hayra vesile olabilir.
Camilerimiz vakit namazlarında çok daha kalabalık olabilir, çocukların gençlerin camiye yönelimleri katlanabilir bu potansiyel sağlıklı bir şekilde değerlendirilebilirse…
Bunun için de “Cami Görevlisi Eğitimi” mekanizmalarına mı el atmak gerekiyor, ne yapmak gerekiyor?
Bu işi uzmanları güzel güzel ele alsa da… Bu büyük kitle ve aileleri ezilmekten…
Camilerimiz de hayatın dışında kalmaktan kurtulabilse.
Serdar Arseven / Milat Gazetesi
Yorumlar1