Öğretmenim, canım benim
- GİRİŞ02.09.2025 08:32
- GÜNCELLEME03.09.2025 08:58
Yeni eğitim sezonu başladı.
Mini mini birler okullu oldu, diğerleri de bir hafta sonra okul yollarında.
Öğrencilerimize, öğretmenlerimize, velilerimize, cümle memleket evlâdına hayırlı uğurlu olsun.
Eğitime dair yazılarımızı, konuşmalarımızı, sosyal medya paylaşımlarımızı yakından tâkip eden bir öğretmenimizden mesaj gelmiş.
Diyor ki:
“Eğer herhangi bir lisede öğretmen olup gençlerdeki ahlâki çürümeyi görseydiniz az gülüp çok ağlardınız!”
Bu güzel sosyal medya mesajına aynı yerden karşılık verdim:
“Öğretmenim;
Bu çürümede bizim gibi sizin de payınız var!”
*
Ben böyle düşünüyorum ama gelen mesajlara bakılırsa öğretmenlerimizin çoğu aynı görüşte değil:
“Öğretmenin eli kolu, veli, yönetim, medya, öğrenci taşkınlığı ve toplumsal önyargılar yüzünden bağlanmış durumda.
Herkesin çocuğu prens, prenses.
Kimse bizi öğrencimizle baş başa bırakmıyor.
Siz gelin de bir liseye neler yaşıyoruz, görün!”
Haklılar mı?
Haklılar ama bu durum sorumluluğun müşterek olduğu gerçeğini değiştirmiyor.
Mesela…
Bunca eğitim yazısı kaleme alıyoruz, bunca konuşuyoruz, okullardaki dertleri gündeme getiriyoruz…
Şu “12 yıl mecburi eğitim” ve “her genç ille de üniversiteye gitmeli” uygulamalarına karşı çıkıyoruz…
Kaç öğretmen sosyal medya üzerinden bize yardımcı oluyor?
Bu konuların gündemde daha fazla yer bulması için destek veriyor?
*
Sevgili öğretmenlerim;
Neler yaşadığınızı, neler çektiğinizi biliyorum.
Sizin kadar olmasa bile birçok gazetecinin bildiğinden bin kat fazla biliyorum.
Sizler, yönetimlerle veliler arasında sıkıştırılmış eğitim neferlerisiniz!
Ne yönetimler var yanınızda, ne de veliler…
Özellikle liselerde öğrencilerin büyük bir bölümü, bizim öğretmenlerimize gösterdiğimiz saygının onda birini göstermiyor size.
Ne yazık ki evlerde de durum bu; şimdiki anne babaların kahir ekseriyeti, kendi anne babalarına gösterdikleri saygının binde birini çocuklarından göremiyor.
Her anne baba aslında bir öğretmen, öğretmenlerin çoğu da anne baba…
Biz hep birlikte bir şeyleri yanlış yapıyoruz…
Mesela…
Okullarda görevli öğretmenlerimizin çoğu, tıpkı bizim gibi çocuklarımızı ille de “okul başarısı”na, yani “not başarısı”na yönlendiriyor.
Sınavlar kazanılacak, okullar yüksek notlarla bitirilecek…
Üniversitenin “ileride iyi kariyer ve gelir sağlayacak” bölümlerinden biri kazanılacak…
Vesaire vesaire…
Bunlara tamam da…
Çok daha önemli şeyler yok mu hayatta?
Biz, çocuklarımıza helâl kazanca götüren her mesleğin kıymetli olduğunu anlatmıyoruz ki pek.
Helâl olan iki liranın haram olan beş liradan çok daha kıymetli olduğunu biliyoruz ama bu gerçekle yaşamıyoruz.
Bu gerçeği çocuklarımıza yeterince anlatmıyoruz.
“Faiz”in insanları ve toplumları nasıl da felâkete sürüklediğine dair sohbetlerimiz oluyor mu çocuklarımızla?
Pek olmuyor, değil mi?
Bizim çok iyi örnekler olmamız gerekiyor.
Oturup kalkmamızla…
İnsanlara “maddi durum, mevki, makam ayrımı yapmaksızın” aynı değeri verdiğimizi göstermemizle…
Büyüklerimize hürmetimizle…
Çiçeğe, böceğe merhametimizle…
Elimizle, dilimizle…
İyi örnekler olabiliyor muyuz?
Sigara içen bir veli, bir öğretmen, bir ağabey, abla…
Küçüklere “sigaranın ne kadar kötü bir şey olduğunu” anlatabilir mi?
Kocasına, karısına kızdığında ağzına geleni, olmadı gelenin yarısını söyleyen bir baba ya da anne, çocuğunu “gelecekteki huzursuz yuvasına” hazırlıyor demektir…
Demek oluyor ki…
Her öğretmen çocuklara “İyi bir anne, iyi bir baba, iyi bir aile büyüğü, iyi bir komşu” olmanın olmazsa olmazlarını anlatmakla da mükelleftir.
Biz de medya mensupları olarak…
Öğretmene saygısızlığın en büyük ayıplardan, en büyük günahlardan biri olduğunu anlatmalıyız topluma…
Ve anne babalar olarak çocuklarımıza!
*
Ah eski İstanbul…
Eski Osmanlı ailesi…
Bizim Ailemiz, ‘Arseven’ler son misallerindendi.
Merhum Dedem ile Merhume Babaannem, toplum içinde bırakın birbirlerini azarlamayı, birbirlerine isimleriyle hitap etmeyi bile “ayıp” sayarlardı.
Kadri Beyefendi, Emine Hanımefendi…
Biz o zamanlar böyle gördük…
Bizde erkek erkekti, kadın da kadın.
Erkek eve adım attığında huzur gelirdi, güven gelirdi.
Kadın yuvanın zarafetiydi, çelikten iradesiydi.
Sonra…
Nesiller değişti.
Kadın erkeğe, erkek kadına özendi.
Biz, bu kez birbirlerine herkesin içinde hakaret eden, küçümseyen, nefis yarıştıran karı kocalar görür olduk her yerde…
İnsanoğlu “kötüye” meyilli ya, ne yazık ki olumsuz örnekleri benimsedik.
Kabul etmemiz gerekir ki hep birlikte halletmemiz gereken sıkıntılarımız var.
Bizler birbirimizi Allah rızası için destekleyen, Allah rızası için “uyaran” kullar olmalıyız.
O zaman…
Demek oluyor ki…
Çocuklarımıza öncelikle “kulluk” bilincini anlatmalıyız.
Zira, Allah’a kul olmayan bir şeylere kul oluyor mutlaka.
Nefsine kul oluyor meselâ, felâket ki ne felâket!
“Günah.”
Bunu bilmek çok önemli.
Küçükken sokakta şeftali yiyordum.
Aileden dindar arkadaşım, “Serdar, bu yaptığın günah!” dedi…
“Ya sen yerken canı çeken olursa… Ya canı çeken fakirse!”
Arkadaşım böyle deyince…
O şeftaliyi eve götürdüm hemen.
Evde bitirdim.
O günden sonra da sokakta bir şey yememeyi alışkanlık haline getirdim.
*
Okullar açıldı.
Hepimize hayırlı olsun.
Birlikte taşıyacağız bu yükü Allah’ın izniyle.
Öğretmenlerimize Allah rızası için saygı göstereceğiz…
Onlar da -Allah rızası için- çocuklarımızı çiçekler gibi büyütecekler bizlerle birlikte.
Serdar Arseven / Haber7
Yorumlar26