Trump’ın göreve başlamasından sonra üst üste gerçekleştirdiği icraatlar ve söylemleri Meksikalıların, Avrupalıların, Çinlilerin, Avustralyalıların ve diğerlerinin tepkisini çekti. Özellikle de Müslümanların.  

Trump’ın Doğu Kudüs ve Batı Yaka’da 3 binden fazla yeni konut yapılmasına onay vermesi, ABD Büyükelçiliğinin Tel Aviv’den Kudüs’e taşınması sözünü vermesi, Müslüman mültecilerin girişini yasaklaması, yedi Müslüman ülkeyi “terör çevresi” ilan ederek bu ülkelerden geleceklerin ABD’ye sokulmaması kararı daha işin başlangıcı.   

Bu politikaları eleştiren Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Antonio Guterres, “Ülkelerin dini ya da ırka dayalı ayrımcılık ile sınırlarını korumaya çalışması kaygı ve öfkeyi tetikleyerek terör örgütlerinin propagandasını kolaylaştırır” diye bir uyarıda bulundu. 

Trump, bazı Müslüman ülkeleri değil, 1.6 milyar insanın tâbisi olduğu İslâm Dinî’ni karşısına alan bir seyir takip ediyor. İslamofobi bir süper devletin devlet politikasına dönüşüp, kurumsallaşma sinyalleri veriyor. İslâm bir din olarak bu süper gücün milli güvenlik sorunu haline getiriliyor. 

Farklı dil, renk, ırk ve kültür yapılarından gelen Müslümanlar, ABD’de Avrupa Birliği ülkelerine kıyasla daha rahat bir konumdaydılar. Hâlâ da öyledirler. Zira ABD bir göçmen ülkesidir, çok kültürlülüğe AB ülkelerinden daha fazla âşinadır. 

Bu durum 11 Eylül sonrası Bush döneminin saldırgan, ben merkezci, müdahaleci ve İslâm karşıtı politikalarına rağmen böyleydi. Batı Avrupa ülkelerinde cami, minare ve ezan yasağı, sünnet ettirme yasağı, helal et kesimi yasaklamaları, tesettürle okula girme, devlet dairelerinde çalışma yasakları gibi bir dizi islamofobik uygulamalar önemli ölçüde ABD’de yoktu. Ancak bu durumun değişebileceği alametleri var. 

Trump’ın yaptıkları ve yapmayı vaad ettikleri dinî ayrımcılıktır, islamofobiadır, dolayısıyla inanç ve ibadet özgürlüklerine aykırı düşer. Müslümanları ABD’de zor günler bekliyor. Kanada’nın Quebec kentinde bir teröristin cami basıp, 6 Müslümanı şehit etmesi de tam bu olaylar sonrası yaşandı. Bunun için de Trump’a özellikle de Batı’da tepkiler yağıyor.

Bütün bunlar doğru. Ancak şüphe uyandıran önemli bir durum var, bunu da ıskalamamak gerekir. Şöyle özetleyeyim:  

Müslümanların hakkını savunmak, onlarla dayanışma içine girmek amacıyla Batı başkentlerinde insanlar sokaklara çıktılar/çıkıyorlar. Popüler şarkıcılar, futbol yıldızları, artist ve aktörler, medya mensupları vs. bu gösterilere katıldılar, kimi yerde öncülük bile yaptılar. Oysa bunlar daha önce Avrupa Birliği’ndeki İslâm karşıtı uygulamalara tepki göstermemişlerdi. 

Mısır’da kendi hükümetlerinin destekleriyle darbeci Sisi halkın iradesini savunan masumları katlederken, Suriye’de yüzbinler yok edilirken de bunlar ortalıkta yoktular. Rohingya’daki soykırıma tepkisizliklerini mi yoksa diğerlerini mi hatırlatayım?!. 

Trump protestoları sadedinde Müslümanlarla dayanışma gösterileri düzenleyen liberal, solcu, anarşist, kapitalist vs. aktivistlerin arkasındaki güçlere baktığımızda Soros ve şürekası arkadan el sallıyor. Şüphe uyandıran kısım da burası. Sosyal medya üzerinden ikna edilerek sokaklara çıkan sıradan insanlar ise olayın bu boyutuyla ilgilenmiyorlar. 

George Soros ve şürekası malum olduğu üzere Rothschildler’in tetikçisidirler. Farklı coğrafyalarda hükümetler devirip hükümetler kuran Açık Toplum Enstitüsü’nün kurucusu bu Soros. Bu derin Enstitü’nün dünyanın farklı ülkelerindeki ayakları Trump karşıtı gösteriler düzenliyor. Bizdeki Gezi ayaklanmalarında da bunların rolü vardı.  

Mısır’da darbecileri destekleyen, Türkiye’de 15 Temmuz’da darbe yaptırmaya kalkan da bunlardı. CIA ile beraber çalışıyorlar. Durum böyle olunca da, “Müslümanlar da sokaklara çıksınlar diyen bu güçlerin Müslümanları savunması mümkün mü?” sorusu cevap beklemektedir.

Trump böyle devam ederse dünya çapında din müntesipleri ve medeniyet havzaları arasında kutuplaşmalar ve karşılıklı nefret artacak ve beraber yaşama iradesi zayıflayacaktır. Bunu daha da derinleştirmeye çalışan Soros ve şürekası bundan ne medet umuyor?

Serdar Demirel - Yeni Akit