Üstadın doğumu!

  • GİRİŞ23.05.2014 11:31
  • GÜNCELLEME23.05.2014 11:31

Ahmet Necip Fazıl; Rumi 1320 yılına mukabil, 1904 yılının 26 Mayıs'ında, İstanbul'un Çemberlitaş semtinde bir konakta doğar. Yavuz Sultan Selim devrine kadar varan mazbut bir şecere içinde, aralarında olgun din adamları yetişmiş Dulkadiroğulları'na bağlı, saf Anadolu'lu bir sülale olan “Kısakürek”ler koluna bağlı olarak dünyaya gelir.

O gün… Sadece dünyaya geldiği o gün…

“Tam 78 yıl öncesi… İkinci Abdülhamit devrinin İstanbul'u… Motor hırıltısından, fren gıcırtısından, (klakson) dırıltısından, (egzost) gümbürtüsünden henüz kimsenin haberi yok… Sokaklarda kire (tek atlı, iki tekerlekli) veya konak arabalarının atlarından çıkan nal sesleri… Bir de yokuşlarda 4, düzlüklerde 2 kadananın çektiği atlı tramvaylar …

Hava berrak, gök mavi, deniz temiz, gidiş gelişler sakin, bakışlar ılık ve yüzler aydınlık...

1904 yılının ilkbahar sonları… 26 Mayıs…

Sabahın alaca karanlığında ilgililer havagazı fenerlerini söndürmeye çalışırken, - hâ unuttum, İstanbul'da elektrik de yoktur ve yüksek aile konaklarında beyaz gömlekli havagazı lambaları yanmaktadır- Çemberlitaş tarafında bir konağın ahırından tek atlı bir (brek) araba çıkartılıyor. Ona 17-18 yaşlarında bir delikanlı atlıyor ve kamçısını şaklatarak atı dörtnala sürmeye başlıyor.

Arkasından bakan seyis ve arabacıların “deliye de bak!” gibilerinden mırıldanıp mırıldanmadıkları meçhul…

Bu delikanlı, benim, adı “Deli Fazıl”a çıkarılmış babamdır ve o sırada Sarıyer'deki köşkünde bulunan Büyük Babama bir müjde götürmektedir:

-Baba, bir erkek çocuğum dünyaya geldi! Torunun!

İstinaf Mahkemesi reisi; Abdülhamit devri adalet ricalinden, “Bâlâ” rütbeli Büyük Babam vakar ve ciddiyet heykeli Mehmet Hilmi Efendi'nin zevk ve heyecanına bakın ki, haberi alır almaz, Deli Fazıl'ın sürdüğü arabaya atlamakta tereddüt göstermiyor ve yine dört nala, doğru torununun başına…

 “Büyük babam, ileri yaşına rağmen konağın merdivenlerinden seke seke üçüncü kata çıkıyor, loğusa odasına dalıyor,

“Halamın gelinlik odası diye süslenen, yaldızlı çıtaların çerçevelediği siyah kadife tavanlı salonda doğmuşum. Beni, vilâdiyeci bir erkek doktor almış…

O kadar cılız ve çelimsizim ki, doktor, sağ elinin şahadet parmağıyla orta parmağını çenemin altına geçirmiş, beni mangal maşası gibi tutmuş ve leğene sokup bu vaziyette yıkamış…

Halime bakanlar:

-Yaşamaz bu çocuk!

Demişler.”

Ve hâlâ orada bekleyen doktora soruyor:

-Nerede çocuk?

-Şurada efendim, annesinin sağ yanında... Üstü örtülü…

-Nasıl?

- İyi, fakat cüssesiz…

Yerde kocaman bir leğen.. Çelimsiz yapılı çocuk, doktorun maşa sapı gibi, parmağını boğazından geçirerek suda çalkalaması şeklinde, bu leğende yıkanmış ve kurutularak, kundaklanarak annesinin yanına verilmiştir.

- Çocuğun böyle zaif doğmasında bir tehlike var mı doktor?

-Bilinemez... Çok dikkat ve itina ister.

Büyük babam, üstümdeki tülü çekip yüzümü açıyor ve dudaklarını kıpırdatıyor:

“- Allah, koruyucuların en hayırlısı ve acıyıcıların en merhametlisi …”

Ah bu baş; Maraşlı Kısakürek oğullarından ve son ucu Zülkadir Hanedanı'na dayalı bir sülaleden gelme Mehmet Hilmi Efendi'nin torununa ait bu baş, ileride ne yükler taşıyacaktır!”

Şeyma Kısakürek Sönmezocak - Haber 7

seymakisakureksonmezocak@gmail.com

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat