Materyalizm ve idealizm

  • GİRİŞ16.01.2020 11:05
  • GÜNCELLEME16.01.2020 13:09

Bir olguyu anlamak istemiyorsanız onu kendi arasında uzlaşmaz bir karşıtlığı içeren ikili bir ayırımın konusu hâline getirmeniz yeter. Bu bir basitlemedir ve her basitleme gibi anlayışsızlık ve kavrayışsızlık üretir. Bu hususta bana en tuhaf görünen ,karşıtların ilişkisi ve etkileşimini (diyalektik) metod olarak benimseyen Marksist düşüncenin de benzer bir hatâya düşmüş olmasıdır. Felsefe târihini, “materyalist” ve “idealist” iki zıt kulvarda ilerleyen bir târih olarak değerlendirmesi bu hatâya verilebilecek tipik bir misâldir. Eğer zıtlıkların birbirine dönüşmesi gerek tabiatta gerek toplumda kanunsa düşünce târihinin buna istisnâ oluşturması da düşünülemez. Buna göre; eğer materyalizm ve idealizm düşünce târihinde iki zıt ucu temsil ediyorsa, felsefe târihi değerlendirilirken bakılması gereken nasıl ayrıştıkları değil, birbirlerine nerelerde, nasıl dönüşerek sentezlendikleri meselesi olsa gerekir. Hâlbuki Marksistlerin felsefe târihi okuması böyle işlemiyor. Materyalist düşünce ile idealist düşüncenin mutlak ayrışmasına dayanıyor. Buna göre herkes tercih yapmak durumundadır. Ya materyalist veyâ idealist olmaktan başka seçenek yoktur. İnsan, ister bilinçli olarak, ister tesâdüfî tercihler üzerinden bu iki kümeden birisine dâhil olur ve diğerini mutlak olarak dışlar.

 

 

Marksist düşünce, teslim etmek gerekir ki insanlık târihini ve toplumsal durumları kuşatan maddî arkaplânları değerlendirmek husûsunda mühim tespitleri ihtivâ eder. Ama tıpkı düşünce târihini diyalektik değil, analitik bir basitleme üzerinden değerlendirdiği gibi, tarihsel formasyonları değerlendirirken de benzer bir basitleme daha yapar: Maddî dünyâyı, üretim tarzı üzerinden belirleyici “altyapı”; maddî olmayan dünyâyı(hukuk, kültür, siyâset, ideoloji vb) ise belirlenen “üstyapı” olarak mütalâa eder.

Diyalektik, Marksistleri de içine alacak şekilde işliyor. On senelerce, başta ekonomi olmak üzere maddî belirleyicileri savunan sol, Sovyetler’in ve Doğu Bloku’nun çözülmesinin ardından ideolojik bir dönüşüm geçirerek “târihsel ihmâllerine “ ihtirasla sarılmıştır. Yeni sol’un, mâzisinden hınç alırcasına ekonomik tahlilleri son derecede zayıf; lâkin kültürel tahlilleri alabildiğine baskındır.

 

 

Gelelim sağın durumuna: Onlar da solun herşeyi başta ekonomi olmak üzere maddî bağlamlara indirgemesine karşı çıkıyor ve “kültürel” dünyâların merkezde olduğu bir dünyâ görüşünden hareket ediyordu. Gelin görün ki, Duvar yıkılır yıkılmaz ortaya çıkan yeni sağı târif eden kültürel öncelikler değil, ekonomizm oldu. Hâsılı solun boşalttığı alana bu defâ sağ bayrağını dikiyordu. Maddî târihsel belirleyiciler husûsunda sağın sayılamayacak kadar çok ihmali mevcuttu. O da mâzisine inat, belki de ondan hınç alırcasına bütün alâkasını ekonomiye hasretti. Sağın her zaman bir mühendis dünyâsı vardı. Yâni teknolojizm her zaman yedeğindeydi. Ekonomizm üzerinden yaptığı açılıma bunu da zerk etmeyi ihmâl etmedi. Mühendis ekonomistler bu sentezlenmenin idealtipleri olarak temâyüz etmiştir.

2008 Krizi sonrasında daha dikkât çekici gelişmelerin yaşandığını düşünüyorum. Sol, yürüttüğü kültüralist siyâsetlerden umduğunu bulamadı. Bu siyâsetler elbette ki güçlü “farkındalıklar” doğurdu. Ama farkındalıklar , sorunları çözmüyor. Çok defâ anlayışla değil; tam tersine bilenmeyle; hınç ve intikamcılıkla bitiyor. Kültüralist yatırımlar etnik, dinsel ve cinsel meselelerimiz husûsunda farkındalık verdi. Ama bu farkındalığın getirisi çözüm değil; meselelerin derinleşmesi oldu. Sol, şu aralar ya bu derinleşmeyi devâm ettiriyor veyâ bu derinleşmeden rahatsız olup insana olan ilgisini kaybediyor. Tabiat ve çevre meselelerine kilitlenmesi biraz da bu sebepten olsa gerekir. Homofobik bir naturalizme savrulmak onun son sığınağı gözüküyor. Yeni solun görece tutunum sağladığı coğrafî bağlam, başından beri kültürel meseleleri maddî meselelerden ayrıştırmayan Lâtin Amerika. Bu da büyük ölçüde sol popülizm üzerinden yürüyor.

Sağ ise 2008 Krizi sonrası yaşanan ağır kayıplar üzerinden ekonomizmin şampiyonluğunu eskisi kadar fütursuzca yapamıyor. Hattâ ekonomizmden büyük ölçüde vazgeçtiğini bile söyleyebiliriz. (Eski terkipten elinde kala kala teknolojizm kaldı). Bunu, elitizmden popülizme savrulmasından çıkarsayabiliyoruz. Çünkü ekonomizm kaçınılmaz olarak sosyal darvinisttir. 1990-2000 arasında bu tarz öğütücü bir elitizmi arsızca, hattâ dayatarak savunuyorlardı. Ama bugün sağ, ekonomizmini hasır altı ediyor. Popülist frekanslar üzerinden kendisini yeniden akortluyor. Bu akortlamanın disiplinini ise reelpolitik veriyor. Hâsılı, 2008 sonrası yeni sağın sermâyesi teknolojizm, (sağ) popülizm ve reelpolitik . Buna mukâbil yeni solun sermâyesi anti-teknolojist bir tabiatçılık, yer yer (sol) popülizm; ama daha ağırlıklı ve görece homofobik temellerde bir bireycilik ve moralpolitik.. Kıyaslayacak olursak, bugün sağ ne kadar materyalist; sol ise ne kadar idealist? Nerelerden nerelere, değil mi?..…

YeniŞafak

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat