Silâhlanma, kan dâvâları ve siyâset

  • GİRİŞ15.10.2020 11:23
  • GÜNCELLEME15.10.2020 11:23

ABD, 2008’den başlayarak târihinin en ağır buhranlarından birisini yaşıyor. Bu buhranın toplumsal ve siyâsal yansımaları da çok belirgin bir hâl almaya başladı. Hatırı sayılır otoriteler ABD’nin 1861-1865 arasında yaşadığı kanlı sivil savaş şartlarına döndüğünü düşünüyor. Bu defâ bölünme Güney ile Kuzey arasında değil; daha çok entelektüel orta sınıf ağırlığının hissedildiği Doğu ve teknolojik dinamikleri temsil eden Batı yakaları ile Orta Amerika arasında. Kutuplaşma had safhaya varmış durumda.

Aslında ABD on seneler boyunca siyâsal istikrârın ideal örüntülerinden birisi olarak zikredilmiştir. Amerikan siyâset bilimi, sürdürülebilir bir siyâsal sistemi, iktidârın, aşırılıkların giderildiği, aralarında ideolojik farklılıkların en aza indirgendiği; çok sayıdaki talebi emme kapasitesine sâhip iki merkez parti arasında sıklıkla el değiştirdiği sistem olarak târif eder. Türkiye’deki üniversitelerin Siyâsal Bilim kürsülerinden seneler boyu okutulan “Siyâsal Sistemler” dersinde bu böyle anlatılırdı. Aslında bu “sihirli” formülün îmâ ettiği şuydu: “Ey geri kalmış; kaba ilkel ideolojik gerilim ve savaşlarını bitirememiş memleketlerin halkları; adam olun da bizim gibi bir sistem kurun…” Nitekim Avrupa’da da buna yakın görüntüler hüküm sürüyordu. Birleşik Krallık’da iktidar, merkez sağ Muhafazakâr Parti ile merkez sol İşçi Partisi arasında; Almanya’da ise merkez sağ Hristiyan Demokrat Parti ile merkez sol Sosyal Demokrat Parti arasında el değiştiriyordu. Evet Fransa ve İtalya hâlâ çok sayıda partinin istikrarsız koalisyonlarıyla yönetiliyordu. Eh o kadar kusur kâdı kızında da olurdu. Değil mi ki; kuvvetli teknokrasileri sâyesinde bu “kusur” da sisteme zarar vermeksizin aşılıyor; Fransa ve İtalya 1960-1980 arasında, siyâsal istikrarsızlıklarına rağmen büyük bir ekonomik büyüme sağlıyordu.

Aslında bu senaryolar II. Genel Savaş sonrası kurulan dünyânın hâkim paradigması olan, “büyüme ve bölüşüm” eksenli Keynesçiliğin ekonomi politik gerçekliğine oturuyordu. 1980’lerin sonunda bu paradigma çöktü. En evvel dünyâ sisteminin en zayıf halkası olan; Keynesçiliğin en kötü örüntüsü olan ve “bölüşümsüz büyüme”yi temsil eden Sovyet Bloku kırıldı. 2000’li senelerde ise âdetâ bir tsunami veyâ boomerang tesiriyle kriz Batı’yı vurdu. Batı siyâsal sistemlerinin buna dayanması da güçtü. Neoliberâl yeniden bölüşüm kesintileriyle ve sınırsız para basımına dayalı sahte cennetler oluşturarak buna mâni olmaya çalıştılar. Ama nâfile. Oyunun sonuna geliyoruz. Yeni bir dünyâ er geç kurulacak. Mâhiyeti konusunda bir şey diyecek değilim. Bu ayrı bir bir kaç yazının konusudur. Ama, El Hakk, yeni bir dünyâ, eskisinden beter veyâ daha iyi kurulacak… Bunun karakterinden ise hayli eminim. Yeni bir hegemonik; yâni gayrı âdil ve eşitsiz bir başka dünyâ olacak bu. Böyle düşünmemin sebebi orta sınıf entelektüel yapıların çözülmüşlüğü, life style’ları dışında başka bir şey düşünemez oluşları ve yeni bir dünyâ tasavvuru oluşturmakta gösterdiği zaaftır.

ABD’de seçimlere de yansıyacağı muhakkak olan kutuplaşmanın keskinleşmesi buna delâlet ediyor. Buhran devirlerinin ortak karakteristiği, siyâset-öncesi durumları canlandırmasıdır. Siyâset Bilimi kürsülerinde talebeye, “siyâsal durum,” kan dâvalarını sona erdirmek, olarak anlatılır. Sosyolog târihçi Weber, bunu “meşrû zora başvurma tekelinin“ sağlanması olarak târif eder. Kan dâvâları her tarafı “müsellâh” olduğu durumdur. Siyâsal iktidâr ise bunu hitâma erdirir. Tarafların elindeki silâhları toplar. Silâh sâdece kendisinde olacaktır. Bunu da ortak güvenlik ve kamu yararı doğrultusunda hukuk içinde kalmak kaydıyla seferber edecektir.

Gelin görün ki, dünyâya medeniyet satan ABD asla bu çizgiye gelmedi. İnsanlar silâhlarını bırakmadı. Tatlı devirlerde bu resim görülmedi veyâ görülmek istenmedi. Sayısız kovboy ve Mafia filmi üretip bütün dünyâya pazarlayan Holywood bu “siyâset-öncesi” ilkel durumu estetize ederek âdetâ meşrûlaştırdı. Ama tablo şimdi çok karışık ve yavaş yavaş kontrol dışına çıkıyor. İstatistikler gösteriyor ki ABD “yurttaşları” dünyâ silâh sayısının %40’ını elinde bulunduruyor. 327 milyon nüfuslu Amerika’da sivillerin elindeki silâh sayısı 393 milyonu bulmuş vaziyette. Avrupa’da müsellâh vatandaş sayısı %20’lerde seyrederken ABD’de bu oran %121... ABD’de her gün ortalama 100 kişi silâhlı saldırılarda ölüyor. Son salgında yaşanan panik satışları patlatmış durumda. Dahası yaşanan kutuplaşmayla berâber silâhlı örgütler de patlama yapmış durumda. Trump’ın konuşmasında okşadığı Proud Boys, ANTIFA ve çok sayıda Siyâhî örgüt sahneye çıkmış vaziyette. Kısa zaman evvel Seatlle’da ANTIFA’nın silâhlı baskınıyla yaşanan bir ele geçirme ve özerk idâre kurma olayını yaşadık. En son olarak Michigan’da, 200 kişilik bir silâhlı kuvvet ile köprüleri uçurarak, Demokrat Vâli Ester Whitmer’ın makamına ulaşmayı öngören, kendisini rehin almaya mâtuf bir darbe plânı son anda engellendi. Bu adamlar daha evvel de eyâlet Meclisi’ni ağır silâhlarla basıp gövde gösterisi yapmışlardı.

Kasım ayında ABD’yi bu ilkel görüntüleriyle çok konuşacağız görünüyor… Ne demiştik? Siyâset kan dâvâlarının bittiği yerde başlar. Gayrısı “siyâset öncesi” hâllerdir. Siyâset öncesi hâllerin “siyâsal” bir mâhiyet kazanması ise kozmetiktir. İnanmayın…

YENİ ŞAFAK GAZETESİ

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat